24 Kasım 2024 Pazar

Cansu Yumuşak yazdı | Anlatılamayan bir anlatı

Her şeyin mümkün olduğunu, mümkün göründüğünü, düşlerin gökten zembille inmediğini, onları kurmak için binlerce insana dokunup herkesin umudunu tek tek yeşerten suyu dağıtmak için yola çıkmanın, bir düş yolcusu olmanın, akılsızlık, ihtiyatsızlık, temelsiz bir hayalperestlik olmadığını, hayal gücünün iktidarını istemenin çocukluk olduğu bir tahayyülde, çocukluğumuza sahip çıkmanın iyileştiriciliğini anlattım. Anlatıyorum hala.

Her şeyin olduğu ülkeden uzakta yaşıyorum bir buçuk senedir. Her şey, benimle beraber uzun yollar aştı, kıvrak sokaklar dolaştı, yeni insanlarla tanıştı. Şimdi yazın bile soğuk olan bu ülkede gün sayıyorum yıldönümüne, aklımda yüzler var, gelip geçen ışımalar, nereden çıktığı belli olmayan ufak tefek anılar.

Hiç bilmeyen birine nasıl anlatılır temmuzun yirmisi? Biri sana "Madem bu kadar seviyorsun, özlüyorsun ülkeni, neden gitmiyorsun" diye masumane bir soru sorduğunda, her şeyi nasıl açıklarsın? Ülkemden korkuyorum, toksik bir ilişki gibi, çok iyi olduğunu biliyorum, anılarımızı hatırlamaya doyamıyorum, gözlerim yanmadan aklıma gelen bir kare bile bulamıyorum ama bana öyle çok zarar verdi ki, gerçekten çok korkuyorum. Bunu her on yılında bir sarsıntılı bir darbe almamış, her yılında felaket yaşamamış, her ayında bir skandal patlamamış, her gününde bir acı haberle yıkılmamış bir memleketin evladına anlatmak ve bunların tam göbeğinde gözün, gönlün açık olarak yaşamış olduğunu, bugünlere yaralarınla geldiğini ve yaralarını sevdiğini söylemek öyle tuhaf ki. Anlamayacaklar sanki. Mümkün değil gibi. Gene de defalarca denedim.

İlk defa, ülkemden az buçuk haberdar olan ve arkadaş sayabileceğim insanlar arasında fısır fısır değiş tokuş ettiğim hikayemden fazlasını, geçen sene, yıldönümünde düzenlediğim mütevazi bir toplantıda, öfkeli bir sunumla anlattım insanlara. En çok da "Ama neden? Nasıl? Nasıl herkes sıyrılıp çıkabilir bu durumdan sizler bir enkazda kısılıp kalmışken" diye sordular. Baştan başladım. Bir tez yazıyorum bu konuda, orada da ne kadar baştan başlayacağımı kestiremedim. Ülkenin kuruluşuna kadar gittim. Seçim süreçlerini, ayrışmaları, birleşmeleri, halkları, silikleşen ya da silikleştirilmek için çabalanan var oluşları, kültürleri, insanları, dönemleri, ölümleri anlattım. Baskılara dayanamayıp bir çiçek gibi fışkıran Gezi'yi, içimize yaydığı umut ve inanç tohumlarını. Bütün Ortadoğu karmaşasını anlatacak ne bilgim ne halim vardı, o yüzden orayı özetledim ve yanı başımızdaki savaşı, içimizde yeşermeye çabalayan barışı anlattım. Her şeyin mümkün olduğunu, mümkün göründüğünü, düşlerin gökten zembille inmediğini, onları kurmak için binlerce insana dokunup herkesin umudunu tek tek yeşerten suyu dağıtmak için yola çıkmanın, bir düş yolcusu olmanın, akılsızlık, ihtiyatsızlık, temelsiz bir hayalperestlik olmadığını, hayal gücünün iktidarını istemenin çocukluk olduğu bir tahayyülde, çocukluğumuza sahip çıkmanın iyileştiriciliğini anlattım. Anlatıyorum hala. Ama hikaye uzun ve her yeni günle beraber yeni bir sayfa ekleniyor anlatıya. Yarınsız bir gecede belki her şeyi anlayabilecek kadar uzun konuşabilirdik ama yarınlar sürüyor. Hem de hala, utanmadan, içinde umut tutuyor. Her şeyi konuşmak bir türlü mümkün olmuyor. Her cümle yeni bir günle yaralanıyor, umutlu yerlerimiz acıyor.

9 sene oldu, hala devam ediyor dönüp baksan birkaç milisaniye sürmüş bir patlama. O senenin yazı, hiç bitmiyor. O seneden beri sanki kimse kimseden gerçekten özür dilemedi. Sanki kimse, bir başkasının çektiği acıyı yüreğinde taşımadı. Sanki uzun, bitimsiz gibi görünen koyu bir gece başladı. Gene de silkinip kalkmaya çok çabaladık. Birbirinden beter darbeler, akıl almaz mahkeme zabıt tutanakları, dilsiz hakimler, boş sanık sandalyeleri, gaz bombaları, gözyaşları, hasretler edindik yeni yeni. O zamandan beri ömrümüzün güzünün vademiz yettiğince göreceğimiz senelerin yazına denk geldiğini biliyoruz.

Tek nefeste anlatmak için çok şey oldu. "Bir yanda da şu vardı tabii o sıra..." diye lafa girip kendi sözümüzü kese kese gittiğimiz bu yolda, bitmemiş bir cümlenin noktasını taşıyoruz* sanki omzumuzda, kalbimizde, aklımızda.

Sürekli bir şeyler oluyor hala ülkemde. Ve ben her şeyin olduğu ülkemin uzağında yaşıyorum. Aklımda bir düşle uyandığım her sabahta ülkemi ruhumdaki yaralarda buluyorum, umutlarımın acıyan yerlerinde sızısını hissediyorum. Her şey, hala benimle beraber. Hala hayatta. Hala o anı ve hemen öncesini ve sonrasını yaşıyorum. Sevinsem, üzülsem, şaşırsam, korksam... Her şey o bitimsiz yola dönüşüyor. Biliyorum, bitmeyecek. Bitmiyor. Böylece taşıyorum belki içimde bir parça.

Her şeyin olduğu ülkede hiçbir şey bitmiyor.
Acı da, umut da.
Zulüm de, inat da.

*Bitmemiş Bir Cümlenin Noktasını Taşımak, Serhat Köroğlu'nun İthaki Yayınları'ndan çıkan öykü kitabının adıdır.