21 Kasım 2024 Perşembe

Halk sağlığını korumak için saray rejimini yıkalım

Çetelerle, mafyalarla, uyuşturucu baronlarıyla, kara para aklayanlarla özcesi her türlü pisliğe bulaşanlarla faşist şef Erdoğan'dan saray rejiminin en kıdemli bürokratlarına kadar hepsinin fotoğraflarının olması, kapitalist düzenin katil çetelerinin sırtını saray faşizmine dayadığının resmidir. Sermayenin kar hırsı ve faşist iktidarlarının bekası için her türlü çürümüşlüğün ve pisliğin en pervasız uygulayıcısı olan bu çeteleri koruyan, yeni doğan bebekleri katletmekten bir an olsun geri durmayan faşist saray rejimini yıkmadan ve halk cumhuriyetleri birliğini kurmadan halk sağlığını korumanın yolu yok.

"Sermaye güvenli bir yüzde 10 kar ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kar ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılamayacağı tehlike yoktur." (Kapital Cilt I, sf. 779, 67 nolu dipnot)

Covid-19 salgınıyla beraber sermayenin egemenliğine dayanan kapitalist sistemin insan sağlığını hiçe sayan bir sistem olduğunu bir kez daha yaşayıp gördük. İnsan odaklı değil kar odaklı olan kapitalist sistem, o güne kadar gelişebilecek bir salgına karşı sağlık sistemini güçlendirmezken, salgının yarattığı ortamda maske, hijyen ürünleri, solunum cihazları vb. üretimine hız vererek karını arttıran politikalara yöneldi. Yine çıkış noktası halk sağlığı için sağlık sistemini güçlendirmek değil, ortaya çıkan salgın vb. hastalıkları kapitalist karı yükseltmenin bir fırsatına çevirmek oldu. Yaşlılar, emeklilik maaşlarından kurtulmak için birçok ülkede ölüme terk edildi. Birçok ilaç şirketi ve onları destekleyen kapitalist devletler Covid-19'a karşı geliştirilen aşılar için rekabete tutuştu. Öyle ki o rekabet içinde faz aşamaları bile tam olarak test edilmeyen aşılar hızlıca piyasaya sürüldü. Sonraki yıllarda bu aşıların insanlar üzerinde çokça olumsuz etkisi olduğu görüldü. Sermayenin kar odaklı hareket tarzının sonuçlarını, bilimin ve teknolojinin bugünkü gelişim düzeyiyle tedavi edilebilir ya da önlenebilir birçok hastalığın tedavi edilmemesi ve önlenmemesinde de görüyoruz. İlaç tekellerinin yüksek karlarını güvencelemek için insanların önlenebilir ve tedavi edilebilir hastalıklardan ölmesine bu kapitalist sermaye düzeni izin veriyor.

Aynı sermaye düzeni, faşist şeflik rejiminin yönetimi altındaki bu coğrafyada her gün yeni ölümlere yol açıyor. "Yenidoğan çetesi" etrafında ortaya çıkan bebek ölümleri ve gerçekler bunun sadece güncel versiyonu oldu. Sağlık sektörünün kar odaklı bir merkeze ve hastanelerin ciddi gelir getiren birer ticarethaneye döndüğü yerde çeteleşmenin oluşmaması ve mafyanın girmemesi zaten beklenemezdi. Keza sağlık bakanlarının çoğunun ya hastane ya da sağlık sektöründe şirket sahibi oldukları AKP-MHP faşist iktidarında, sağlık sektörünün 'sağlıklı' olma şansı zaten yoktu. AKP iktidarının "Sağlıkta Dönüşüm Programı"nın gelip dayandığı güncel gerçek bu.

2003 yılından itibaren uygulanmaya başlanan bu program Dünya Bankası'nın desteğiyle Türkiye'deki sağlık sektörünün emperyalist küreselleşme politikaları kapsamında dönüştürülmesinden başka bir şey değil. 2002'de bu dönüşüm AKP programında en net şu cümlelerle ifade edilmişti: "Özel sektörün sağlık alanına yatırım yapması teşvik edilecektir". Sonraki bütün yıllarda bu teşvikler zemininde sağlık alanında ciddi bir dönüşüm gerçekleşti. Özel hastahaneler her yerde birer ticarethane olarak mantar gibi türerken sağlığa ayrılan bütçe aynı oranda yükselmedi. 2002 yılında 83 TL olan kişi başına düşen sağlık harcaması, 2008'de 219 TL'ye, 2017'de 385 TL'ye, 2021'de ise 876 TL'ye kadar arttı. 2002 yılında 284 lira olan toplam sağlık harcaması, 2021'e gelindiğinde 4 bin 206 TL'ye çıktı. 2002 yılında toplam 271 olan özel hastane sayısı, yüzde 111.7 artarak 2024'de 572'ye yükseldi.

AKP'nin tüm sağlık programı Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kurumların danışmanlığını yaptığı sağlık alanının sermaye sınıfı için her türlü yolla bir sermaye birikim alanına dönüştürülme projesidir. Yani sağlık alanındaki her şeyin metalaştırılarak alım satım nesnesi haline getirilmesi, devlet eliyle özel sağlık sektörünün teşvik edilmesi ve zorda kalındığında da beslenmesi vb. biçimlerde ulusal düzeyde ticarete dönüştürülmesidir. Faşist saray rejiminin tüm sağlık politikaları ve sağlıkta dönüşüm programı 'verimlilik', 'karlılık', 'rekabet', 'performans', 'kalite' gibi sermaye bekçiliği işlevlerine ve sağlıktaki ticarileştirmeye uygun özelleştirme politikaları olarak hayat buldu. AKP iktidarının sağlık alanındaki politikasını, kamu harcamalarının sağlık hizmetleri içinde kısılması, devletin hizmetten daha çok denetim rolüne doğru çekilmesi şeklinde tariflemek de mümkün. Tabii ki bu denetim halk sağlığı denetimi değil, sermayenin karının denetimi oldu.

Diğer yandan sağlık sektöründe taşeronlaştırmanın arttırılmasıyla birlikte taşeron firmalarda çalışan emekçiler güvencesiz, zor koşullarda ve uzun süre çalıştırılmaya başlandı. Ayrıca bu zemin görevin gerektirdiği nitelikleri taşımayan kişilerin çalıştırılması nedeniyle halk sağlığında ve sağlık hizmetlerinde ağır sonuçlar üretti. Kamu-özel ortaklığı modeliyle kurulan ve işletilen şehir hastanelerinin de, özel ve kar amaçlı hizmetler sunmayı merkezine alan, sunulan sağlık hizmetinin odak noktasını halk sağlığının değil, elde edilecek karın belirlediği hastaneler olduğu gün geçtikçe daha da belirginleşti. Tüm bu zeminde faşist AKP-MHP iktidarının sağlık politikası, işçi sınıfı ve emekçilere, yoksul halka paraları kadar sağlık hizmeti, bunun sonucu olarak da sağlık hizmetlerine ulaşamamaları, alınamayan randevular, önlenebilir ve korunabilir hastalıklara maruz kalmalarıyla birlikte sağlıklı yaşam haklarının ellerinden alınmasına yol açtı. Kamuda sağlık hizmetine ulaşamama zemininde özel hastanelere teşvik örgütlendi. Bu kara dayalı rekabet gerçekliği içinde, insanların alacağı sağlık hizmeti, sağlık sorunları ve ihtiyaçları sermaye tarafından baskılandı, ödeme gücü olanlara seçme hakkı tanındı ve tıbbi ölçütlerden çok "müşteri memnuniyeti" giderek daha belirleyici olmaya başladı. Halk, sağlık sorunları olan birer birey değil, tüketiciye dönüştürüldü. Ödeme gücü olmayanlar ise nitelikli sağlık hizmetinden yararlanamadı, giderek kendi kaderine terk edildi. Fakat bu da yetmedi. Bu sağlık politikaları ve sermayenin kar hırsı Marx'ın dediği "işlemeyeceği cinayet, atılamayacağı tehlike yoktur" sözlerindeki gibi bebekleri bile katletme düzeyine kadar vardı.

Politikalar ve uygulamalar böyle olunca sağlık alanında yolsuzluk, hırsızlık, çeteleşme düzeyinde mali ilişkiler, mafyalaşma yaygınlık ve hız kazandı. "Sağlıkta Dönüşüm Programı" ile halkın sağlık hakkı kapitalist düzenin çetelerine teslim edildi. Gözlerini kırpmadan bebekleri katleden "yenidoğan çetesi" bunlardan sadece biri. Tüm çetelerle, mafyalarla, uyuşturucu baronlarıyla, kara para aklayanlarla özcesi her türlü pisliğe bulaşanlarla faşist şef Erdoğan'dan, saray rejiminin en kıdemli bürokratlarına kadar hepsinin fotoğraflarının olması kapitalist düzenin katil çetelerinin sırtını saray faşizmine dayadığının resmidir. Keza eski Sağlık Bakanının hastanesinin bu bebek katliamlarının bir parçası olması da bir başka resmidir.

Sermayenin kar hırsı ve faşist iktidarlarının bekası için bu her türlü çürümüşlüğün ve pisliğin en pervasız uygulayıcısı olan, bu çeteleri koruyan, bırakalım yetişkin insan yaşamına değer vermeyi, yenidoğan bebekleri bile katletmekten bir an olsun geri durmayan faşist saray rejimini yıkmadan ve halk cumhuriyetleri birliğini kurmadan halk sağlığını korumanın yolu yok. Çünkü; işçi ve emekçilerin, yoksul halklarımızın, temel insan haklarından biri olan nitelikli, ücretsiz, ulaşılabilir bir sağlık hakkına bu faşist saray rejimi ve kapitalist sermaye düzeninde ulaşması mümkün değil. Bu hak ancak halk cumhuriyetleri birliğinde sağlanabilir.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 25 Ekim tarihli 190. sayısında yayımlanan başyazısı.