26 Kasım 2024 Salı

Yine işçi katliamı, yine 'kader' yine 'şehit' edebiyatı

AKP-MHP iktidarının neoliberal politikalarının bir sonucu olarak Türkiye'de maden ocaklarının büyük bir kısmı özelleştirildi. Amasra gibi devletin elinde kalan madenlerde ise daralma politikası izlendi, işçilerin sayısı yıllar içerisinde düşürüldü. Adım adım sermayeye peşkeş çekilen ocaklarda denetim yapılmaması, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmamasıyla sık sık işçi cinayetleri yaşanırken, patronların cezasızlıkla ödüllendirilmesi katliamlara yol açtı.

Bartın'ın Amasra ilçesinde bulunan Türkiye Taşkömürü Kurumu'na ait maden ocağında dün akşam saatlerinde grizu patlaması yaşandı. Haberin duyulmasıyla Limter-İş, İnşaat-İş, Enerji-Sen, Dev Turizm-İş Marmara Şubesi ve Dev Tekstil temsilcileriyle Bartın'a yola çıktık.

Sabaha karşı geldiğimiz kentte göze ilk çarpan civar kentlerden nakledilen çevik kuvvet ve özel harekat polisleri, zırhlı araçlar oldu. Maden sahasına doğru ilerlerken kentin göz dolduran deniz ve orman manzarasının üzerinin bulutla kaplı oluşu dikkat çekti. İlk başta bunun bir sis olduğunu düşünmüştüm. Yaklaştıkça bunun sis değil kirli gaz-toz bulutu olduğunu anladım. Öğrendim ki maden ocağındaki grizu patlamasının ardından yeraltındaki kirli hava, gaz tahliye ediliyor. Hava kirliliğinin nedeni bu. Zaten yarattığı ağır kokudan dolayı nefes almak zorlanınca insan düşünüyor; birkaç dakika dayanamadığın bu kokuya 300-350 metre derinlikte maruz kalan işçiler nasıl çalışıyor.

Maden sahasına vardığımızda son kalan işçilerin cansız bedenine ulaşılmış, yaralılar hastaneye sevk edilmiş, teşhis edilenlerin cenazeleri planlanmıştı… Bir çırpıda okunduğuna aldanmayın bu dakikaların ağrısını hiçbir kelime dile getiremez.

Yıllar önce meydana gelen ve 301 işçinin katledildiği Soma'ya gittiğimde de aynı duyguları hissetmiştim. Göz göre göre katliam, hiçe sayılan işçilerin canı, sırtları sıvazlanan aileler ve hesap sorulmasın diye verilen "şehitlik" mertebesi.

AKP-MHP iktidarının neoliberal politikalarının bir sonucu olarak Türkiye'de maden ocaklarının büyük bir kısmı özelleştirildi. Amasra gibi devletin elinde kalan madenlerde ise daralma politikası izlendi, işçilerin sayısı yıllar içerisinde düşürüldü. Adım adım sermayeye peşkeş çekilen ocaklarda denetim yapılmaması, işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmamasıyla sık sık işçi cinayetleri yaşanırken, patronların cezasızlıkla ödüllendirilmesi katliamlara yol açtı. Hatırlarsınız Soma katliamı davasında faillere göstermelik ceza verilirken katledilenler için adalet mücadelesi yürüten avukatlar Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı çeşitli bahanelerle tutuklanmıştı.

Bartın'da yaşanan katliam da devletin gelmesine göz yumduğu katliamlardan. Zira 2019 yılında denetim yapan Sayıştay hazırladığı raporda maden ocağında yaşanacak grizu patlamasına karşı uyardı. Ancak bu uyarıyı dikkate almayan TTK, Enerji Bakanlığı, raporu görünmez kılmaya çalıştı. Haber yapanları da "dezenformasyon" ile suçladı. Bugün maden ocağında uygulanan sansürün taşları o zaman döşendi.

Kafa karışıklığının önüne geçelim. Sansür başka bir biçimde devredeydi. Sabaha kadar alandan yayın yapıldı, bilgi geçildi elbet. Ama bu yayınlarla gerçeklerin üstü örtüldü. Kimi ailelere "yakınınız şehit oldu, bununla yetinin" denilerek katliamın üstü örtülmeye çalışıldı. Kimileri de yaralı işçilerin sevk edildiği hastanenin mimarı, mühendisiyle manipülatif yayın yaptı. Kendi imkanlarıyla ocaktan çıkan ya da yaralı arkadaşlarına yardım eden işçilerle yapılan yayınlar ise bu katliamın sorumlularını gözler önünde serdi. Maden katliamıyla ilgili yayın yasağı ilan edilmedi ancak polis basına konuşan işçileri kenara çekip, konuşmamaları tehdidinde bulundu. Çalıştıkları koşulları ve alınmayan tedbirleri anlatarak devletin bugün başında bulunan AKP-MHP iktidarının sorumluluğunu görünür kılan işçilerin bilgileri kirlettiği öne sürüldü. Bu sansür değil de ne?

Sahaya vardığımızda bu uyarılar nedeniyle işçiler, "Müdürümden izin alırsanız konuşurum" diyerek konuşmadı. Cenazeleri teşhis edilmeyen aileler bir umutla alana gelip gitmeyi sürdürdü. Yaşlı bir çift oldukça cesur ve mağrur şekilde, "İşçilerin başında kim durmadı, kim sorumsuzluk yaptı, kimin suçu hesap versin" sözleriyle isyan etti.

Ocağın bulunduğu alan bakanların gelmesine yakın bariyerlerle kapatıldı. Basının görüntü alması engellendi. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın helikopterinin iniş yaptığının kulaktan kulağa yayıldığı o anlarda çöplerin toplanması, alanın düzeltilmesi dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan burada beklediğimiz ve bildiğimiz konuşmasını yaptı. Şehit edebiyatı ve kader vurgusuyla yine katliamı meşrulaştırdı.

Maden ocaklarında alınmayan her önlem, uygulanmayan her tedbir katliamlara zemin hazırlar. Soma'da Ermenek'te bunu daha önce ne yazık ki gördük. Katliam öncesi alınmayan tedbirlerden bahsetmeyenler, işçilerin cansız bedenine hızlı ulaşıldıklarıyla övünerek başarı hikayeleri anlatır. Bugün de böyle yapıldı.

Onlar ne kadar inkar etse de arkadaşlarını kurtarma çalışmalarına katılan ve yüzlerindeki is hala duran işçilerin bakışları ve çaresizliği, ailelerin haberini alamadığı evlatlarının isimlerini rastladıkları her görevliye soruşu, iktidarın itiraf niteliğindeki açıklamaları ve işçilere getirilen konuşma yasağı bu katliamın sorumlularını işaret ediyor.

Katliamın sorumlusu olanların bugün işçilerin yanında gibi göründüklerini yarın unutacaklarını işçiler de halkta çok iyi biliyor. Yolda bir markette karşılaştığım kişilerin, "Ne olacak Soma'da yaşadık; şimdi herkes gelir iki açıklama yapar, iki gün sonra unutulur. Hep öyle olmadı mı" sözleriyle bunun işareti.