Arzu Demir yazdı | Ne acılar var…
Kadınlar için evler, sokaklar, okullar, işyerleri, cinayet mahali haline gelmişken, susarak fail olmuş bir erkeği "susarsa hakikat konuşur" gibi afili laflarla anlatmak, kabul edilebilecek bir şey değil. Yılmaz Erdoğan'ın, kadınlara borcu büyüyor. Filmine ilgiyi artırmak için, kadınların öfkesini çekecek kadar, faili mağdurlaştırdı. Şimdi de bu fail erkek için üzülmemizi istiyor. Henüz daha açıklanmayan bir sebeple, evli olduğu kadını öldürdüğünü kabul eden bu erkek için dertlenelim. Öyle mi!
"Reklamın iyisi, kötüsü olmaz" felsefesiyle hareket ettiği aşikâr olan Yılmaz Erdoğan'ın PİAR çalışmasını fevkalade yaptığı "İnci Taneleri" dizisini izleyenlerdenim. Hatırlayacaksınız, Yılmaz Erdoğan'ın o buğulu sesiyle dura dura okuduğu dokunaklı şiir ile diziyi pazarlayan fragman, bir erkek faile, bir kadın katiline güzellemeydi. Bu nedenle, birçok kadın ve kadın örgütü gibi benim de haklı öfkemi almıştı. Sonrasında "Aslında bir kadın katilini değil, haksız yere hapis yatmış iyi bir erkeğin hikayesini anlatıyor" şeklinde gelen karşı eleştirilere rağmen, öfkemin haklı olduğu düşüncesindeydim, hissiyatındaydım. Dizinin ilk bölümünü izledikten sonra da düşüncem de hissiyatım da değişmedi, aksine güçlendi.
Yılmaz Erdoğan'ın canlandırdığı Azer Yücedağ karakteri, yargılama sırasında evli olduğu kadını öldürmemesine rağmen, suçu üstlenmiş biri. Haksız yere hapis yatmış ancak neden suçu üstlendiğini en yakın iki arkadaşı dışında hiç kimseye söylememiş mağdurlar mağduru bir erkek. İnsanın, "Ne acılar var…" diyesi geliyor. Dizinin ilk bölümünde, suçu neden üstlendiği konusu birkaç kez gündeme geliyor, ancak esas oğlan, bunu bir türlü söyleyemiyor; ne ayıkken ne de alkollüyken. Sebebi dizi film sektörünün ticari kurallarında saklı. Hikâyenin belkemiği bu; izleyiciyi, filme bağlayacak olan da bu. Muhtemelen de izleyici bunu öğrendiğinde film bitecek. Reytingler düşmesin diye bu "sır" süründürülecek.
Yılmaz Erdoğan sinemasının gelişimi bakımından filmin nereye denk geldiği, Türkiye'de dizi film sektörünün halet-i ruhiyesi üzerine Gazete Duvar'dan Osman Özarslan iki güzel yazı kaleme aldı. Bir izleyici olarak, işin bu kısmına dair yazacak değilim. Benim ilgilendiğim nokta; dünyalar iyisi ve mağdurlar mağduru erkek karakter.
Azer Yücedağ karakteri, evli olduğu kadını değil de babasını, erkek kardeşini, dayısını, komşusunu öldürseydi ve yine o "duygulu" sözler fragmanda bir araya getirilseydi, bu kadar tepki çeker miydi?
Elbette hayır!
Belki tartışılırdı, ama bu başka bir düzlemde olurdu.
Yılmaz Erdoğan, toplumun dikkatini çekeceği ve haliyle de reyting getireceği bir kadın cinayetinin faili -ya da mağduru- yapıyor kahramanını.
Dizi, fragmanının ateşleyici katkısıyla vizyona süper bir giriş yaptı.
Kadın cinayetlerine ilişkin her türlü senaryonun az ya da çok reytingi var. Bu meseleye ilişkin iyi bir noktadan ele alan filmler de yapıldı. Onların haklarını da yemeyelim. Ama ortaya çıkan ürünlere bakıldığındı meseleye "ticari yaratıcılık"la bakanlar da az değil; İnci Taneleri gibi. Asıl itirazım, kadınlara yönelik erkek şiddetinin cins kırımına dönüştüğü bir çağda, haksız yere hapis yatmış, bir suçu üstlenmiş, "dünyalar iyisi", "entelektüeller entelektüeli" bir erkeğin anlatılması. Kadınların karşısına, erkeğin "mağdur" olarak çıkarılması.
Bugün sinemanın mağdur ve mağrur erkek anlatısına ihtiyacımız yok. Çünkü, dünya üzerinde insan nüfusunun kadın cinsi, sırf kadın olduğu için katlediliyor. Erkek cinsinin öldüren "sevgisi"nin hedefindeyiz.
Bu anlatının gelip dayanacağı yer, erkek egemenliğinin yüceltilmesi olmayacak mı? Filmin konusuna da çok girmek istemiyorum, ama biraz bahsetmeden de derdimi anlatamam. Esas oğlanımız o kadar iyi, o kadar yüce gönüllü ki, Dilber ona âşık oluyor. Dilber'i biliyorsunuzdur; pavyonda çalışıyor. Dilber'in pavyon dansı için Ankara'da kurs açılmış, Dilber'in elbisesi kapış kapış gidiyormuş. Bu da ayrı bir yazı konusu. Geçelim.
Filme dönersem. Muhtemelen, Azer Yücedağ'ın ders verdiği zengin kız çocuğunun annesinin de başına bu "güzellik" gelecek; esas oğlana âşık olmak. Hapisten çıktığının üçüncü günü, pavyonda çalışan Dilber ile sevişiyor. O kadar zaman hapiste kalmış bir erkeğin, bunu yapması, hayatın olağan akışına uygun olabilir. Dilber ona aşık olduğunu söylediğinde, esas oğlanın "ben ilişkiye hazır değilim" yanıtı verirken ki, o "masumiyetine", o "efendiliğine" ne demeli!
Karşımızda, eşini öldürmüş, iki dirhem bir çekirdek takım elbisesini giymiş ve bu şekilde "iyi hal indirimi"ni almış bir kadın katili yok. Evet, çok şükür, bunu anladık. Eyvallah! Ancak, hayatın sillesini yemiş, mağdur bir erkek karakteri var. Bir nevi kader kurbanı. Suçu işlememiş ama, hayatın cilvesi, suçu üstlenmesine getirmiş onu. Buyurun, size fail erkekler için rol modeli ve buyurun size toplum için sorulacak bir soru: "Ya o da hayatın sillesini yediyse, masumsa."
Kadınlar için evler, sokaklar, okullar, işyerleri, cinayet mahali haline gelmişken, susarak fail olmuş bir erkeği "susarsa hakikat konuşur" gibi afili laflarla anlatmak, kabul edilebilecek bir şey değil.
Yılmaz Erdoğan'ın, kadınlara borcu büyüyor. Filmine ilgiyi artırmak için, kadınların öfkesini çekecek kadar, faili mağdurlaştırdı. Şimdi de bu fail erkek için üzülmemizi istiyor. Henüz daha açıklanmayan bir sebeple, evli olduğu kadını öldürdüğünü kabul eden bu erkek için dertlenelim. Öyle mi!
Hayır!
Bu bizi dertlendirmediği gibi öfkemizi kat be kat artırıyor.