2 Ekim 2024 Çarşamba

Av. Sezin Uçar: Etkin bir adalet mücadelesi için baro başkanlığına adayım

İstanbul Barosu Başkanlığı'na aday olan Avukat Sezin Uçar, avukatlık mesleğinin hedef alındığı bir dönemde baronun avukatlık mesleğinin korunması ve adalet mücadelesinin büyütülmesi için önemli bir yerde durduğunu belirtti. Uçar, "Toplumsal mücadeledeki bu kadın özneleşmesine doğrudan tekabül eden ve bunun baro siyasetine pozitif yansımasını öncelediğimiz için kadın baro başkanı ile seçimlere katılıyoruz" dedi.

Yaklaşık 50 bin üyesi olan İstanbul Barosu, 10-11 Ekim'de Genel Kurulu'un gerçekleştirecekti. Ancak İçişleri Bakanlığı'nın 2 Ekim'de yayımladığı genelge ile genel kurulun, 1 Aralık'tan sonra yapılması söz konusu.

İktidarın "çoklu baro" yasasını getirmesinin ardından bir de pandemiyi bahane ederek böyle bir karar alması, tartışmalara neden oldu. İstanbul Barosu, sadece açıklama yaparak bunun "hukuksuz" olduğunu belirtti. Tartışmalar sürüyor... 

Biz gelelim baro genel kurul adaylarına. İstanbul Barosu yönetimine aday olan tek kadın avukat Sezin Uçar. Diğer adaylar ise mevcut Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu, Uğur Poyraz, Ata Yazıcıoğlu, Hasan Kılıç, Kaptan Yılmaz ve Gökhan Ahi.

İstanbul Barosu yönetiminde 4 kadın avukat bulunuyor, diğer baroların yönetimlerinde de kadınlar var ancak bugüne kadar İstanbul Barosu'nu da, Türkiye Barolar Birliği'ni de bir kadın yönetmedi. 

Avukat Sezin Uçar, Özgürlükçü Demokrat Avukatlar (ÖDAV) grubunun İstanbul Barosu Başkanı adayı. ÖDAV'ın başkan adayının kadın olması dışında, yönetim ve diğer kurullarında yer alan adayların yüzde 65'i de kadın. Sezin Uçar, eğer seçilirse baronun ilk kadın başkanı olacak. 

Adalet, avukatlık mesleğine yönelik saldırılar, nasıl bir baro ve genel kurulun bakanlık genelgesi ile ertelenmesine ilişkin birçok konuda sorularımız yanıtladı. 

Uçar'ın ETHA'nın sorularına verdiği yanıt şöyle: 

-Öncelikle en sıcak gündem olan İçişleri Bakanlığı'nın yayımladığı genelge ile baro genel kurulunun ertelenmesini nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyorum?

İçişleri Bakanlığı, yayımladığı genelge ile yetki il ve ilçe hıfzıssıhha kurullarına bırakıldı. YSK, bakanlığın genelgesinin ardından bir genelge yayınladı, meslek odalarının genel kurulları ertelenebilecek ama siyasi partilerin genel kurulları yapılabilecek. Sadece, pandeminin insan sağlığı üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden bile değerlendirdiğimizde bu kararın kendisi büyük çelişki barındırıyor. 

Baroların ve Türkiye Barolar Birliği'nin genel kurul tarihleri kanunla düzenlenmiştir ve 2 yılda bir yapılması gerekiyor. Kanunla tanımlanmış bir yetki, genelge ile ortadan kaldırılamaz.

Bunun arka planında iki neden yattığını düşünüyoruz. Birincisi, hem baroların hem de Türkiye Barolar Birliği'nin genel kurulunun ertelenmesi ile Metin Feyzioğlu'nun görev süresi uzatılmak isteniyor. İkincisi ise İstanbul'da kurulan 2 Nolu baroya zaman tanınıyor. Çünkü bu baronun genel kurul yapma yetkisi yok.

Evet, Saray hukukunun baskılarla, yasaklarla en küçük hakları bile nasıl ortadan kaldırdığını, pandemiyi nasıl avantaja çevirdiğini bu dönem çok net bir şekilde gördük. Bu da böyle bir durum. Beklediğimiz bir şey aslında.

Burada bir kez daha İstanbul Barosu'nun ortaya koyduğu tutum eleştiri konusudur. Bu karar tanınacak, uygulanabilecek bir karar değil demeli ve uygulanmaması için ısrarcı olmalıdır. Tüm avukatları harekete geçirecek bir eylem planı çıkarmalıdır. Ama İstanbul Barosu bir açıklama yaparak 'Bu hukuksuzluktur' dedi sadece. Bunu milyonlar da biliyor, görüyor. İstanbul Barosu, 12 Eylül'de kapısına mühür vurulmak istenen ama buna izin vermeyen bir baroydu. Baro Başkanı Durakoğlu da bununla çok övünür. Ama bugün ortaya koyduğu pratik bununla uyuşmuyor.

Biz ÖDAV olarak, 10 ve 11 Ekim'de kongrenin yapılacağı Haliç Kongre Merkezi'nde olacağız. Tüm meslektaşlarımızı da bekliyoruz.

İŞÇİ AVUKAT, KADIN MÜCADELESİ AKTİVİSTİ
-O zaman Sezin Uçar'ı tanıyarak devam edelim...

2004 yılında İstanbul Barosu'nda avukatlık stajına başladım. 3 yıl çeşitli avukatlık ofislerinde işçi avukat olarak çalıştıktan sonra Ezilenlerin Hukuk Bürosu'nda avukatlığa devam ettim.

İstanbul Barosu bünyesinde çeşitli tarihlerde Çalışma Yaşamı Komisyonu, İnsan Hakları Komisyonu ve Kadın Hakları Merkezi'nde çalışmalar yürüttüm. İstanbul Barosu'nda kadın basketbol takımının kuruluşunda yer aldım. 

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesiyim ve bu derneğin pek çok komisyonunda çalışıyorum. 

Farklı dönemlerde; Emekçi Kadınlar Derneği, Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Barış İçin Kadın Girişimi, Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu ve pek çok kadın örgütünde çalışmalara katıldım. 

Çeşitli hukuk dergileri ve kimi politik dergilerde; insan hakları ve toplumsal mücadelenin çeşitli alanlarında makaleler yazdım. Halen Sosyalist Kadın dergisinde editörlük yapıyorum. Sosyal medya yöneticiliği önlisans programında öğrenim görmekte olup halen İstanbul Barosuna bağlı serbest avukatlık faaliyeti yürütmekteyim.

-'İşçi avukat olarak çalıştım' dediniz. Nasıl oluyor işçi avukatlık?

Avukatlık aslında özü itibariyle serbest yürütülecek bir meslek. Ancak neoliberal politikalar bugün yaşamın pek çok alanını etkilediği gibi, bizim mesleğimizi de etkiliyor. Yani sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda avukatlık mesleği yeniden organize edilemeye çalışılıyor. Avukatlık, adalet mücadelesinin, kadınların, ezilenlerin, gençlerin, yoksulların, işçilerin, LGBTİ+'ların hak alma mücadelesinin mesleğidir. Ama aynı zamanda bugün bakıyoruz pek çok meslektaşımız çok büyük şirketlerde, yüzlerce avukatın çalıştırıldığı hukuk şirketlerinde çalışıyorlar. Bu bürolarda çok ciddi bir sömürü düzeni de var. Ekonomik koşullar bakımından, sosyal haklar bakımından son derece sınırlı imkanlarla avukatlık yapıyorlar. İstanbul gibi çok büyük, 50 binin üzerinde avukatın olduğu bir kentte, ezici oranda işçi avukat var. Asgari ücretin altında dahi çalışmak zorunda olan avukat arkadaşlarımız var. O nedenle pek çok avukat kendi bürosunu açana kadar işçi avukatlık yapmak zorunda kalıyor. Koşullar da sanıldığı kadar iyi değil.

Baroların da işçi avukatların haklarını güvenceleyecek bir politika ürettiklerini söyleyemeyiz. Mevcut İstanbul Barosu yönetimi de bu gerçekliği kabul etmiyor. Açıktan, "işçilik kavramı ile avukatlık kavramı yan yana gelmez, avukatlık özü itibariyle bir dayanışma mesleğidir" deniliyor. İstanbul Barosu buna "bağlı çalışan avukatlar" diyor. Ama şu gerçeğin üzeri örtülüyor; çokça hukuk bürosunda birisi sömüren, birisi sömürülen çok sayıda avukat var. İşverenlik durumu bir gerçek. Sorunu doğru ortaya koymak gerekiyor; işçi avukatlık bir gerçeklik ve bizim bu gerçeklikle doğru temelde ilişki kurmamız gerekiyor. İşçi avukatların haklarını güvenceleyen, ekonomik sorunlarını önceleyen, bir politika inşa etmemiz gerekiyor. 

'ÇOKLU BARO' TÜM TOPLUMA YÖNELİK BİR SALDIRIYDI...'
- "Çoklu baro" başta olmak üzere baro ve avukatlık mesleğine yönelik bir dizi saldırı söz konusu. Öncelikle bu saldırılara karşı baroların ortaya koyduğu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?

"Çoklu baro" saldırısı neden yapıldı, öncelikle buradan başlamak gerekiyor. AKP'nin, mevcut siyasal rejimin egemenlik kuramadığı bazı alanlar var. Bunlardan birisi, kültür ve sanat alanı. Bir birikim ve yatırımı olmadığı için bunu yapamıyor. Diğeri de meslek odaları. Dolayısıyla demokratik yollarla seçimi alamadığı meslek odalarına antidemokratik bir biçimde yasa çıkartarak egemen olmak istiyor. Sadece barolara değil, bundan sonra diğer meslek örgütlerinin de hedef alınacağını düşünüyoruz. Mevcut siyasal rejimin böyle bir projesi var.

Bu süreçte 80 baronun da ortak bir açıklama yapması, ortak bir paydada buluşmasını önemli buluyoruz, aralarındaki farklılıklara rağmen. Mesleğe yönelik en genel saldırıya karşı hepsi ortaklaşmış oldu. Ortaklaştıkları, Meclis'e yürüme kararı almaları elbette olumlu ama saldırıyı doğru temelde okumak ve püskürtecek eylem programı çıkarma konusunda İstanbul Barosu ve diğer baroların da son derece eksik olduğunu düşünüyoruz. Yani bu sadece mevcut baro yönetimleri ve başkanlarına dönük bir saldırı değildi. Dolayısıyla sadece onların Ankara'ya yürümesi, Meclis'te nöbet tutmasıyla püskürtülemezdi. Yapılması gereken, tüm avukatları harekete geçirmek, toplumun diğer kesimleriyle de ortaklaşmaktı. Diğer meslek kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, toplumu oluşturan her kesim bu konuda aydınlatılmalı ve birlikte hareket planı çıkarılmalıydı. Ama İstanbul Barosu da, diğer barolar da avukatları eylemin dışında tuttu.

Ankara Valiliği'nin eylemi yasaklaması, var olan faşist hukukla yönetilen bir süreçte çok sürpriz bir durum değildi. Beklenen, öngörülendi. İstanbul Barosu, buna karşı tüm avukatları oraya taşımak yerine, hızla Ankara'ya gidecek otobüsleri iptal etti. Bu, saldırıyı karşılayamayacağının ilanıdır. "Benim böyle bir kapasitem yok, saldırıyı karşılayacak gücüm yok" demektir. Nihayetinde de saldırı püskürtülememiş oldu.

İstanbul Barosu yönetimi ve başkanının payı vardır, hem yasanın geçmesinde de hem de yasa çıktıktan sonra, sonuçta bunun sonuçlarıyla her gün muhatabız. Bakın yeni bir baro kuruldu. Yasa geçti biz yapacağımızı yaptık gibi bir politika da söz konusu olamaz. Anayasa Mahkemesi üzerinde bir basınç kurulabilirdi, yasanın iptali için bir eylem programı yapılabilirdi ama bu kararlılığı göstermedi.

'EGEMEN HUKUK İDEOLOJİNE TABİ OLAN DEĞİL, KARŞISINDA DURAN BİR BARO'
-Peki siz nasıl bir baro istiyorsunuz?

Mevcut siyasal iktidar, son beş yıl içerisinde kendi siyasal rejimini yargı üzerinden restore etmiş oldu. Politik İslamcı rejim olarak tarifleyebileceğimiz bu rejim, yargı üzerindeki çeşitli düzenlemelerle gerçekleşti. HSK'nın yapısı değişti, OHAL/KHK döneminde avukatlara ve demokratik kamuoyuna dönük çeşitli saldırılar gerçekleşti. Ve en nihayetinde de "çoklu baro" sistemi gelmiş oldu. Bu, Saray hukukunun, faşizm hukukunun avukatlık mesleği ve yargı ile kurduğu ilişkiyi gösteriyor. Hem mevcut baro yönetimi ve yönetime hakim olan anlayış, bunun karşısındaymış gibi görünüp ama aslında devletin sürekliliği esas olduğunda ya da devletin oluşumu bakımından egemen hukuk ideolojisiyle çok yan yana geldi.

Doğrudan toplumsal adalet mücadelesinin içerisinde yer alması gereken bir kurum olması gerekiyor. Dolayısıyla kimi sorunları görmezden gelemez. Örneğin Kürt özgürlük mücadelesinin bugün içinde bulunduğu durumu tanımlaması ve buna uygun bir politika üretmesi gerekiyor. Keza kadın özgürlük mücadelesi bakımından da aynı şeyler geçerli. 

Söylemde ve pratikte, şoven, milliyetçi ve ırkçı bakış açısından mutlaka sıyrılması gerekiyor ki, mesleğe uygun bir kamu kurumu niteliğinde olsun. Mesela İstanbul Barosu'nun Suriye açıklamalarına baktığımız zaman, toplumsal barışı ve evrensel hukuk normlarını esas alan açıklamalar değil, aksine devletin faşizm hukukunu tahkim eden bir yerde durduğunu görüyoruz. En son Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan gerginliğe ilişkin yaptığı açıklamada da adeta Türkiye devleti adına bir açıklamada bulundu. Halbuki bu bir savaş sermayesi, savaş politikası. Bunu teşhir etmesi gerekirken, evrensel hukuk normlarını hiçe sayan, adeta savaş kışkırtıcılığı yapan bir açıklama yaptı. 

Burada şu da önemli; bu ya da benzeri nitelikteki açıklamalar Ermeni sorununu da görmezden gelen açıklamalar. Sonuçta Ermenilere dönük bir tehdide yol açıyor. Bu bakımdan da baronun resmi hukuk ideolojisinden elbette ki kopuşması gerekiyor. Egemen hukuk ideolojisine tabi olan değil, onun karşısında duran bir baro. 

Bir diğer husus da, sermayenin çıkarları doğrultusunda mesleğin şekilleniyor oluşu. Buna temelden itiraz edilmesi gerekiyor. Çünkü avukatlık özü itibariyle serbest yapılan ve bir kamu hizmeti niteliği olan bir meslektir. Saldırılarla bunlar hedefleniyor. Eğer bugünden itibaren bunlara karşı konulmazsa avukatlık sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda bir onay makamına, bir tasdik makamına dönüşecek. Esasında devletin ihtiyaçları da bu olacağı için kendi varoluş zeminini kaybetmiş olacak. Buna karşı çıkılması gerekiyor. 

Bir de meslektaşlarımızın özlük haklarımız bakımından yaşadığı sorunlar var; ekonomik sorunlar, sosyal sorunlar var ya da teknik sorunlar var. Ama özü itibariyle teknik olmayan, savunmanın geldiği nokta bakımından karışımıza çıkan kimi sorunlar var. Bunlarda da elini taşın altına koyan, bunların çözümünü önceleyen de bir değişikliğe ihtiyaç var baro bakımından. 

'TOPLUMUN TÜM KESİMLERİYLE GÜÇLÜ BİR ADALET MÜCADELESİ ÖRÜLMELİ'
- Adaleti savunmak, baronun en temel görevi. Yakın zamanda adalet için avukatlar yaşamlarını yitirdi. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?

Bugüne kadar pek çok meslektaşımızı adalet mücadelesinde kaybettik. Tahir Elçi, devletin kirli savaş politikasının sonucunda yaşamını yitirdi. 10 Ekim Ankara Gar katliamında Uygar Coşkun'u kaybettik. Son olarak da son derece haklı ve meşru bir taleple, adil yargılama talebiyle ölüm orucu eylemi yapan Ebru'yu kaybettik.

Çok tartışıldı ve kimse hemfikir olmak zorunda da değil, ölüm orucu eylemi doğru muydu, yanlış mıydı diye. Ama bir baro, bir avukatın adil yargılanma talebinin, bu kadar doğru ve meşru talebinin arkasında dolaysızca durmalıydı, o meslektaşımızın yaşaması için elinden geleni yapmalıydı. Böyle olmadı. İstanbul Barosu Başkanı Durakoğlu bizi yine şaşırtmadı. Meslektaşlarımız Ebru'yu kaybettikten sonra baro önünde bir tören düzenlemek istedi ve fotoğrafını baro binasına astı. Sonuçta Ebru, baronun üyesi ve talepleri çok haklı. Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı Soylu, bu demokratik taleplere dahi tahammül edemeyerek, İstanbul Barosu'nu hedef aldı. İstanbul Barosu Başkanı, arkadaşımızın resminin baroya asılmasını ve taleplerini sahiplenmek yerine, asan arkadaşlarımızı hedef gösterdi. Baro, iktidar saldırılarının karşısında hiçbir zaman cesaretle, kararlı ve iddialı bir tutum almadı. Bırakalım arkadaşımızın hatırasına sahip çıkmalarını, eyleminin meşruiyetine dahi uymayacak, onu hak etmeyecek davranışlar içerisinde oldular. Soylu'nun hedef göstermesinin karşısında Baro Başkanı Durakoğlu da başka meslektaşlarımızı hedef gösterip, Ebru'nun fotoğrafının yerine Türk Bayrağı'nı asarak kurtulmaya çalıştı. Ama bu iddiasız baro politikası ne bizim mesleğimize yakışıyor ne de 50 bin avukatı temsil eden bir baro başkanına yakışmıyor. 

Adalet, bu ülkede tüm toplumun en yakıcı şeklide herkesin temel talebi. Kadınlar adalet istiyor; şiddet görmediği, katledilmediği, tecavüze uğramadığı bir dünyada yaşamak istiyor. İşçiler sömürülmek istemiyor. Sivas, Suruç, Ankara gibi IŞİD katliamlarında yaşamlarını yitirenlerin aileleri adalet bekliyor. Dolayısıyla toplumsal adalet mücadelesi herkesin, her kesimin talebi. Biz avukatlar da, adalet mücadelesinin hem en önündeyiz hem de içerisindeyiz. En önünde yürümeye çalışıyoruz çünkü adaletin mahkeme salonlarından ibaret olduğunu düşünmüyoruz. Güçlü bir adalet  mücadelesiyle ancak katliamların aydınlatılabileceğini, adaletin yerini bulacağını düşünüyoruz. Dolasıyla avukatların adalet mücadelesinde oynadığı rol önemli bir yerde duruyor. Çünkü zaten yargının diğer unsurları, savcılık ve hakimlik makamı gibi, bunları düşündüğümüzde zaten adalet talebini karşılamaktan çok uzak kurumlar. Bunun için etkin bir mücadele yürüten, iktidardan da bağımsız olan tek kesim avukatlar. Dolayısıyla üstlendiğimiz misyon ve sorumluluğun da farkındayız. Buna uygun bir baro politikası inşa etmeye çalışıyoruz. İstanbul Barosu mevcut yönetimi de buna uygun bir şekilde hareket etmeyince elbette alternatif bir baro politikası adalet mücadelesi geliştirmek zorunda kalıyoruz. 

'TEKÇİ DEĞİL, EŞİTLİKÇİ, CİNSİYET ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR BARO'
- Tek kadın baro başkan adayısınız. Bir avukat olarak hem kadın mücadelesinin aktivistisiniz hem de savunmansınız. Kadın mücadelesi bakımından nasıl bir baro düşünüyorsunuz?

Biraz yönetim mekanizmalarından başlayayım. Kadın özgürlük mücadelesinin, yaşadığımız coğrafyadaki seyrini ele aldığımızda çok yol katedildi, çok bedeller ödendi ama çok şey de kazanmış olduk. Örneğin politikada, siyasette her anlamda kadınların yönetim mekanizmalarında temsilinin garanti altına alacak çeşitli mekanizmaları kazandık. Yani pozitif ayrımcılık, kota, eşitlik, eşbaşkanlık gibi. Baro yönetimi bakımından da bunların olması gerektiğini düşünüyoruz. Mevcut baro bırakalım bir kadın başkan tarafında yönetilmeyi, yönetimde eşitliği dahi sağlayabilmiş durumda değil. Kadın özgürlük mücadelesi bu kadar güçlüyken kadınlar her gün sokakta İstanbul Sözleşmesi'nin kaldırılmak istenmesine karşı çıkarak bu kadar güçlü bir mücadele yürütürken, -aslında bu sadece coğrafyamızda da değil tüm dünyada böyle-  bütün toplumsal mücadeleye önderlik, öncülük edecek pozisyona gelmişken baroların bunun gerisinde kalmış bir tavrı kabul edilemez. 

Türkiye'de sadece 2 baronun başkanı kadın, diğerlerinin tümü erkek. Elbette ki sadece kadın baro başkanı olsun ne şekilde yönetilirse yönetilsin gibi kaba bir yaklaşımımız yok. Ama bu denli güçlü bir kadın özneleşmesi içerisinde kadınların yönetim mekanizmalarında bu kadar az temsil edilmesini, baro başkanlığı gibi bir kurumda bu kadar az görev almasını kabul edemeyiz. Dolaysıyla Özgürlükçü Demokrat Avukatlar olarak, cinsiyet eşitliğini de hedefliyoruz. Bütün delegasyon, yönetim ve diğer kurul adaylarımızın ortalamasını aldığımızda yüzde 65 oranında bir kadın temsiliyetimiz söz konusu. Bu dönem bakımından özellikle tercih ettik. Yani toplumsal mücadeledeki bu kadın özneleşmesine doğrudan tekabül eden ve bunun baro siyasetine pozitif yansımasını öncelediğimiz için kadın baro başkanı ile seçimlere katılıyoruz. 

'ADAYLIKLARIN AÇIKLANMASI TEK ADAMLIK REJİMİ BARO SİYASETİNE UYGULANIŞIDIR'
Biz, benim adaylığımla birlikte tüm yönetim kurulu üyelerimizi aynı anda açıkladık. Hem İstanbul Baro Başkan Durakoğlu hem de diğer erkek adaylar, kendi adaylıklarını açıkladılar ama yönetim kurulu adaylarına ilişkin bir açıklama yapılmadı.

Tamam, Erdoğan diktatörlüğündeki bir tekçi yönetime karşı çıkılıyor ama baro siyaseti yapmaya aday olanlar, hem mevcut baro başkanı hem de ona alternatif olarak aday olanlar başka türlü bir tek adam pratiği ile karşımıza çıkıyorlar. Yönetim listelerini oluşturmuyorlar, paylaşmıyorlar. Eleştirdiğimiz tek adam rejimini baro siyasetine uygulamış oluyorlar.

Biz, adaylığımla birlikte bütün kurul adaylarımızı açıkladık, kolektif bir yönetim mekanizmasıyla baroyu yönetmek istiyoruz. Sadece bir yönetim kurulu toplantısı yapıldığı, bütün kararların orada alındığı değil de bütün avukatların temsil edildiği, karar alma süreçlerinde etkin yer alabildiği bir baro meclisi de düşünüyoruz yönetim bakımından.

Baronun bugünkü işleyişi bakımından; bir Kadın Hakları Merkezi, Adli Yardım Servisi var. Kadın avukatların şiddet gördüğü durumda başvurabileceği, ücretsiz avukat hizmetine erişebileceği kimi mekanizmalar var. Ama bunlar bugünün ihtiyacını gören ve hızlı çözüm olabilecek mekanizmalar değil. Buradaki hantallığı ortadan kaldırmaya ihtiyaç var. Kadınların daha doğrudan, kadın avukatlara erişimini sağlamak gerekiyor.

Bir diğer önemli gördüğümüz husus da şu; biz kadın avukatlar olarak hem erkek egemenliğiyle karakterize olmuş, yargı içerisinde, adliyelerde, hem de meslektaşlarımızın erkek egemen bakış açısıyla da mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Genç kadın avukatlar yanlarında çalıştıkları avukatların tacizine, mobingine uğruyor. Adliyede kapıdan girdiğimiz andan itibaren özel güvenlikçilerin tacizine uğruyoruz. Hakim, savcıların tacizkar bakışlarıyla karşı karşıya kalıyoruz. Yaptığımız savunmadan ziyade giydiğimiz eteğin boyu mevzu bahis oluyor. Kıyafetimize, yaşam tarzımıza karışılıyor. Bunların hepsi erkek egemen ideolojinin adliyelere ve yargı mekanizmasına sirayet etme biçimi. Ama bunlar karşısında da meslek örgütümüzü yanımızda göremiyoruz. Yani bir avukatı disiplin kuruluna şikayet ettiğimizde onun yargılanması ve bu disiplin kurulu soruşturmasının sonuçlanması çok uzun bir süreyi bulabiliyor. Burada kadın beyanı esas alınmayabiliyor, bu süreçlerde kadınlar yıpratılabiliyor.

Yakın zamanda Muhittin Köylüoğlu olayında gördük. Çok sayıda meslektaşımız bu kişinin tacizine maruz kalmış ama bu kişi baro tarafından korundu. Sağlıklı bir yargılama, kadınların yaşadıklarını paylaşmaya, yargı mekanizmalarına başvuracak, sevk edecek, bu konuda cesaretlendirecek, yanında duracak bir baro olmadığını gördük bu olayla. 

'KENDİNİ TOPLUMUN DEĞİŞİMİNDE ÖZNE OLARAK GÖRMEYEN BİR NESİL YARATMAK İSTİYORLAR'
-İktidarın avukatlık mesleğine yönelik saldırılarından diğeri de stajyer avukatların ruhsat haklarının gasp edilmesi. Ne hedefleniyor bununla?

Bu, avukatlık mesleğindeki dönüşümün bir parçası. Adli yıl açılışında Erdoğan, 'terörist avukatlar' diyerek avukatları hedef aldı, ruhsatlarımızın iptal edilmesinin talimatını verdi. Daha sonrasında Meclis bunun hazırlığını yapmaya girişti. Stajyer meslektaşlarımızın haklarındaki soruşturma ya da kovuşturma gerekçe gösterilerek ruhsatlarının gasp edilmesi de bu saldırının bir parçası.

En başta da masumiyet karinesini ortadan kaldıran bir şey bu. Bu kişiler hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkumiyet yok, ya kovuşturma ya da soruşturma aşamasında. Ama bunun yanı sıra da hukuk fakültesinden başlamak üzere bu mesleği yapacak kişileri şekillendirmek istiyorlar. Hukuk fakültesi öğrencilerinin düşünen, sorgulayan, itiraz eden, her şeyi kabul etmeyen bir mizaçları var. Bu biraz yaptığımız işin doğası gereği de böyledir. Yani 6 Kasım'da YÖK'ü protesto etmek, bir yemekhane zammını protesto etmek ya da her hangibir toplumsal mücadeleye dair en demokratik hakkını kullanmak, bir basın açıklamasına katılmak, sosyal medyadan herhangi bir paylaşım yapmak bu tip soruşturmanın, kovuşturmanın bir konusu yapılıyor. Dolayısıyla en başından beri, sözünü söylemeyen, toplumsal konularda fikir üretmeyen, kendini toplumun değişiminde özne olarak görmeyen bir nesil yaratmaya çalışıyorlar. Ve hukuk fakültesinde okuyan gençlere şu mesaj verilmek isteniyor: Avukat olmak istiyorsanız, ruhsatınız iptal edilmesin istiyorsanız fikrinizi söylemeyeceksiniz, herhangi bir sosyal, siyasal etkinlik içerisinde olmayacaksınız.

İstanbul Barosu, bu sorun karşısında tabi ki bir şey yapmıyor. Bu kadar temel bir saldırı karşısında sessiz kalmak, hiçbir politika üretmemek, Adalet Bakanlığı'nın bu tavrı karşısında meslektaşlarımızın yanında olmamak kabul edilemez. 

MESLEKTAŞLARA ÇAĞRI: GELİN, OYUNUZU KULLANIN
- Son olarak ne söylemek istersiniz?

Son iki seçimde pek çok meslektaşımız oy kullanmaya gelmedi. Genel, mevcut siyasal rejimin bütün yurttaşlar üzerinde yaratmaya çalıştığı umutsuzluk, meslektaşlarımızda da var. Ama bunu görüp esasta biz de var etmek istedikleri de bu. Ya işte adalet mücadelesini sekteye uğratmak, bu mücadelenin öznesi olan avukatları umutsuzluğa, karamsarlığa itmek. Ben de bu nedenle meslektaşlarımıza genel kurul anında orada olmalarını tavsiye ediyorum. Fikirleri ne olursa olsun, hangi seçim grubuna oy verecek olurlarsa olsunlar mutlaka genel kurula katılsınlar.