25 Kasım 2024 Pazartesi

Arzu Demir yazdı | Bu pisliği ancak devrim temizler

Sedat Peker'in açıklamalarıyla başlayan bu sürecin, Susurluk, JİTEM ve Ergenekon davalarında olduğu gibi taşların yeniden yerleştirilip yerleştirilmeyeceğini zaman gösterecektir. Ancak zamana bırakılmaması gereken şey, bu bataklığın yok edilmesidir. Yoksa hepimiz bu pislik içinde çürüyüp gideceğiz. Bu mesele devletin iktidar kavgalarına, sarayın yargısına bırakılmayacak kadar önemlidir.

Türk devletinin genetik kodlarının ve karakterinin ne olduğu bu kez de küskün ve kızgın Sedat Peker'in açıklamalarıyla gözler önüne serildi. Türk devleti bir kontrgerilla cumhuriyetidir ve Sedat Peker de devletin mafyatik kontrgerilla örgütlenmelerinden birinin başındaki isimdir. Devletin bu karakteri genel olarak gizli kalmasına rağmen, son örnekte olduğu gibi iç çatışma nedeniyle gün yüzüne çıkabiliyor.

Son günlerdeki tartışmalarda adı geçen şahıslardan Mehmet Ağar, kontrgerillanın şefidir. Süleyman Soylu da şefin prensidir. Bu aktörlerin geçmişi, Kürt halkına karşı kirli savaşın en yoğun yaşandığı 1990'lı yıllara dayansa da hikaye daha eskidir, Türk devletinin kuruluşuna kadar gider. 1913 darbesi ile Osmanlı'da iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki'nin kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa'ya uzanan bir tarihtir bu. 1915 Ermeni Soykırımı'ndan TKP kurucusu Mustafa Suphi ve 15 komünist kadronun katledilmesine, Sabahattin Ali'nin gözaltında kaybedilmesinden İstanbul'da Ermeni ve Rum halkına yönelik 6-7 Eylül pogromuna, Komünizmle Mücadele Derneklerinden Bahçelievler, 1 Mayıs 1977, Beyazıt, Maraş, Çorum ve Gazi gibi katliamlara, yurtdışı operasyonlarından Kürdistan'da köy yakmalara, boşaltmalara, gözaltında kaybetmelerden toplu mezarlara uzanan bir devlet tarihidir bu.

Kontrgerillanın devlet olarak örgütlenmesi, Türk devletinin NATO'ya üye olmasının ardından 1952 yılında Seferberlik Tetkik Kurulu ile başlamıştır. 1961 Anayasa'nın ardından bu kurul Özel Harp Dairesi'ne dönüştürülmüştür. Kontrgerillanın eski şeflerinden biri olan Sabri Yirmibeşoğlu, Rum ve Ermeni halklarına karşı işlenen 6-7 Eylül 1955 suçu için "Bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi" diyerek misyonlarını gayet net tanımlamıştı. Suç mahalli sadece Türkiye ve Kuzey Kürdistan değildi. Örneğin Kuzey Kıbrıs'ın kontrgerillası olan Türk Mukavemet Teşkilatı'nı da Özel Harp Dairesi örgütlemişti.

Bu örgütlenme, 1987 yılından itibaren Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele, yani JİTEM adını aldı. Bu kez Kürt kentlerinde halka karşı işlenen suçların devlet adına tek failiydi JİTEM. Devletin uzun süre inkar ettiği, mahkemelerin görmezden geldiği ancak Kürdistan'da neredeyse herkesin bildiği JİTEM'in resmi belgeleri ise Ergenekon soruşturmasında tutuklanan Binbaşı Arif Doğan'ın arşivinden çıkmıştı.

2001 kriziyle dönemin burjuva partilerinin kitle desteğinin erimesinden yararlanarak "askeri vesayet ile hesaplaşma" iddiasıyla 2002'de iktidara gelen AKP, 2007 yılında Ergenekon operasyonlarına başladı. Ancak kısa sürede bu operasyonun kontrgerillanın tamamen tasfiyesi ve halklara karşı işlenen suçların cezalandırılması amacını taşımadığı görüldü. Aksine devlet ve örgütlenmeleri, saray rejiminin ihtiyaçlarına bağlı olarak biçim değiştiriyordu. İktidarını sağlamlaştıran AKP ve ortağı Fetullah Gülen örgütü, önce polisi iktidara bağladı. Özel Harekat Timlerinin sayısını ve silah gücünü artırarak iç savaş örgütü olarak tahkim etti. 2015 yılında Kürt kentlerinde özyönetim direnişlerinde polis ve askerlerin yanı sıra Esedullah Timi denilen kontra yapılar da devreye sokuldu. 1915 Ermeni Soykırımı'nın baş sorumlusu Enver Paşa'nın Teşkilat-ı Mahsusa'nın yerini bu kez faşist şef Erdoğan'a bağlı Esedullah Timleri aldı.

En son sosyalist işçi Gökhan Güneş'in 2021 yılının Ocak ayında kaybedilmesi girişiminde görüldüğü gibi bu kontrgerilla faaliyetlerini yürütenler bu kez kendilerine "devletin görünmeyenleri" adını vermişti. Bu kısa tarihsel hatırlatmadan da görüldüğü gibi halka karşı her türlü suçu işlemek için kurulan bu gizli/açık yapılar, bizzat devletin kendisidir.

Önceki gün katıldığı bir televizyon programında kendi bakanlığı döneminde işkencenin olmadığını iddia edecek kadar aklı evvel olan Süleyman Soylu da Mehmet Ağar gibi bu çarkın dişlilerinden biridir. Bu gerçeği de sırf devre dışı kaldığı için konuşan katil Sedat Peker'den öğrenmiş değiliz.

Hasan Ocak, Gazi Ayaklanmasının önderlerinden biri olduğu için 21 Mart 1995 tarihinde gözaltına alınıp katledildiğinde, Süleyman Soylu, DYP'nin Gaziosmanpaşa İlçe Teşkilatı yönetim kurulu üyesiydi. Kontrgerilla şefi Mehmet Ağar'ın ekibinin gözdelerinden biri olarak, aynı yılın Temmuz ayında ilçe başkanı oldu. Yıllar sonra İçişleri Bakanı olduğunda, 700. haftasından itibaren Cumartesi Annelerine Galatasaray Meydanı'nı yasakladı, Hasan Ocak ve ailesi ile kayıp yakınlarına dil uzattı.

Sedat Peker'in açıklamalarıyla başlayan bu sürecin, Susurluk, JİTEM ve Ergenekon davalarında olduğu gibi taşların yeniden yerleştirilip yerleştirilmeyeceğini zaman gösterecektir. Ancak zamana bırakılmaması gereken şey bu bataklığın yok edilmesidir. Yoksa hepimiz bu pislik içinde çürüyüp gideceğiz. Bu mesele devletin iktidar kavgalarına, sarayın yargısına bırakılmayacak kadar önemlidir.

Çok açık ki bu pislik burjuva egemenliğin, burjuva devletin pisliği. Tarihin gösterdiği gibi bu pisliği yalnızca ve yalnızca, burjuva devlet ve egemenliği parçalayacak olan devrim temizler.