26 Kasım 2024 Salı

Yüksekdağ'ın bugünkü savunması: Ateşi çalmak suç değildir

Biz tarafız. Biz Prometheus gibi Şeyh Bedrettin gibi Deniz Gezmiş gibi ve bu memleketteki bir dizi mücadeleci insan gibi tarafız, tuttuğumuz bir taraf var. Biz büyük insanlığın tarafıyız. Ateşi de üşüdüğümüz için çalmadık, siyasi iktidarın ateşini, onların iktidar alanlarını, iktidar bahçesinde yetişen yasak meyveleri sadece üşüdüğümüz ya da acıktığımız için çalmadık. Ateşi büyük insanlığı sevdiğimiz için, bu insanlık aşkı ile hareket ettiğimiz için çaldık. Ortada bir suç varsa biz bu suçu işledik. Ateşi çalmak suç değildir.
HDP'nin önceki dönem Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın tutuklu yargılandığı davanın duruşmasına bugün devam edildi. Yüksekdağ, bugünkü duruşmada şu savunmayı yaptı. 
 
"Bugün zorlu koşulları aşarak buraya geldik. Elbette bugünkü davanın mahiyeti ve Türkiye'nin siyasi süreci bakımından taşıdığı anlamın da bir sonucu. Ne yazık ki sadece bugünden ibaret değil. Bu davanın gelişim sürecinin bütünü boyunca çok zorlu yollardan geçerek, çok karı, tipiyi, fırtınayı atlatarak bu aşamaya gelmeye çalıştık. Ancak bugün geldiğimiz aşamada gerek benim gerekse tüm tutuklu seçilmişlerin dava sürecine dair çok hayırlı bir şeyler söyleme şansına sahip değiliz. Aksine davalar, duruşmalarımız başladığı günden itibaren karşılaştığımız hukuksuzluk her bir aşamada daha da artarak daha da katlanarak büyüyor ve devam ediyor. Bu tabii ki “nasıl başlarsanız öyle giderseniz” özdeyişinin bir yansıması. 
 
6,5 milyon seçmenin seçme seçilme hakkı ihlal edildi
 
Bizler en başta haksız ve hukuksuz bir biçimde gözaltına alındık. Milletvekilliğimiz düşürüldü. Siyaset hakkımız ve bizimle birlikte milyonlarca insanın özelde 6 buçuk milyon seçmenin ve genelde de bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının seçme ve seçilme hakkı ihlal edildi. Sandıklarda özgürce oy kullanma ve tercihini belirleme hakkı ihlal edildi. En başta Anayasa’nın en temel ilkesi, 83’üncü maddesi ihlal edilerek bizler gözaltına alındık, hakkımızda tutuklama kararı verildi. Alelacele “kervan yolda dizilir” hesabı bizim hakkımızda hazırlanan fezlekeler hiçbir yere hukuken konulamadığı için yolda giderken dava dosyalarımız hazırlandı ve öyle devam etti.
 
Burada hukuki bir dava görülmüyor
 
Ben kendi açımdan da bunu yaşadım. Hem iddianamemin hazırlanması hem de hakkımda açılan yaklaşık 45 davanın görülme süreci bu hukuksuzlukları her bir aşamada yaşadığımız, deneyimlediğimiz ve durmadan katlandığını gözlemlediğimiz bir süreç olarak gelişti. Biz aslında yargılamanın başından itibaren şunu söyledik: Burada hukuki bir dava görülmüyor. Ceza hukuku kapsamında bir tartışma yapılmıyor. Belki bir takım yasalara dayandırılabilir. Üstelik bu memlekette yasama organının nasıl çalıştığını da çok iyi biliyoruz. Geçici olarak çıkarılan yasalar, kalıcı olan yasalar ve yasama organında kullanılan haksız çoğunluk aslında çıkarı çıkarılan yasaların ve kanuniyet denilen kavramın meşruluk ve hukukilik anlamına gelmediğini bize defalarca kanıtladı. Bu evrensel bir kuraldır. Türkiye açısından geçerli olmanın ötesinde çok daha can yakıcı bir sorun haline gelmiştir. Evet bizim davalarımızda tutuklama gerekçelerimiz bazı kanun maddelerine dayandırılıyor. Ama bunların hiçbirisi bir evrensel hukuk dayanağına ve Türkiye’de de kabul gören hukuk mefhumuna uygunluk göstermiyor. Aslında en temelde başlayan sorunlar bütün dava sürecini etkiledi.
 
AKP siyasi rakibini yargı yolu ile devre dışı bırakıyor
 
Her şeyden önemlisi de bu davaların bir klasik ceza hukuku davası olmamasının en temel göstergesi de Anayasa’nın ihlal edilerek bu davanın görülmeye başlanmış olmasıdır. Parlamenter demokratik sistemlerdeki kuvvetler ayrılığı ilkesi çiğnenerek bu davanın görülmeye başlanmasıdır. Aslında HDP’li seçilmişlerin yargılanması Türkiye tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de siyasi partiler tarihinin gelişimine bir darbedir. Bu darbe bizzat HDP'ye, yani bizler gibi seçilmişleri olan bir partinin yani AKP'nin müdahalesi ile gerçekleşmiştir. AKP bizim siyasi rakibimizdir. Eşit, adil bir rekabet sürdürmesi gerekir. Bizim siyasi rakibimiz bizi tutuklatan, rakibini yargı yoluyla devre dışı bırakmaya tenezzül eden bir siyasi duruş ortaya koyuyor. Bu da bizim tutukluluğumuzun gayri meşru olduğunu gösteren çok temel bir göstergedir. 
 
Gerçek katledilemeyecek
 
Baştan beri bunları söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz. Çünkü bizim yalanın en geçerli söylem haline getirildiği mevcut düzen şartları içinde ısrarla gerçeği söylememiz gerekiyor. Faşist propagandanın temel kuralıdır; “Bir yalanı bin defa tekrar edersen gerçek sanılır” derler ama biz demokrasinin gereği olarak gerçeği 20 bin defa söyleyeceğiz gerçek, gerçek olacak. Gerçek katledilemeyecek. 
 
Bizlerin yargılama sürecinde sadece bir siyasi katliam bir siyasi darbe süreci işlenmiyor aynı zamanda gerçek katlediliyor. Bir toplumun gerçeği katlediliyorsa elbette o toplumun demokratik yöntemlerle kendini savunma hakkı, tutumu gelişir. Bizler de kendi yargılama süreçlerimizde kendi hakkımızı, kendi masumiyetimizi ve görev ve sorumluluklarımızı savunuyoruz, savunmaya devam ediyoruz. Ancak hala çok yoğun ve kendisini hiçbir şekilde gizlemeyen bir siyasi darbe pratiği olduğunu görüyoruz. Bütün Türkiye toplumu, bütün dünya bu gerçeği görüyor. Bunun en son örneği AİHM'in Demirtaş davasında verdiği karar ve kararın ertesinde yaşanan gelişmelerle karşımıza çıktı. Türkiye’nin bağlı olduğu AİHM’in verdiği karar çok açık ve netti: Birincisi, derhal serbest bırakılmalıdır. İkincisi, "Sadece Demirtaş’ın tutuklanması değil, HDP’li tüm siyasetçiler ve belediye eşbaşkanları hakkında açılan davalar, yürütülen soruşturmalar siyasi saiklerle açılmıştır." Bu çok net belirtildi AİHM kararında.
 
AKP’nin bu ülkenin rezil olması ile ilgilendiği yok 
 
Türkiye’deki siyaset kurumunun, bu ülkenin ne kadar rezil olduğu ile ilgilendiği yok. Türkiye'deki iktidarın böyle bir derdi yok. Bu memleketin imajı, kültürü, ekonomik-sosyal  ve politik olarak seviyeyi yükseltilmesi gibi bir derdi kalmamıştır siyasi iktidarın. Ama bizlerin böyle bir derdi ve kaygısı olmak zorunda. Siyasi iktidarın böyle bir derdi olmayabilir ama bizlerin olmak zorunda. Yargı erkinin böyle bir kaygısı olmak zorunda. Denge-denetleme mantığının devreye girmesi gerekir ama ne yazık ki böyle bir durum yaşanmıyor. AİHM gibi bir mahkeme Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştirerek çok açık ve net bir biçimde "Siz siyasi saikleri gerçekleştirdiniz" diyor, siyaset hakkı ihlalini iddiasını bununla sınırlı tutmayarak bir karar veriyor.
 
Cumhurbaşkanı alenen AİHM kararının uygulanmaması için yargıya müdahale etti
 
Her konuda ilgili kurumlardan önce fikir ve karar beyan eden bir tek adamı var bu ülkenin. O tek adam çıktı dedi ki “Bu kararı kabul etmeyiz, karşı hamlemizi yaparız”. Bu, bilmem kaçıncı defa açıktan, merkezi düzeyde, yargıya Cumhurbaşkanı aracılığı ile yapılan bir müdahale idi. Ayan beyan yapıldı bu. Gizlenmeyerek yapıldı. Bu tek adam, hemen arkasından Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ile birlikte fotoğraf çektirdi. Kontrolünün ne kadar güçlü olduğunu,  Saray’daki kartal yuvasından her şeyi kontrol etmeye gücünün olduğunu kanıtlamak için o fotoğrafı verdi. Onun arkasından Selahattin Demirtaş davasına ilişkin bütün kamuoyunun bildiği süreç yaşandı. Mahkeme AİHM kararını tanımadı. Sonraki süreçte İstinaf Mahkemesi’nde bütün hukuk kriterleri, işleyişi ihlal edilerek 600 küsürüncü sıradaki davayı öncelikli dava haline getirdi. Sırrı Süreyya Önder ve Selahattin Demirtaş davası ışık hızıyla ön sıraya alındı. Demirtaş ve Önder'in cezaları onandı. AİHM kararı bir kanun hilesi ile devre dışı bırakılmış oldu. 
 
Bu en son örnektir. Bu memlekette hakimlerin, savcıların, yargıçların nelerle karşı karşıya olduğu ortada. Son dönemde geliştirilen şöyle bir durum var, içler acısı bir durum. Toplumun da yargı kurumunun da ne hale getirildiği açısından çok içler acısı bir tablo. Bir şekilde vicdan, hukuk ve adalet duygusu kanunların zorlaması ile mahkemeler tahliye kararı veriyor ama o kadar net bir müdahale var ki bir gün, bir saat geçmeden aynı mahkemeye karar bozduruluyor, tekrar tutuklama kararı çıkıyor. Bu olmadığı durumda, İdris Baluken örneğinde olduğu gibi yetkisi olmayan başka bir mahkeme bile tutuklama kararı verebiliyor. Bu usulsüzlük kaosunun, bu hukuk garabetinin yaşandığı bir ortamda benim yargılama sürecinde yer alan heyetinizin de bu baskılardan azade olması mümkün değil.
 
Bizim yargılanmamız siyasi iktidarın kurduğu oyunda bir yere düşüyor
 
Benim davama gelecek olursak, bir partinin önceki dönem eşbaşkanı olarak benim için bu durumlar iki kat daha fazla geçerli. Bu tutuklamanın siyasiliği, bizim tutuklanmamızın siyasi iktidar bakımından ne kadar hayati olduğu gibi gerekçeler benim davam açısından da geçerli. 
 
AKP istediği gibi düzeni bozup yeniden yapsın diye bizi siyaset dışı bıraktı
 
Bakın biz tutukluyken yapılan üçüncü seçim. Bizler bu 3 seçim boyunca bu memlekette halkın seçtiği, görevlendirdiği siyasetçiler olarak siyaset dışıyız. Bu süreç boyunca Türkiye’de rejim değişiyor. Türkiye'nin çehresi değişiyor. Kamusal düzen altüst oluyor, yenisi kuruluyor. Ama sorarız bozulan rejimlerin yerine yenisi kurulabiliyor mu? İktidar bile bunu söyleyebiliyor mu? Kurucu bir rol oynayamadılar. Az buçuk olan demokratik parlamenter rejimi bile tarumar ettiler. Kendi önlerini görebilecekleri, yarınını görebilecekleri bir kurumsallık bile oluşturamadılar. Kendine göre istediği gibi bozsun kursun diye bizler siyaset dışı bırakıldık. 
 
3 kritik seçim boyunca bizler müdahale edemedik, sesimizi taşımak da bile baskılarla karşı karşıya kaldık. Cumhurbaşkanı adayımız Demirtaş serbest bırakılmadı. Dünyada çok az örneği vardır. Mandela bile Güney Afrika’daki 30-40 yıllık savaş sürecinin sorumlusu olarak görüldüğü halde çıktıktan sonra demokratik geçiş sürecinin ifadesi olarak aday oldu.  Ama HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı, serbest seçim hakkını kullanamadı. Bizler zaten siyasi çalışmalara çok zor katkı sunduk. Benim çok kısa bir süre sonra vekilliğim düşürüldü. Ben bunlara tuzak diyorum. Bu yargı kararlarının hepsi bir oyunda bir yere denk geliyor. Hepsi siyasi iktidarın kurduğu oyunda bir yere düşüyor ve bizler bu kadar kötü perdelenen bu oyunun seçilmiş siyasetçiler olarak parçası haline getirildik. Bunun karşısında meşruluk ve hakikati savunduk. Ama artık bu hukuksuzlukta ifrada varma durumuna birilerinin dur demesi gerekiyor.
 
Vekilliğimi düşürmek için ceza veren hakim Yargıtay üyeliğine terfi ettirildi
 
Gelmediğim geçen duruşmada verdiğiniz ara kararı okudum. İddianızı daha önce de ifade etmiştiniz, Selahattin Beyi de beni de yargılamaları uzatmakla itham ediyorsunuz. Böyle nasıl bir sonuç elde edebileceğimizi düşünüyorsunuz soruyorum;, nasıl bir sonuç elde edebiliriz? Bu bizim için nasıl bir kâra dönüşebilir. Benim hakkımda zaten bu zamana kadar 4.5 yıllık mahkumiyet kararı verildi. Bütün mahkemeler üzerinde kurulan baskı ortada. Biz bu işin doğrudan göbeğindeyiz. Ben kimseyi kandırmaya çalışmam. Benim vekilliğimi düşürmek için ceza verdirilen hakim şu an Yargıtay üyeliğine terfi ettirildi. Bunların her birisini somut olarak görüyoruz. Ben mahkemede yaşanan örnekleri söyledim. Mahkeme sırasında gelen bir telefonla benim duruşmamda nelerin değiştiğini söyledim. Bunları gündem yaratmak için söylemiyoruz, bunlar somut gerçekler. Bu iktidar gözlere perde çekiyor. Bunlar sadece kısa bir süreliğine gizli kalacak ama açığa çıktığında karanlığa alışmış olanlar aydınlıkta hiçbir şey göremeyecek. Toplumsal süreçlerde rol oynaması gerekenleri karanlığa alıştırmaya çalışıyorlar ama biz karanlığa alışmayacağız. Işık avr biz ışığı takip ediyoruz. Azıcık vicdanı olan bu ışığı, adaletin ışığını takip eder.
 
En fazla 20 yıl daha ceza verirsiniz!
 
Herkesin farklı görüşü ve tercihleri vardır. Biz HDP’li olmayanları da kucaklarız ama hepimizin görevi bu ışığa sahip çıkmaktır. Ben alacağımı almışım, en fazla bir 20 yıl daha verirsiniz. Beni zaten siyasi haklarımdan mahrum bırakmışsınız ilk vekilliği düşürülen siyaset yasağı getirilen benim. İktidar alenen bizim davalarımız üzerinden siyaset yürütüyor. Geçen seçimlerden önce art arda cezalar verdiler ki bizim kitlemizde şok etkisi yaratarak kendi üstünlük havası oluşturmak istediler. 
 
Onunla birlikte hepimize paket olarak ceza verme çalışması yapmış oldular. Bunların her birisi seçim süreçlerinde bizim davalarımızın nasıl kullanıldığını gösteriyor. Benim davam açısından da şunu net söylerim, ben uzatmaya dönük bir çaba içinde olmadım. İlk geldiğimden beri şunu söyledim. Ben burada haksız değilim, suçlu değilim ki klasik bir savunma yapayım. Ben zaten halkımın karşısında savunma yapıyorum. Ama ben bu platformu ciddiye alıyorum çünkü tam olarak hala son nefesini vermemiş bir yargı kurumu herkese lazım, her eve lazım. Hakem kurumu sonuçta. Bu nedenle ben bu duruşmalara geliyorum. Yoksa benim göz alamayacağım bir şey yok. Bu noktaya kadar gelip göze aldıysak bir şeyleri bundan sonra da alırız, artı bir dersiniz en fazla.
 
Ama sonuçta yargı kurumunu ciddiye almak bir. İkincisi bu yargılama süreçlerinin bir mücadeleye dönüşmesi lazım. Bunu belki yargı kurumu tek başına yapamaz ama ben geldiğimde bu yargılama mekanizması içinde, aynı zamanda bu toplumsal yapı içerisinde demokratik kurumların selahiyeti için de yargı kurumunun demokratikleşmesi için mücadele edebilirim. Bu benim siyasetçi olarak da yurttaş olarak da görevimdir. Ben bu yargı mekanizmasını aynı zamanda siyaset özgürlüğünün savunulması ve adaletin savunulması açısından da bir mücadele alanı olarak görüyorum.
 
Ama var olan tablo, yargı platformu üzerinde kurulan ağır baskı bu çabalarımızın sonuç alamaması ile sonuçlanıyor. Biz sizlere hukuka bağlı olma çağrısı yaptık. Bakın bu ülke OHAL döneminde, kanun adı verilen geçici bazı garabetlerle yönetildi. Kanun denilen, bugün ceza yasası olarak adlandırılan şeylerden hiçbirisi Türkiye’deki demokratik rejimin, yargı adaletinin geliştirilmesine yetmiyor. Buna yetmediği gibi en kötü hali ile hukuk maddelerine bağlı kalmakta bile zorlanıyor. Biz zaten memleketin şu anki ceza yasasıyla, TMK’sıyla sorumlu bir ilişki içerisindeyiz. Çok doğal olarak siyasetçinin, yasama kurumunun görevi budur. Yasa yapar ve önceki yasaları eleştirir. Biz de içeride de bunu yapıyoruz, dışarıda da bunu yapıyorduk. Türkiye’deki yargı pratiğinde en kötü ve yetersiz hukuki kriterlere dahi bağlı kalmak bakımından bir anarşi yaşanıyor.
 
Birisi yargılamayı uzatmaya çalışmıyor, asıl başka birisi yargılamayı kısaltmaya çalışıyor 
 
Dava sürecini uzatma niyetim yok, bu iddiayı kabul etmiyorum. Ama “uzatmak istiyorsun” ısrarlı söyleminden şunu anlıyorum; durmadan talimat veren AKP Genel Başkanı benim yargılama sürecimi neden kısaltmak istiyor? Benim bir cevabım var ama hukuki bir cevap değil, siyasi bir cevap. Selahattin Demirtaş, cumhurbaşkanı  adayı olduktan sonra AKP Genel Başkanı “Bir hatadır oldu, cumhurbaşkanı adayı oldu ama bundan sonra böyle olmayacak” diye açıklama yaptı. Bence yanlışı düzeltelim. Gerçek şudur: Birisi yargılamayı uzatmaya çalışmıyor, başka birisi yargılamayı kısaltmaya çalışıyor ve bu yargılamaya müdahaledir. Üstelik dışarıdan ve aleni bir müdahaledir ve bu müdahale kabul edilemez.
 
Peki bu uzun tutukluluk sorununu çözmenin yegane yolu, yargılamanın sonuna kadar sanığı ya da muhatabı kararı (aslında burada cezayı) verene kadar cezaevinde tutmak mıdır? en bilinen, en ezbere bilinen yöntem var dünyada. AİHM de zaten bunu hatırlatıyor. Ya siz hangi dünyadasınız? Bunu bile üzerine alınmayan bir iktidar var bir yapı var. Rezalettir. Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz!
 
Bizimle ilgili bir kaçma şüphesi yoktur, şüpheli olan yargı kurumudur
 
Demokratik kriterler sıralamasında Uganda’dan sonra geliyoruz. Yargıya güven konusunda dibe vurmuşuz. Bu durum içinde AİHM Türkiye’ye diyor ki “Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz?” Çok genel bir kural var: Tutuksuz yargılama kararı alırsın, gerekli tedbirleri alırsın. Kaçma şüphesi zaten akla mantığa aykırıdır, bize hakarettir. Bizim çok fazla imkanımız vardı da kaçmadık. Siz her duruşma sonrasında bunları matbu olarak yazıyorsunuz, ezbere bildiğinizi oraya yazıyor da olabilirsiniz. Ama her duruşma zaptında bana hakaret ediyorsunuz. Ben niye kaçayım, beni bu ülkeden tankla-tüfekle kovsanız da gitmem. Gitmedim de, tutuklanmadan üç beş gün önce bir linç kampanyası başlatıldı, defalarca saldırıya uğradım, birçok arkadaşımız defalarca canıyla sınandı, kaçmadık. Tutuklanmadan 3 gün önce yurtdışına gittim geldim ben. Bu bize hakarettir. Bizimle ilgili bir şüphe yoktur. Şüpheli olan yargı kurumudur. Tek şüphe yargı kurumunun şu anda siyasi iktidarın baskısı altında ve yörüngesinde güvenilirliğini yitirmiş olmasıdır. İnsanlar şüphe duyuyor yargı mekanizmasından. Haklarında açılan davadan şüphe duyuyor. İnsanlar bir gün içinde tutuklanmaktan endişe duyuyor. 
 
Siyasi iktidar benden, bizden intikam alsın diye yargılanıyorum
 
Bizimle ilgili kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi yoktur. Delil dediğiniz nedir? Benim yaptığım konuşmalar bir suç delili olabilir mi? Ben sözümü söylediğim için, siyaset yapma suçundan yargılanıyorum. Ve bu memlekette siyasi iktidar benden, bizden intikam alsın diye yargılanıyorum. Seçimlerde karşılarında çalışacak fazladan insan olmasın diye yargılanıyorum.
 
Bizden intikam almaya kalkanlar yaşadıklarımızın binde birini görseler karabasan sanar
 
Bir seçim dönemi daha geldi. Benim partim kimsenin tasavvur bile edemeyeceği zorluklar ve zulüm içerisinde seçim çalışması yapıyor. Bütün zulme rağmen bu bizim yaptığımız kaçıncı seçim çalışması. Son süreçte yine 1500 kişiyi buldu gözaltına alınanların tutuklananların sayısı. Sadece yerel seçim öncesinde olanlardan bahsediyorum. Ama bu ülkede bir tutunacak sağlam bir dala ihtiyaç var, bu kötü günlerde HDP’ye ihtiyaç var diye, bu inançla. benim arkadaşlarım yoldaşlarım direniyor, demokratik siyaset yapıyor. Bizden intikam almaya kalkanlar ve buna alet olanlar, bizim yaşadıklarımızın binde birini görseler karabasan sanarlar. 
 
Şimdi bu koşullar içinde bizim siyaset yapmaktan başka suçumuz yok. Ancak bizler, klişeleşmiş gerekçelerle tutukluluğunun devamı kararı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bizler bu kararlara, bu yaklaşıma rağmen bu yaklaşımla da yüzleşmek için de mücadele ediyoruz. Ama aklın, mantığın ve tahammülün zorlandığı koşullar içinde mutlaka bir yol açmak gerekir. 
 
AİHM kararı, sonra bizim hakkımızda verilen cezalar, yargıya ve bizim davalarımıza yönelik yargıya müdahalenin bu kadar bariz hale gelmesi aslında davanın ve benim de süren dava sürecimin gidişatına çok daha önemli bir gelişmeydi. Doğru olanın bu baskıya karşı tutum almak, yeni bir yol açmak olduğunu düşünüyorum. Ben de kendi dava sürecime dair bir şeyler söyleyerek toparlayacağım.
 
2017 Mayıs ayında iddianame hazırlandı, ilk duruşmaya da zaten Temmuz’da çıktım. Ondan sonra 100 sayfa klasörün bana ulaştırılması 2018 Mayıs’ını buldu. Bu klasörleri inceleyememiş olmam olağan sürenin aşıldığı anlamına gelmez. Olağan bir yargılama olduğunu dikkate alsak bile böyle olmuş olmaz. 
 
2 yılda 45 ayrı davadan yargılanan başka kimse var mı?
 
Kaldı ki esas mesele benim aynı zamanda 45 dava ile daha uğraşıyor olmam gerçeğidir. Normal bir ceza yargılaması yapıyormuş gibi davranıyorsunuz. Tamam spesifik olarak ele alıyorsunuz, evet spesifik olarak tutuklu yargılandığım tek dava. Ama aynı zamanda ben 45 davadan daha yargılanıyorum. Bu memlekette aynı anda 2 yıl içerisinde 45 davadan yargılanan onun yarısı kadar savcılık soruşturması olan başka kimse var mıdır? Bu iki yıllık süreç içerisinden hesabını kitabını yapmaya kalksanız, günlere bölseniz her aya her haftaya kaç duruşma, kaç savcılık ifadesi düşer, kaç tane davaya dosyaya bakmak gerekir. Ben bu süreç içerisinde birçok davada  SEGBİS’e sadece şunun için çıkıyorum, “Sayın heyet yoğunluktan dava dosyasına bakamadım” demek için çıkıyorum. Bir dizi duruşmaya bu yoğunluktan dolayı gidemiyorum. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi yargılama sürecini etkilemiyormuş gibi davaları uzatan ben oluyorum. Bir Figen Yüksekdağ hakkında bu kadar davayı açıp uzatanlar sorumlu değil; Figen Yüksekdağ sorumlu. Bu yanlış. Bu hak değil, gerçek değil, hukuk değil. Biz bu davalarla uğraşmak zorunda kalıyoruz diye burada açıklamak durumunda kalıyorum, bu reva mı yani.  
 
Hakkımdaki 8 fezleke tutukluluk davamla birleştirildi. Ondan sonraki süreçte bizim hakkımızda karar veren masalar kalan davalarımın hepsini ayrı tuttu çünkü ellerinin altında bir şeyler olsun istediler. Birleştirilmeyen onlarca davam var. Bu da tuhaf bir durum. Neden birleştirilmiyor? Dava açmaya gerekçe yapılan yasa maddelerine bakıyorum hiçbir mantığı yok. Bununla aynı kalibrede olan davalar neden birleştirilmedi? Çünkü karar verenler böyle karar vermişler. Ellerinin altında hızla ceza verebilecekleri dava olsun diye. Beni tam anlamıyla mahkeme kapılarında süründürmek istiyorlar. Bir uzatma büyütme bir kasıt varsa bize karşı bir kasıttır bu. 
 
Bizlere bu hukuksuzluğu reva görenler vazgeçer mi bilmiyorum ama biz bu karanlığa karşı mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz! En fazla biraz yoruluruz. Her onurlu davanın bir yorgunluğu olur bu da onurlu bir yorgunluktur, başımız gözümüz üstüne. Bize bu kötülüğü yapanlar, alınlarına sürdükleri, Türkiye hukuk tarihine sürdükleri kara lekeyi nasıl silecekler esas onunla uğraşmalıdır.
 
Ceza vermek için bir dosyayı nereye koyacağını bilemeyen bir akıl var
 
O kadar tuhaf bir hale geldi ki dosyalarımla ilgili yargı süreci; bir davam var Ankara 20’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde, verdiğim bir röportajdan dolayı açılan bir dava. Ki aynı zamanda bu tutukluluk davasındaki fezlekelerden birisiydi. O dava görüldü. Karar aşamasına geldi. Bu mükerrer dava sorununun çözülmesi yönünde bir talepte bulduk. Bugün yine bir ilkle karşı karşıya kaldık. Ben hem burada yargılandığım dava kapsamındaki fezlekeden aynı zamanda istinaf mahkemesinde verilen bir kararla ceza aldım. Yani benim hakkımda ceza vermek için aynı dosyayı bir kere açmakla bile yetinmeyen, ceza vermek için bir dosyayı nereye koyacağını bilemeyen bir akıl var. Bu da dava sürecimde yaşanan garabetlerden biri.
 
Benim duruşmama büyükelçiler bile giremedi
 
Adil yargılama bakımından temel kriterlerin yerine getirilmemesinin bir örneği de duruşma üzerinde kurulan baskıdır. Selahattin Demirtaş ve benim duruşmalarımızda aleniyet ve açıklık ilkesi hemen hemen uygulanıyor olmasına rağmen uluslararası heyetlere akreditasyon dayatılması çok ciddi bir sorundur. Bu aynı zamanda bir kamuoyu davasıdır. Yansıması çok daha etkilidir. O nedenle aleniyet ilkesine 2 kat fazla sadık kalınması gerekir. Ama benim ve Selahattin Demirtaş’ın mahkemelerinde sürekli bu uygulama ile karşı karşıya kaldık. Akreditasyon sınırını kimse geçemedi. Bir kişi iki kişi… Benim duruşmama büyükelçiler bile giremedi, Alman Büyükelçisi Türkiye’yi eleştirdi. Bunlar Türkiye’nin imajını zedeleyen şeyler. Bu hem mahkeme üzerinde kurulan somut baskıya hem de aleniyet ilkesinin uygulanmamasına ilişkin somut örnektir.
 
Bedenini açlığa yatıran bütün arkadaşlarımızın mücadelesini selamlıyorum
 
Bugünkü koşullarda siyasetçiler olarak çok kritik bir sürece geldiğimizin farkındayız. Defalarca bu kadar kötü bir noktaya sürüklenmemek gerektiğini söyledik. İktidara bilhassa bunu anlatmaya çalıştık. “Türkiye’yi bir krize sürüklemeye çalışıyorsunuz” dedik. Bunun sonu şerdir. Bizim davalarımız da bu sürdürülen operasyonun bir parçasıdır. Bir adalet beklentisi içerisinde değiliz ama bütün toplumsal mücadele dinamiklerinin, bu memleketi seven herkesin bu krizden, cehennemden çıkış için çaba göstermesi gerekir. Bugün siyasetçiler en zor durumlar içerisinde bu çabayı gösteriyorlar. Barış ve demokrasi mücadelesini genişletmek ısrarını sürdürüyor. Leyla Güven 70 gündür İmralı’daki tecridin kaldırılması, barış, çözüm ve demokratik gelişim sürecinin önünün yeniden açılması için açlık grevinde. Siyasi iktidar Türkiye’yi çok daha büyük savaşlara sokmak için Türkiye’de kanla siyaseti büyütme, iktidarı besleme çizginsinde ısrar etmek amacıyla çözümsüzlüğü derinleştiriyor.
 
Bazen İmralı kapısını açmak bize çözümün, refahın, özgürlüğün, barışın yolunu gösterebilir
 
Ama demokratik siyasetin savunucuları dört duvar arasında tutulmuş da olsalar direnmeye devam ediyor. Leyla Güven bu ülkenin milletvekilidir. Ve siyasi iktidar tarafından hapiste tutulan Güven, yargı kurumu ve iktidar tarafından ölüme sürükleniyor. Süresiz açlık grevinden bahsediyoruz. Leyla Güven değil cezaevlerindeki çok sayıda siyasi tutsak, tecrit siyasetinin değil de demokratik, barışçıl çözüm siyasetinin konuşulabilmesi için süresiz dönüşümsüz açlık grevine başladılar. Aynı zamanda benimle birlikte kalan DBP Eş Genel Başkanımız Sebahat Tuncel ve Hakkari Milletvekilimiz Selma Irmak da açlık grevine başladı. Ben bu vesileyle barış, çözüm ve gelecek için bedenini açlığa yatıran bütün değerli arkadaşlarımızın mücadelesini saygıyla selamlıyorum. Ve bütün Türkiye toplumunun da bu ülkede yeni ve iyi şeyler olabilmesi için kapılar açmaya yönelmesi gerekiyor. Bizi kapattıkları hapishanelerin kapısını açmayı başarabiliriz. Bazen İmralı kapısını açmak bize çözümün, refahın, özgürlüğün, barışın yolunu gösterebilir. Bazen Kandıra’nın kapısını açmak, bazen sokakta etrafımıza örülen görünmez hapishanelerin kapısını açmak bizi barışa, özgürlüğe ve refaha götürebilir. Ama kapı açma, yol açma siyasetinin önceliğini göz önünde bulundurmamız gerekiyor. 
 
Heyetiniz tarafsızlığını yitirmiştir, talebim yargılamadan çekilmenizdir
 
Siyasetin üzerinde bu kadar baskı altında olduğu koşullarda bundan sonra benim yargılama sürecimin sağlıklı yürütüleceğine inancımı yitirdim. Heyetinizin bu aşamada tarafsızlığını yitirdiği için taraf olmak zorunda bırakıldığı için talebim bu yargılamadan çekilmenizdir. Birinci talebim budur. Olmadığı durumda reddi hakim talebini de gündeme getireceğiz. Son olarak bir şey okumak istiyorum:
 
Değerli bir hukukçu diyor ki: Şahane siyasi sanık Prometheus tanrısal yasaya sığınmaz. Soğuğu özü olarak öne sürmez. Ateşi çalması itiraf ettiği gibi sadece insanlara duyduğu aşktandır. Niçin yargıçlar ve avukatlar da tuttukları tarafı itiraf etmezler. Acaba hangi utanç engel olur buna ya da hangi kurnazlık?
 
Ateşi çalmak suç değildir
 
Değerli başkan ve heyet, biz tuttuğumuz tarafı çok açık ve net ifade ettik. Biz tarafız. Biz Prometheus gibi Şeyh Bedrettin gibi Deniz Gezmiş gibi ve bu memleketteki bir dizi mücadeleci insan gibi tarafız, tuttuğumuz bir taraf var. Biz büyük insanlığın tarafıyız. Ateşi de üşüdüğümüz için çalmadık, siyasi iktidarın ateşini, onların iktidar alanlarını, iktidar bahçesinde yetişen yasak meyveleri sadece üşüdüğümüz ya da acıktığımız için çalmadık. Ateşi büyük insanlığı sevdiğimiz için, bu insanlık aşkı ile hareket ettiğimiz için çaldık. Ortada bir suç varsa biz bu suçu işledik. Ateşi çalmak suç değildir. Ezilenin tarafında olmak suç değildir. Bu toplumun çoğunluğu için, bir avuç azınlığın elinde kahrolan çoğunluğu için özgür ve demokratik siyaset yapmak suç değildir. Bizim tarafımız burasıdır. Herkesin tarafını ifade etmesi gerekir. En azından birbirimize ve tarihe karşı dürüst olmalıyız. Biz tarafımızı itiraf ediyoruz. Yargıçlar da, bu yargı sistemini yöneten zihniyet de tarafını çok net ifade etmelidir. Tarih böyle bir dürüstlüğün gösterilmesi zamanının geldiğini işaret ediyor. Tarihte öyle dönüm noktaları vardır ki bazen o tıkır tıkır işleyen mekanizmaya bir şeyler olması gerekir. Başka seslerin çıkması gerekir. İşte öyle bir noktadayız. Ben de birlikte yol açalım birlikte yol alalım diyorum...
 
16 Ocak 2019"