Arzu Demir yazdı: Ya Erdoğan'ın çarkları ya işçilerin hayatı
Yaşam grevi, iktidarın bu faşist politikalarını durdurmak bakımından çok önemli. Paris'te indirilen bir kepengin üzerinde şöyle yazıyordu: "Kepengi indirdik ama pes etmedik." Emekçi sol hareketin, öncülerin de sloganı bu olmak zorunda. Yoksa koronadan sonrası beklenirse, çok geç olacak.
Faşist şef Erdoğan, halkın can derdinde olduğu bu günleri de iktidarının bekası için kullanıyor. 15 Temmuz darbe girişimini, "Allah'ın lütfu" diye karşılayarak OHAL rejimini olağanlaştıran iktidar, şimdi de salgın tehdidi gerekçesiyle sokağa çıkma yasağını rutin hale getirmek istiyoruz.
Dünyanın hiçbir yerinde salgına karşı hafta sonları sokağa çıkma yasağının ilan edildiği bir önlem biçimi yok. Bu yöntemin bilim dışı olduğu düpedüz ortada. Saray rejimi de elbette bunun farkında. Peki, neden bu akıl dışı uygulamada ısrar ediyorlar?
Bu sorunun yanıtı Erdoğan'ın "Çarklar dönecek" sözünde gizli. İktidar, kapitalizmin çarklarının dönmesi için emeği ile yaşayan milyonlarca insanın canını hiçe sayıyor. İşyerlerinde salgına bağlı ölümler başladı. Dev Yapı İş Sendikası'nın Anadolu Yakası temsilcisi olan Hasan Oğuz yaşamını yitirdi. Genç bir işçi olan Hasan'ın çalıştığı şantiye Galataport'ta 3 işçiye koronavirüs teşhisi konuldu. Ardından işçiler, şantiyede iş bıraktı. Hasan da 7 Nisan'da kalp krizi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Sendikanın verdiği bilgi göre, Hasan'a hastanede koronavirüs tedavisi uygulandı. Ancak gencecik bir işçi, "sırf çarklar dönsün, Saray saltanatı sürsün" diye hayatını kaybetti. Hasan'ın ölümünün ardından şantiyede çalışma durdu.
Faşist şeflik rejiminin karakteri gereği işçilerin ölümü umurunda değil. Aslında kapitalist devletin demek daha doğru. Bu durum, tam da Paris'te bir evin penceresinden asılan pankartta yazdığı gibi: "Onlar paraları, biz ölüleri sayıyoruz." İktidar hem bir yandan "kurtarma paketleri" ile sermayeyi krizden kurtarma derdindeyken, diğer yandan da salgına karşı istisna olarak uygulanması gereken önlemleri, genelleştirme ve olağanlaştırma niyetinde. Hafta sonları sokağa çıkma yasağı devam edecek. Böylece üretim hafta içi sürecek, çarklar dönecek. Halk arasında geliştirilen dayanışma biçimleri ve protestolar da böylece sokağa çıkma yasakları ile zayıflatılacak, engellenecek.
Bu iş böyle olmaz. Halkın sağlığı bu şekilde sağlanmaz.
Yapılması gerekeni günlerdir Tüm Çalışanlar İçin Sağlık Platformu söylüyor. Limter-İş Sendikası'nın üyeleri her sabah tersaneler bölgesinde yaptıkları çalışma ile gösteriyor. Sosyalistler, tersane işçilerine, her sabah "Hastalıktan ölmek istemiyorsanız, çalışmama hakkını kullanın" diye sesleniyor. Bunun adı, yaşam grevi.
İktidarın o çok sevdiği çarklar durmak zorunda. Ölümden kurtulmanın başka yolu yok. Yaşamak için gerekli iş kolları dışında tüm üretim durdurulmalı. En az iki hafta. Gerekli iş kollarındaki çalışan işçilerin virüse karşı nasıl korunduğu da bağımsız kurullar tarafından denetlenmek zorunda. Bu denetim de, her şeyi yalan olan iktidara bırakılamaz.
Peki, salgın günlerinde işçiler nasıl greve çağrılacak? Öncelikle sendikaların, konfederasyonların bu kararı alması gerekiyor. Hükümet işçilerin, ücretli izin talebini karşılamak yerine, onları açlığa mahkûm edecek yasa hazırlığında. Bu nedenle, sendikaların, işçilerin can güvenliğini sağlama konusunda sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Bu iş, gözü dönmüş iktidarın "iyi niyeti"ne bırakılamaz. Sadece sendikalar da değil, HDP başta olmak tüm siyasi partiler karar vermek zorunda. Halk arasında dayanışmayı örgütlemek son derece önemli. Elbette bu dayanışma bizi yaşatacak. Ancak bu dayanışma mekanizmalarının yanı sıra, iktidarı gerek faşist yasaları konusunda geri atmaya zorlayacak gerekse de halkın canını koruyacak önlemleri anlamaya zorlayacak bir mücadeleyi devreye sokmanın zamanı gelmedi mi? Bu mücadele, salgın sonrasına bırakılamaz. Baksanıza, iktidar, kendi durumunu güçlendirmek için hiçbir şeyi salgın sonrasına bırakmıyor.
Karar verdikten sonra gerisinin nasıl olacağını Limter-İş Sendikası'nın pratiği gösteriyor. Bu hastalık günlerinde de işçilere seslenmek, eylem yapmak, devrimci politika yürütmek mümkün. Bildiri yoksa, duvar gazeteleri, sesli ajitasyon araçları var. Yüz yüze örgütleme, Iaraya 1,5 metre mesafe koyarak yine var. Ev toplantısı yoksa ev önü toplantıları, balkon toplantıları niye olmasın. Maske takıp markete gitmek mümkünse, maske takıp siyasi çalışma yapmak, eylem yapmak neden olmasın? Sabah saatlerinde işçileri koruyucu önlemleri alarak greve çağıran çalışma yapmak, fabrikalarda, şantiyelerde işçilerin hiçbir önlem olmadan iç içe çalışmasından daha tehlikeli değil.
Sosyal medyada seslenmek, propaganda yapmak önemli ancak artık sosyal medya mecrasının da dışına çıkılması gerekmiyor mu?
İktidarın niyeti ve durumu ortada. Süleyman Soylu'nun istifa girişiminin gösterdiği gibi kimin kimi kurtarma taktiği yaptığından öte Saray'da işler pek de yolunda gitmiyor. Bunun adını koyalım; yönetme krizi. Ellerinde tek kalan yönetim aracı şiddet. Şimdi de salgın günlerinde halklar üzerindeki faşist baskıyı artıracaklar. Sokağa çıkma yasağı bunun araçlarından biri olacak. Zaten, HDP'li belediyelere el koyma girişimleri, sosyal medya operasyonları, infaz düzenlemesinde muhaliflere yönelik ayrımcılı sürüyor. Faşizmden bir milim sapmıyorlar.
Yaşam grevi, iktidarın bu faşist politikalarını durdurmak bakımından çok önemli. Paris'te indirilen bir kepengin üzerinde şöyle yazıyordu: "Kepengi indirdik ama pes etmedik." Emekçi sol hareketin, öncülerin de sloganı bu olmak zorunda. Yoksa koronadan sonrası beklenirse, çok geç olacak.