Elif Bayburt yazdı | Stonewall'dan Mis Sokak'a: Direniyoruz aşkım
1969'da Stonewall'da yakılan isyan ateşi, nefret cinayetlerine, politik islamcı faşist katliam çağrılarına, iktidarın hedef göstermelerine, polis terörü ve işkencesine karşı, bugün de Türkiye'deki ve dünyadaki bütün LGBTİ+'lara hala yol gösteriyor. LGBTİ+'lar, ısrarla, cüretle, kampüslerde, sokaklarda, meydanlarda, işyerlerinde, hayatın her alanında olduklarını ve olmaya devam edeceklerini haykırıyor. Tıpkı Stonewall Inn'de, Washington'da, Ülker Sokak'ta, Gezi Parkı'nda olduğu gibi.
Bütün yasaklama kararlarına ve polis terörüne karşı her sene sokaklara çıkan LGBTİ+'lar, iradesini ve cesaretini en az 50 yıla dayanan ve aşan bir deneyimden alıyor. Onur Yürüyüşü her sene, nefret cinayetlerine, LGBTİ+fobiye, hedef göstermelere karşı, bütün ihtişamıyla iktidarın LGBTİ+ düşmanı politikalarına cevap olmayı sürdürüyor.
Türkiye'de neredeyse on yıldır yasaklanan Onur Yürüyüşleri, sırtını çok cüretkar bir tarihe yaslıyor. Her sene yüzlerce LGBTİ+, bu tarihten güç alarak, bütün saldırı ve engelleme çabalarına karşı bulundukları alanları direnişin, eşitliğin, örgütlenmenin zemini haline getirmek için, "Yasak ne ayol" demeye devam ediyor.
Türkiye'de Onur Yürüyüşleri 2014 yılından beri yapılamıyor. 2008'den bu yana en az 58 trans nefret cinayetiyle katledildi. Erkek egemen, heteroseksist sistemin nefret suçlarının zeminini yaratan politikaları nedeniyle net bir sayıya ulaşmak imkansız olsa da her yıl yüzlerce LGBTİ+ saldırıya maruz kalıyor. Katlediliyor, işkenceye, şiddete maruz kalıyor.
1969'da Stonewall'da yakılan isyan ateşi, nefret cinayetlerine, politik islamcı faşist katliam çağrılarına, iktidarın hedef göstermelerine, polis terörü ve işkencesine karşı, bugün de Türkiye'deki ve dünyadaki bütün LGBTİ+'lara hala yol gösteriyor. LGBTİ'lar, ısrarla, cüretle, kampüslerde, sokaklarda, meydanlarda, işyerlerinde, hayatın her alanında olduklarını ve olmaya devam edeceklerini haykırıyor. Tıpkı Stonewall Inn'de, Washington'da, Ülker Sokak'ta, Gezi Parkı'nda olduğu gibi.
'BİZDEN ALINANI GERİ ALMANIN ZAMANIYDI'
Stonewall ayaklanmasının üzerinden 53, ilk onur yürüyüşünün üzerinden ise 52 yıl geçti. 28 Haziran 1969'da Greenwich Village'da yer alan Stonewall Inn'e sabaha karşı baskın yapan polisin, uzun zamandır baskı altına almaya çalıştığı LGBTİ+'lara dönük rutin hale gelen tacizlerinden birini gerçekleştireceği düşünülüyordu. Ancak o gece baskına gösterilen tepkilerle başlayan ve çok kısa sürede ivmelenerek militan bir sokak hareketine dönüşen Stonewall direnişi, dünyanın dört bir yanında var olma mücadelesi veren LGBTİ+'ların tarihinde kritik bir kilometre taşı haline geldi. Spontane bir şekilde başlayan ve günler boyu süren ayaklanmada, yüzlerce LGBTİ+ cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliğine saldıran egemenlere tarihi bir ders verdi. O ders 52 yıldır her Haziran ayında yüzü aşkın ülkede tekrar tekrar yankılanıyor.
Baskın gecesi polislerin gözaltı girişimine karşı duran LGBTİ+'lar, Stonewall Inn'i terk etmedi. Giderek büyüyen kalabalık, polis saldırısına karşı barın önünde toplandı. Polis işkencesine direnen LGBTİ+'lar, polisle çatıştı. O gece aralarında ünlü drag king Stormé DeLarverie'nin de bulunduğu 13 kişi gözaltına alındı. Yüzlerce insan haftalar boyu barın yer aldığı Christoper Sokağı'nı işgal etti. LGBTİ+'lar, polisin saldırı ve engelleme çabalarına sloganlarla, tuğlalarla, bira şişeleriyle, polis araçlarını parçalayarak cevap verdi.
Ayaklanmaya katılanlardan Michael Fader, o geceyi şöyle tarifliyor:
"O gece bu tarz saldırılardan bıktığımıza dair kolektif bir duygu hissettik. Kimsenin kimseye bir şeyler söyleyerek ördüğü bir durum değildi, o gece o yerde herkes yıllarca yaşananların son noktaya vardığını hissetti ve örgütlü bir eylem değildi. Kalabalıktaki herkes bir daha asla geri dönüş olmayacağını biliyordu. Son damlaydı. Her daim bizden alınan bir şeyi geri almanın zamanıydı... Her çeşit insan, her çeşit nedenle oradaydı, ama daha çok büyük bir öfke, isyan, acı, her şeyin bir kombinasyonuydu, ve her şey kendi akışında gelişti. Saldırıların ve yıkımın önemli bir bölümünü polis gerçekleştirdi. Biz sadece içeri girmek ve serbest bırakılmak istedik. Ve en sonunda özgürlüğümüzü kazandığımızı hissettik, ya da en azından özgürlük istediğimizi gösterecek kadar özgürlüğü kazanmıştık. Gece vakti tedirgin adımlarla yürüyüp bizi itip kakmalarına izin vermeyecektik -ilk defa çok büyük bir iradeyle geri adım atmadık ve polise sürpriz olan da buydu. Havada çok uzun zamandır geç kalmış bir özgürlük vardı ve bunun için kavga edecektik. Pek çok farklı biçimi oldu ama işin özeti, hiçbir yere gitmeyecektik. Ve gitmedik."
Ayaklanmaya katılanların önemli bir bölümü siyahi trans kadınlardan, lezbiyenlerden, drag queenlerden ve seks işçilerinden oluşuyordu. Bu insanlar hem toplumsal hem sınıfsal ezilmişliklerini, bu ezilmişlikten gelen öfkeyi güçlü bir isyan ateşine dönüştürdü. Mecaz değil, ilk gece Stonewall Inn gerçekten ateşe verildi. Stonewall ayaklanmasında öne çıkan Marsha P. Johnson ve Slyvia Rivera gibi figürler, hayatlarını örgütlü LGBTİ+ mücadelesine adadı. Stonewall'dan hemen sonra, o dönem yükselen Black Panthers ve Vietnam savaş karşıtı eylemleri gibi hareketlerden de esinlenen Johnson ve çok sayıda LGBTİ+ "Gay Liberation Front"u kurdu. İlk Onur Yürüyüşü, 1970'de Christopher Sokak'ta düzenlendi. Johnson'ın şimdilerde ünlü bir sözünde dediği gibi o günlerde LGBTİ+'lar "kendilerinin de eşit haklara sahip olduğunu görmek ve eğer gerekirse silahı alıp bir devrim başlatmak" için sokaklardaydı.
'FEDERAL ÖLÜM DAİRESİ'
11 Ekim 1988'de, kendilerine ACT UP adını veren ve bini aşkın kişiden oluşan bir grup eylemci, Amerikan Federal Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) Maryland'de bulunan genel merkezini işgal etti. "Federal Ölüm Dairesi", "Sessizlik = Ölüm" pankartlarını merkez binasından sallandıran eylemciler, polisin gözaltı saldırısına karşı gün boyu merkezde kalmayı başardı. Gazeteler eylemin Vietnam savaşı döneminde gerçekleştirilen hükümet binalarını işgal eylemlerinden bu yana en büyüğü olduğunu yazdı.
1980'lerde ABD'de patlak veren AIDS krizi ve hükümetin çözümsüzlük politikaları, yüzbinlerce insanın ölümüne sebep oldu. Egemenler tarafından sağlık hakkı gasp edilen en başta LGBTİ+'lar olmak üzere pek çok azınlık kesimi, sadece ABD'de AIDS'ten ölen 700 bini aşkın insan içerisinde can yakıcı bir çoğunluğu oluşturuyor. Faili oldukları cinayetleri LGBTİ+ hareketinin kara propagandasını yapmak için kullanan egemenler, her yerde eşcinsellerin AIDS'in kaynağı olduğunu iddia etti.
1987'de New York'ta kurulan ACT UP, ilk çıkışını 1987 Washington Onur Yürüyüşü'nde ve ertesi gün Yüksek Mahkeme merdivenlerinde düzenlediği "die-in" eylemiyle yaptı. Eylemde, yüzlerce kişi Yüksek Mahkeme merdivenlerine uzanarak, üzerinde AIDS için erişilebilir bir ilaç geliştirme ve dağıtma konusunda ısrarla çözüm üretmeyen FDA ve piyasada yer alan ilaçlar için karşılaması imkansız ücretler isteyen dönemin ilaç şirketlerini hedef alan kartondan mezar taşları taşıdı.
Bu direkt, yaygın, radikal eylem biçimini bir tarz haline getiren ACT UP, kısa sürede fazlasıyla geniş bir kitleye erişti. ABD ve Avrupa'nın pek çok kentinde kendini var eden ACT-UP, mücadele tarihi boyunca pek çok hükümet binasını, meydanı, kiliseyi, hastaneyi ve ilaç şirketini eylem alanına çevirdi. AIDS'le mücadele, güvenli cinsellik, cinsel sağlık ürünlerine erişim gibi pek çok konuda egemenlerin ve sermayedarların LGBTİ+ düşmanı politikalarını teşhir etti. ACT UP'ın sık sık haykırdığı ve tüm LGBTİ+'lar için bir işaret fişeği haline gelen soru ise güncelliğini koruyor: "Where is your rage? - Öfken nerede?"
'HER YÜRÜYÜŞÜMÜZ ONUR YÜRÜYÜŞÜ'
İstanbul'daki ilk Onur Yürüyüşü girişimi, 1993 yılında "Cinsel Özgürlük Etkinlikleri" adıyla yapıldı. LGBTİ+'lar, yürüyüş günü İstiklal'e çıkamadan gözaltına alındı. 2001 ve 2002'de Ankara ve İstanbul'da 1 Mayıs'a, 8 Mart'a, savaş karşıtı eylemlere katılan LGBTİ+'lar, 2003'de ilk Onur Yürüyüşü'nü İstanbul Taksim'de İstiklal Caddesi'nde gerçekleştirdi. 50 civarında LGBTİ+'nın katıldığı yürüyüş, Türkiye'de LGBTİ+ hareketi için büyük bir eşik oldu. Her sene giderek kalabalıklaşan yürüyüşün yanı sıra, İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere pek çok kentte LGBTİ+ örgütlenmesi ve dernekleşmesi giderek hız kazandı. Türkiye'de ilk Trans Onur Yürüyüşü ise 2010 yılında "Nefrete karşı yürüyoruz" şiarıyla yapıldı. Pek çok kente yayılan Onur Yürüyüşü, 2013'te Gezi direnişiyle birlikte büyük bir sıçrama yakaladı. Yüz bin kişi, İstiklal Caddesi'nin ortasında, iktidarın LGBTİ+fobik, kadın düşmanı, halk düşmanı politikalarına karşı, "Alışın buradayız" dedi.
2014 yılından bu yana İstiklal ve seneler geçtikçe pek çok kentte Onur Yürüyüşü engellendi. Buna rağmen LGBTİ+'lar polis saldırısını ve işkencesini göze alarak her sene Mis Sokak'ta ve pek çok noktada, "Alışın buradayız" demeye devam ediyor.
Ama Türkiye'de LGBTİ+'ların direniş tarihi, Onur Yürüyüşleriyle sınırlı değil. 1987'de bir grup eşcinsel erkek ve trans kadın, Gezi Parkı'nın Tarlabaşı Bulvarı'na bakan merdivenlerinde açlık grevine başladı. LGBTİ+'lar, 1980'ler boyunca Tarlabaşı sokaklarında yaşayan trans kadınları Taksim çevresinden uzaklaştırmak için evlerine baskın düzenleyen, saçlarını kesen, zorla soyan, işkence eden ve basına deşifre eden Beyoğlu polisine tepki olarak girdikleri açlık grevinde "Polisin kötü davranışlarından vazgeçmesi için ölene kadar aç kalmaya razıyız" dedi.
Polis işkencesi, 90'larda da son bulmadı. "Hortum Süleyman" olarak bilinen Beyoğlu Emniyet Müdürlüğü polis amirlerinden Süleyman Ulusoy, Ülker Sokak'ta yaşayan trans kadınlara dönük sistematik işkenceler yaptı. 2020 yılında ise Bayram Sokak'ta yaşayan onlarca trans kadın defalarca gözaltına alındı, evlerinden atıldı, kapıları mühürlendi.
Erkek egemen devletin çehresi değişse de LGBTİ+'lara dönük zulmü hiç değişmedi. Ancak LGBTİ+'lar, katledilen tüm arkadaşları için, Hande Kader için, Ahmet Yıldız için, Çağla Joker için, nefret cinayetlerinin tüm kurbanları için, onların da yerine, sokaklarda. Özgürlükleri için sokaklarda. Varoluşlarının tanınması için sokaklarda. Her sene, her yerde, her sokakta. Çünkü bilirsiniz, bizim her yürüyüşümüz onur yürüyüşü!