22 Kasım 2024 Cuma

Aktüalitenin geçici ve geri basıncı

İkide bir "Nöbetçiler atımı hazırlayın, sefere çıkıyoruz" diye tutturan rejimin, velev ki başarılı olsa bile kendi amacı doğrultusunda dahi sağlıklı kuşaklar/nesiller yaratması mümkün değil. Milliyetçiliğin ve fütûhatçılığın günlük gıda haline geldiği bir toplumdaki linç ve histerik saldırganlık günün birinde döner bizzat bunu üretenleri vurur, siyasal esneme kapasitelerini darmadağın eder.
BORA POYRAZ- "Kahvede, yemek yerken, sokakta, yapar iken ha huzurdan çişini apteshanede! Her yerde, her zaman vazife! Kapıp koyvermeyeceksin kendini! Denemeyeceksin geçeyim dalga! Her an vazife sırasında sayacaksın kendini! Kulakların bekleyecek seferberlik davullarını. Ne zaman duyacaksın başlar çalmaya davullar, coşacaksın, gireceksin çuş-u huruşa, sığmayacaksın sen sana!"
 
Orhan Kemal'in bu topraklarda hiç eksilmeyecek eserinin kahramanı "Murtaza"nın sözlerini hatırlamanın zamanıdır. Zira, İnternet son günlerde iki nedenle kilitlendi, birinde konu soyağacı sorgulaması, diğerinde seferberlik görev emri kayıtlarıydı. İlki "kim" olduğumuzu bilmediğimiz ve fena halde merak ettiğimizi gösterirken, ikincisi buna rağmen kulaklarımızın "seferberlik davulları"na duyarlı olduğunu anlatıyordu.
 
Azalmak şöyle dursun Murtaza'sı günden güne çoğalan bir toplum olduğumuz için iftihar edenlerin sayısı da az değil.
 
Neredeyse her gün kan, savaş, ölüm, fetih sözcükleriyle massedilerek hayali düşmanlara doğru kanalize edilen toplumsal enerji, gerici bir iç savaş doğrultusunda yatay çatışma alanları bulurken hayat, elden düşme ajitatif cümlelere kurban ediliyor. OHAL'de misliyle artan ancak öncesinde de olagelen bu kurban etme törenleri, dış politikada sıkıştıkça, iktidarın kendini var etme stratejisine dönüştü. Bu dilden görünür gelecekte vazgeçileceğine dair belirtiler de yok. Bunun bir yanı politik özgürlük konularının genellikle hasıraltı edilmesi, açıkça konuşulmaması ve konuşulduğunda da bir tür rehabilitasyona ve asimilasyona tabi tutulmasıdır.
 
Kürt meselesinden kadınların özgürlük mücadelesine, ensest gerçeğinden yaygın çocuk istismarına ne varsa cesurca konuşmak yerine görmemiş-duymamış-bilmiyormuş gibi yapan bir siyasal atmosferde neyi ne kadar çözebilirsiniz ki. Konuşulmadıkça, yok sayıldıkça meseleler ortadan kalkmadığı gibi yıkıcı bir birikim halini alıyor ve çözülmedikçe sadece uygulayıcılarını değil bütün toplumu çürütüyor. Elbette milyonların pasif veya aktif olarak cürme ortak olduğu başlıklarda ikiyüzlülük öyle bir hal alır ki, kimsede ilk taşı atma cesareti kalmaz.
 
Üstelik bu konular asimile edilirken rejimin kendini durmaksızın tahkim etmesi, en basit demokratik talepler için dahi neredeyse devrim türü değişimleri zorunlu kılıyor. Kültürel ve toplumsal çürüme bir günde değil, tedrici süreçlerle meydana gelir ve oluştuktan sonra ortadan kaldırılması da esaslı mücadelelerin konusu olur. Örnekse, kendini Kürt karşıtlığıyla var eden milliyetçiliğin yol açtığı her şey.
 
İkide bir "Nöbetçiler atımı hazırlayın, sefere çıkıyoruz" diye tutturan rejimin, velev ki başarılı olsa bile kendi amacı doğrultusunda dahi sağlıklı kuşaklar/nesiller yaratması mümkün değil. Milliyetçiliğin ve fütûhatçılığın günlük gıda haline geldiği bir toplumdaki linç ve histerik saldırganlık günün birinde döner bizzat bunu üretenleri vurur, siyasal esneme kapasitelerini darmadağın eder. Bir mukavemetle karşılaşmadıkça, oyun planını bozacak bir hamleyle karşılaşmadıkça, yolunda giden işler bir sarpa sarmaya başladı mı çok kısa bir zamanda ille tersine döner. Kitle konsolidasyonu için köpürtülen dil ayakbağına dönüşür.
 
Katı, otoriter ve despotik devlet yapılarında her gelişme, imal edilmiş bir geçmişin ihyasına odaklandığı için alternatif toplumsal tahayyüllere karşı olduğu gibi diplomasi alanında da esneme imkanlarını soğurur. Düşünsel birikime sahip "ciddi" devletler bu tür kesinliklerden kaçınır. Son yıllarda rejimin belirgin isimlerinin söylemiyle diğer devlet sözcülerinin açıklamalarını karşı karşıya koyduğumuzda, uzun erimli bir muharebede rejimin bu otoriter dilinin kaybetmeye yazgılı olduğunu hemen görebiliriz. Bir tarafta yok edilme, ortadan kaldırılma endişesinin yön verdiği ve bazen çılgınlığa varan huzursuzluk, diğer tarafta müesses nizamın serinkanlılığı hemen göze çapar. Rejim de farkında aslında. Dış politika başarısızlıkları veya emperyal amaçlarını tahkim etmeye çalışan Rusya'nın araçsal yaklaşımlarına kapılmanın faturasını fütûhat diliyle kapatmak mümkün değil. İktidar partisi eliyle ve elbette sayılamayacak kadar çok maddi imkan sunumuyla İslami kesimlerin, sıra bize geldi hissiyatıyla, devletle barıştırılması bir yerde mutlaka tökezler. Mesela Rusya'nın garantörlüğünde icra edilen Doğu Guta'daki sivil katliamlarına karşı Rusya'ya rest çekememek, "seferberlik davulları" çalan iktidarın aslında nasıl çıkışsız bir girdaba kapıldığını gösterir. O davullar, tam da bu çaresizlik görünmesin, tokmak tamtamları çatlak sesleri bastırsın diye vuruluyor ve bu arada Murtazalar coşa geliyor.
 
Özellikle diplomasi sahasında, otoriterliğin bu meydan okuyan dili, özgürlük güçleri bakımından bir avantaja dönüştürülebilir. Herhangi bir durakta durmayacağı, dünya çapında bölgesel devrimlere açılacağı belli olan özgürlük mücadelelerinin ruhu, adı konulsun ya da konulmasın bir tür uluslararası özgürlük enternasyonalinin ne denli acil bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Devletleşmemiş, kendini kan davasını andıran düşmanlıklar üzerinden tanımlamamış akım ve hareketlerin eşitlik, özgürlük, adalet odaklı çabaları böyle bir aktüalitede "dolaylı yedekleri" daha etkin değerlendirebilir.
 
Şu anda durum "Nerdesin aşkım, OHAL'deyim aşkım" kıvamında olabilir, ancak bu dönemler mutlaka geçecek. Bunun bütün işaretleri var. Çabuklaştırmanın yolu ısrarlı ve istikrarlı bir eşitlik, özgürlük ve adalet hareketini, en geniş bileşenleriyle hayata geçirmek. Bunun makro ve mikro imkanları ve realizasyonu iç içedir. Aktüaliteye teslim olmak anın basıncını her şey haline getirir. Kürdistan ve Türkiye, bir politik özgürlükler devrimi sathındadır.