DÜNYA
Yeni dalga
Devrim rüzgarının yapısal sorunları ve bilhassa önderlik sorunu hala çözülmediği için, halk mücadeleleri fiilen ikili iktidar durumu yaratmakta ancak kahredici son vuruşu yapamamakta ve devrim çalınmakta, çalınmaya çalışılmaktadır. Sudan şu anda böyle bir konjektürü solumaktadır.
"Arap Baharı" gelgeç bir rüzgar değil devrim süreci / konjektürüydü. Avantajlı yanı çürümüş diktatörlüklere karşı nüfusun büyük bölümüne seslenen, onların çıkarlarını ortaya koyan bir bileşene sahip olmasıydı. Dezavantajıysa, tahmin edilebilen sebeplerle son derece örgütsüz, önderliksiz gelişmesiydi.
İmkanları ve tehlikeleri bir arada barındıran, bir onur ve özgürlük isyanı / ayaklanması biçiminde patlayan Arap baharının, bu gibi yapısal nedenlerle kesintili devrim süreci / konjektürü halinde ilerleyebileceğine işaret edilmişti.
Türlü güçlüklerle boğuşan, önderlik yoksunluğu nedeniyle çoğu defa devrimin zaferini sağlayamayan ve bu nedenle emekçi solda sürekli bir ilgi konusu olamayan 'Arap Baharı' sürecini devrimci sosyalistler dikkatle takip ederek teorik, politik analizler geliştirdi.
Şimdi, Sudan'da kitle katliamcısı El Beşir adlı diktatöre karşı yükselen halk hareketi devrim süreçlerindeki yeni dalgaya işaret ediyor ve onu delillendiriyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika sathına yayılan devrim süreci canlıdır, şahdamarı gibi atmaktadır ve diktatörlük devirmeye devam etmektedir.
Devrim rüzgarının yapısal sorunları ve bilhassa önderlik sorunu hala çözülmediği için, halk mücadeleleri fiilen ikili iktidar durumu yaratmakta ancak kahredici son vuruşu yapamamakta ve devrim çalınmakta, çalınmaya çalışılmaktadır. Sudan şu anda böyle bir konjektürü solumaktadır.
Devrim süreçlerinin benzerliğine bir örnek: Sudan'daki yeni devrim dalgası, ekmek ve özgürlük isteyen kadınları sembolleştirerek ilerledi. 20. yüzyılın ilk döneminde de kadınlar "ekmek" talebiyle sokağa çıkmış ve 1917 Şubat devrimi patlamıştı.
Her devrim özgündür, biriciktir, kendi hikayesini oluşturur. Evet ancak tümünü birbirine teyelleyen karekteristik bağlar da vardır. Örneğin önderlik sorunu da iki devrim sürecinde ortaktır. 1917 Şubat devrimi bu nedenle, Lenin'in deyimiyle 'altın tepsi' içinde burjuva hükümete sundu. Sudan'da da, önderlik yokluğu, ordu veya baskıcı karşı devrimci merkezin devreye girmesine olanak tanıyor.
Ancak bundan önemli olan yürüyüşün başlaması, sürmesidir. Özgürlüğü tadan, 'kadının yeri ev değil devrimdir' sloganlarını yükseltenler bundan geriye düşmez.
Tahmin etmek zor değil; El Beşir'in imdadına yetişen, sesine ses veren AKP oldu. Onun muteber bir isim olduğuna kefil yazılan AKP idarecilerinin Darfur'da 200 bin Sudanlının tehcir ve doğrudan katliamlarla öldürüldüğünü bilmemesi imkansız. Bunu bilerek, hakkında tutuklama kararı bulunan kanlı diktatörü Türkiye'de ağırladılar, çeşitli anlaşmalar yaptılar.
Karşı devrim cephesinin refleksi de ortak. El Beşir'in protestoculara, ekmek ve özgürlük isteyen yoksullara karşı tutumu çok tanıdık çünkü tıpkı basımını Türkiye'de de gördük: Dış güçler, üst akıl, 5. kol, hainler, satılmışlar....Bunlar Sudan'da işe yaramadı; hiçbir yerde ilelebet işe yaramaz zaten.
Tehcir ve katliam demişken, AKP'nin ittihatçıları Ermeni soykırımını nasıl da hararetle savunduğunu, bu yavanlığı kendi politik kimliğine kattığını da iki örnekle gördük.
İtalya, Ermeni soykırımını tanıdı. Fransa da, bir kararnameyle 24 Nisan 1915'i soykırım olarak tanıdı ve 'anma günü' ilan etti.
İttihatçıların ırkçı liderleri Talat ve Enver'in hususi planlamasıyla uygulanarak Ermeni ulusunun varlığına kast eder, Talat'ın kendi defterinde dahi 800 bin Ermeninin katledildiğini yazdığı, yaygın olarak 1.5 milyon Ermeninin hayatına mal olan tehcir ve tenkil siyaseti o denli iğrençti ki Mustafa Kemal, olanaklı durumlarda soykırımı kınamaktan geri durmamış ve Türkiye'deki politik İslamcı ekol bu konuda ittihatçı dile mesafeli durmuşken AKP şimdi, Perinçek faşistiyle ağız birliği ediyor ve ittihatçıları savunuyor.
Sadece bu mu. Gizlenemeyen katliamlara bahane buluyor. Tıpkı El Beşir'in Darfur'daki soykırım niteliğindeki katliamlarına gerekçe imal ettiği gibi.
Bu pozisyonuyla AKP ittihatçılar dahil olmak üzere bütün iktidarların yapıp ettiklerini savunan veya onlara mazeret arayan bir düşünsel-duygusal sefalette karar kılmıştır. Buradan kolay kolay kurtulamaz. Çünkü politik İslamcı ve ırkçı faşist alaşım onun yeni politik kimliği olmuştur.
Her devrim dalgası reaksiyona yol açar. Klasik faşizm tam da bir reaksiyonun politik ifadesiydi. Yeni dönem dalgaları da yeni faşizmin korkusunu misliyle tetikliyor.
Böyle bir vasatta, devrimci sosyalizmin işaret ettiği gibi, politik özgürlükler mücadelesi daha bir önem kazanırken politik özgürlüklerin sağlanması doğrudan devrim veya devrim niteliğindeki gelişmelerle mümkündür.
Bazen enternasyonal karekterde, bazen ülke sathında olmak üzere karşı devrimci iktidar cephesiyle / bloğuyla ezilenlerin tarihsel özgürlük bloğu / cephesi iki ana kuvvet olarak öne çıkıyor.
Karşı devrim cephesi kendi sınırına dayandı. Şimdilerde oradan geriye düşüyor. Devlet cihazını, faşizmin tüm imkanlarını daha sert biçimlerde harekete geçirerek ayaklanmaları, isyanları yani politik özgürlük mücadelesinin önünü kesmeye çalışıyor.
Mücadele büyüdükçe ve bu politika sonuç vermedikçe o dilin nasıl bir mutasyona uğradığını başka örneklerden biliyoruz.
Tarihsel özgürlük cephesi ise henüz kendi limitinin zirvesine varamamış, hatta kapasite kullanımı bakımından imkanları zorlamamıştır. Temas edilecek, iletişime geçilecek, etkileşim / rezonansa girilecek milyonlar vardır.
Dolayısıyla 'özgürlük bloğunun Kürdistan ve Türkiye'de eğer yoklarsa devasa olanaklara kavuşacağını büyük bir güvenle söyleyebiliriz. Düşünsel siniklik ve sinmişlik olmadıkça, enerjiyi boşa tüketmek, devrimi güncel bir mesele saymamak imkansızdır. Devrimse süreğen örgütlenme ve zamanın ruhuna uygun politik örgütsel önderlikleri inşa etme ile mümkündür. Devrim dalgasının / konjektürünün dolaysız etki alanındayız ve o dalga bizim / bu toprakların devrimi olan Rojava halk devrimi ile yükseliyor, kuvvetleniyor. Türkiye devrimi de menzilde. Türkiye de özgürlük ve sosyalizmle buluşacak.