24 Kasım 2024 Pazar

Yeni Cezayir devrimine hoşgeldiniz

Komprador oligarşi ve ordu tarafından yönetilecek her türlü geçişe kategorik olarak karşı olmak zorundayız. Toplumsal adalet ve doğal kaynaklar üzerinde halk egemenliğini kapsayacak halkçı ve demokratik bir anayasa oluşturabilmek için yetki sahibi ve halkın oluşturduğu bir anayasa meclisi için çağrı yapmalıyız. Demokratik anayasa halkın elinden çıkmalı, onun güçleriyle yönetilmelidir. Süren olaylarla ilgili her türden dış müdahaleyi reddetmeliyiz. Son olarak, toplumsal adalet ve sosyoekonomik hakları demokrasiyle bağlamalıyız, çünkü bu devrim ortak çıkarlarını savunan ezilmişlerin genel bir iradesini temsil etmektedir.

Omar Hassan'ın, Kuzey Afrika Çevre Adaleti Koordinatörü ve Cezayir Dayanışma Kampanyası eş kurucusu, Cezayirli akademisyen ve aktivist Hamza Hamouchene ile Cezayir'i saran kitle hareketi üzerine yaptığı röportajı kısaltılmış haliyle yayınlıyoruz.
 
Cezayir'deki protestolar neyle ilgili?
 
Kitlesel protestolar Abdelaziz Bouteflika'nın 5. dönem başkanlık niyetini açıklamasından birkaç gün sonra başladı. Başta hareketlilik küçük ve yereldi, sonradan kitleselleşti. 22 Şubat'tan itibaren her cuma, (42 milyon nüfusu olan bir ülkede bazılarının hesaplarına 17-22 milyon kadar) farklı toplumsal kesimlerden insan, uzun süre önce el konmuş kamusal alanları tekrar zapt ederek ciddi bir ayaklanma ile sokağa çıktılar. Bu cuma eylemlerini eğitim, sağlık, adalet sistemi, petrokimya sanayii alanlarındaki işçilerin, öğrencilerin ve sendikaların protestoları takip etti.(...) Bu isyan egemen sınıflar arasındaki derin iç kriz ile tabandan yükselen halkın memnuniyetsizliğinin birleşmesinin bir ifadesidir.
 
Bu aynı zamanda on yılların derin acı ve kızgınlığın bir ifadesi, baskıcı otoriterliğin, özgürlüklerin bastırılmasının, ekonomik ve toplumsal dışlanmanın, endemikleşmiş yolsuzlukların ve kayırmacılığın, parazitsel birikimin ve yoksullaşmanın, büyüyen toplumsal eşitsizliklerin ve ülkedeki eşitsiz ekonomik kalkınmanın reddiyesidir. Toplumsal bir ufuksuzluk var; özellikle de bu çaresizlikten çıkmak için kuzeydeki Akdeniz kıyılarına varmak üzere yaşamlarını riske eden, marjinalize edilerek aşağılanmayı ve sömürge sonrası Cezayir'de artık sermayedar olmayan işsizler için kullanılan Hittist konumuna düşmeyi göze alan işsiz gençlikte. Ve bunların hepsi bizimki gibi zengin bir ülkede oluyor!
 
Cezayir ayaklanması müksüzleşmeye ve talana bir isyandır. Cezayirlilerin sloganı "Onların tümünün gitmesini istiyoruz!" (veya daha doğru bir ifadeyle, "Halk onları kökünden söküp atmak istiyor!") aslında 2010-11 Arap ayaklanmalarındaki "Halk sistemi devirmek istiyor!" sloganının diğer bir versiyonudur. Bu anlamda Sudan ve Cezayir'de olanlar, iniş çıkışları, kazanımları ve geri çekilmeleri olan, Tunus'ta neoliberal demokratik geçişle ve geri kalan ülkelerde kanlı karşı devrimler ve emperyalist müdahalelerle somutlanan Kuzey Afrika ve Batı Asya'daki devrimci sürecin bir devamıdır.
 
Umut edilen, Cezayir ve Sudan halkının diğer ülkelerdeki kardeşlerinin deneyimlerinden öğrenmesi ve haysiyet, adalet, toplumsal egemenlik ve özgürlük temel taleplerine ulaşmak için devrimlerini daha ileri zorlaması ve on yıllardır süren politik ve ekonomik baskıya bir son vermesidir.
 
2011'deki olaylar bölgenin çoğunu sararken önemli yerel farklılıklar birbirinden ayrışan sonuçları şekillendirdi. Örneğin, Mısır'da kritik zamanlarda kurumsal ve toplumsal ağırlığının eksikliği anlamına gelecek şekilde gençlik öncülüğünde ve görece gevşek bir hareket vardı. Tunus'ta ulusal sendika merkezi, özellikle de onun tabandaki safları çok önemliydi. Cezayir'deki hareketin öncülüğünü hangi toplumsal güçler yapıyor? Belirgin bir şekilde öne çıkan örgütler veya fikirler var mı?
 
Cezayir ayaklanmasının kendine has özellikleri, güçlü ve zayıf yanları var. Öncelikle bu hareketi özgün kılan şey büyüklüğü, barışçıl karakteri ve marjinalleşmiş güney de dahil olmak üzere ülke çapındaki yaygınlığıdır. Ayrıca hareket nüfusun çoğunluğunu oluşturan kadın ve gençlerin önemli katılımıyla karakterize oldu. Cezayir, Fransız sömürge yönetiminde büyük zorlukla kazanılan bağımsızlığın kutlandığı 1962'den beri bu kadar geniş, çeşitlilik içeren ve yaygın bir harekete tanık olmadı.
 
İkinci olarak bu ayaklanma 1950 ve 60'ların toplumsal ve ekonomik egemenlik hakkını kazanmak için gelişen sömürge karşıtı mücadelenin devamı gibi görülebilir. Protesto ve yürüyüşlerde sömürgecilik karşıtı gelişen devrime ve o sürecin şehitlerine pek çok referans yapıldı, ki bu, iktidar elitlerinin ülkelerini ve kaynaklarını bir 30 yıl daha satmasıyla, toplumsal ve ulusal egemenliğin olmadığı koşullarda biçimsel bağımsızlığın bir anlamı olmadığını bir kez daha doğruluyordu. Sömürgecilik karşıtı duygular, dış güçlere ve emperyalist müdahaleye karşı duyulan sağlam düşmanlıkla yeniden güçlendi.
 
Üçüncüsü, Filistinlilerle olan sarsılmaz ve sonsuz dayanışmaydı: Cezayirliler Filistin'in kurtuluşu sağlanmadan kendi kurtuluşlarının tamamlanmayacağını görüyorlar. Bu Arap dünyasında tektir: Cezayir bayraklarının yanında daima Filistin bayrakları görürsünüz. Ve halk Cezayir ve Filistinli şehirleri bir ayrım gözetmeksizin birlikte anar. Bunu Cezayir ve Filistin'in ırkçı, soykırımcı, yerleşimci sömürgeciliği deneyimleyen bölgedeki tek ülkeler olmalarıyla açıklayabiliriz.
 
Dördüncüsü, ülkedeki parti siyasetinin iflası ile gerçek politik muhalefetin yıkıma uğradığı kuraklaşan politik atmosfer, baskı ve sendikaların uzlaşmacılığıyla birleşerek halkı farklı şekilde örgütlenmeye itti. Son birkaç yılda, yükselen muhalif sesler ve memnuniyetsizlik artan bir şekilde kesimsel protestolarla veya özellikle de petrol zengini Sahara bölgesindeki yatay toplumsal hareketlerle ifadesini buldu.
 
Politik partilere karşı yerleşik bir düşmanlık var. Mısır'dakine benzer şekilde, hareket gençliğin öncülüğünde ve görece gevşek. Ona itici güç olan açıkça belirgin bir önder kimliği veya örgütlü yapı yok. On yıllarca ülkenin kaynaklarını, maliyesini ve doğasını talana girişmiş yırtıcı küreselleşme çerçevesindeki neoliberal politikalardan ve çürümüş rant ekonomisinden etkilenmiş kırsal ve kentsel alanlardaki orta sınıflardan ve marjinalize sınıflardan kitleleri seferber eden bir halk ayaklanması bu (...) Sudan Profesyoneller Birliği'nin lider ve örgütleyici bir rol oynadığı Sudan'dakinin aksine, Cezayir'de görünen o ki işler ağırlıkla sosyal medya üzerinden örgütleniyor.
 
Son olarak, ben devrimin sonucunu veya güçlerini, taleplerini ve stratejisini beğenmediği için onu kötüleyen veya onun devrimci karakterini reddedenlerden değilim. Ancak, eleştirel, entelektüel açıdan dürüst ve geçmiş devrimlerin hatalarından öğrenmeye açık olmalıyız. Kendiliğindenciliğin ve "lidersiz" hareketlerin yüceltilmesi ve her türden yapıya karşı düşmanlık Cezayir'e özgü değil, Mısır ve Tunus gibi diğer devrimlerde de gördüğümüz bir durum.
 
Kendiliğindencilik ve lidersiz hareketler, sınıf, toplumsal cinsiyet ve ideolojik farklılıklara rağmen bir birlik görüntüsü veren sınıflar arası büyük hareketlilikler yaratacaktır. Fakat, marjinalize olanların sosyoekonomik hakları sorusu tartışma dışı bırakıldığında bu tehlikeli olacaktır. Böyle senaryolarda, toplumsal egemenlik ve toplumsal adalet gibi meşru sorular dünyanın lanetlilerinin temel talepleri pahasına yerini demokrasi, özgürlük ve eşitlik gibi muğlak liberal nosyonlara bırakacaktır.
 
Bu durum "devrimcisiz devrimler" veya "örgütlenmeden devrim" diye dile getirildi. Bu amorf, şekilsiz ve lidersiz dinamikler ve hareketler son derece kırılganlar. Bu karakterleri ölümcül bir zayıflık olabilir, özellikle de baskı başladığında. Sahadaki gerçeklik bu. Ama insanların güvenini tekrar kazanmasını ve bir kolektif "biz"e güvenmeye başlamasını görmek inanılmaz heyecan uyandırıcı. Kitlenin sistemin farklı kesimleri tarafından geliştirilen oyunlara kanmadıklarını gördüm. Hareket gün geçtikçe güçleniyor ve talepleri giderek radikalleşiyor. Onları birleştiren eski sistemin tüm sembollerin indirilip onların neden olduğu tüm bu acı ve yıkım karşısında güvenilir olanı getirme isteği.
 
Sudan'daki protesto hareketinde Alaa'a Saleh şahsında en heyecan verici şekilde kadınların önderlik rolü giderek öne çıktı. Tarih çalışanlar için bu şaşırtıcı değil; devrimler sıklıkla ezilenlerin festivali olarak tarif edilir. Kadınlarla, Berberi azınlık ve diğer ezilen gruplarla ilişkisi bağlamında Cezayir'deki durumla ilgili ne demek istersin? Bu kesimlerin dertleri neler, şu ana kadar protestolara katılımları nasıl?
 
Devrimler kadınlar olmadan, kadınların aktif katılımı olmadan gerçekleşmez. Cezayir devrimi de farklı değil. Bu halkçı dinamiğin başından itibaren kadınlar patriyarkaya karşı taleplerini tüm hareketin demokratik talepleriyle birleştirmede önemli bir rol oynadılar. Haftalar geçtikçe kadınların katılımının artışına şahit oldum. Cezayir, Bejaia ve Skikda'daki protestolarda kadınların sayısı oldukça fazlaydı. Aynı zamanda öğrenci ve sendikal harekette de katılımları yoğundu.
 
Ancak, Cezayir toplumunun çoğunluğu halen muhafazakar ve maçodur. Bir kesit bunu anlatmak için uygundur: Feministler Cezayir'deki bir yürüyüşte sıkıştırılmış ve saldırıya uğramıştı, ve (erkekler tarafından) feminist talepler dile getirmemeleri konusunda hararetli bir şekilde öğütlenmişlerdi, çünkü sözde hareketi bölüyorlardı. Bir de video vardı etrafta dolaşan, bu tür talepleri dile getirmeye cesaret eden kadınlar olursa asit kullanmakla tehdit eden erkeklerin videosu. Bu tekil ve aşırı uç bir örnek olabilir, ama derinlere yerleşmiş cinsiyetçiliği ve kadın haklarına karşı toplumumuzda mevcut olan karşıtlığı gösteriyor. Birkaç gün önce, polis 4 kadın aktivisti tutukladı ve üstlerindeki tüm kıyafetleri çıkarmaya zorlayarak onları aşağıladı.
 
Son on yıllarda kadınların eğitimde, istihdamda ve politik yaşama katılımda elde ettiği tüm başarılara rağmen erkeklerle eşitlik ve patriyarkal baskı ve şiddete karşı mücadeleleri sona ermekten oldukça uzak (dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi). Toplumdaki konumlarına dair gerici vizyona karşı halen direnmek zorundalar.
 
Berberi azınlığa gelirsek, bir düzeltme yapmak isterim: onlar bir azınlık değil. Cezayirlilerin çoğunluğu etnik olarak Berberidir (Emezi). Bizler Arab-Berberiyiz; Araplık kültürel ve politik topluluk anlamında kim olduğumuza dair önemli bir parçamız. Bu kimlik meseleleri son on yıllarda büyük gerilimler yarattı, çünkü kültürel çeşitliliğimiz kimliğin dar bir kavramsallaştırılmasıyla göz ardı edildi. Cezayir kültürel mirasının Berberi boyutu marjinalize edildi ve folklorik bir hale indirgendi.
 
Yine de, Berberi (Tamazight) dilinin kültürel kimliğimizde Arap ve İslam'ın eşit bir ögesi olarak tanınması mücadelesi 1980'de Kültürel Berberi Hareketi ülkenin kuzeyindeki Kabylie bölgesinde ayaklandığı zaman gelişen Berberi Baharı'ndan bu yana büyük ilerleme kaydetti. Kabyleliler rejimin otoriterliği karşısında yaşadıkları sıkıntılar, zengin Berberi dilinin ve kültürel kimliğinin reddi ve bölgenin ekonomik unutulmuşluğu ile bir araya geldiklerinde Berberi Baharı 60'ların başından beri rejimin karşılaştığı ilk büyük çaplı politik zorluk oldu. Bu gerçek demokratik kitle hareketi on yıl kadar süren mücadele ve ayaklanmalara ilham oldu.
 
Nisan 2001'de, Kabylie'de bir ayaklanma oldu ve 18 ay içinde La'rouche adında güçlü bir halk hareketi politik sahneye geldi oturdu ve demokrasi sorununu tekrar gündeme soktu. Bu hareket başkent Cezayir'e etkileyici bir yürüyüş düzenledi ve diğer bölgelerden pek çok yurttaşı Hogra'ya (aşağılanma ve toplumsal adaletsizlik) karşı isyana teşvik etti. Ne yazık ki o hareket uzlaştı, sızmalar oldu ve ezildi.
 
Batı'daki insanlar Berberi azınlık hakkında konuştuğunda, çoğunlukla anladıkları Kabyle nüfusu oluyor. Sömürgecilik zamanına dönüldüğünde bu bölgenin baskı ve otoriterliğe karşı en ön mücadele cephesi olmasında kaynaklı bu. Güncel olaylarda da bu farklı değil. Chaouis, Mouzabit, Touaregs gibi diğer Emezi gruplar için de aynı şey geçerli. İktidar seçkinlerinin "böl ve yönet" taktiğine karşı gelen Cezayirli yurttaşlar olarak hepsi dahil oldular. Yürüyüşlerdeki halkın birlikteliğini vurgulayan sloganlar açıktı: "Bölünme istemiyoruz, hepimiz Cezayirliyiz."
 
Cezayir'de sol düşüncenin ana dayanakları neler ve örgütlü sol bu harekette ne çapta bir rol oynuyor?
 
Sol özgürlük ve eşitliği birlikte getiren bir güç olmalı. Sadece politik eşitlik değil, toplumdaki sınıfsal eşitsizlikleri sona erdirecek sosyoekonomik eşitliği de. Demokrasi sermaye egemenliği ve piyasa diktatörlüğü altında tamamlanamaz. Bu nedenle toplumsal ve ekonomik demokrasiye de ihtiyacımız var. Eğer bir işi ve düzgün bir evi yoksa genç bir Cezayirli özgürlük ile ne yapacak?
 
Ne yazık ki, birçok nedenden, küresel olanlar da dahil, Cezayir'de örgütlü sol parçalı, atomize ve güçsüz. Ancak, devrimci hareketler kendini yeniden canlandırma becerisine sahiptir ve kitlelerin özgürlük, onur ve adalet gibi temel taleplerini ifade etmeleri ve onlara ulaşmaları için bir araç olarak tarihsel rolünü oynamak istiyorsa büyüyebilir. Bunu yapmaları için, istenen geleceğe dair net bir görüş açıklığı gerekir, entelektüel ve örgütsel açıdan özerk olmalı ve kendini bir baba gibi toplumun üstünde konulandırmaktan vazgeçmelidir, kitlelerin hizmetinde kitle örgütleri olmalıdırlar.
 
Cezayir'deki en büyük sol parti Louisa Hanoune'un troçkist bir parti olan İşçi Partisi maalesef anlaşılması güç bir şekilde uzun bir süre Bouteflika'yı destekledi. Çünkü Hanoune onu emperyalizme karşı bir siper olarak görüyordu. Bu otoriterliği meşrulaştıran çarpık "antiemperyalizm" duruşu daha önce de görülmüştü, özellikle de Suriye'de Beşar Esad'ın durumunda. Multimilyonerlere ve Batı sermayesine sayısız tavizin verildiği Bouteflika döneminin bağımsız Cezayir tarihinin en ultra-liberal dönemi olması ironiktir. Bu dönem, ulusal çıkarları uluslararası sermayenin çıkarlarının ardından ikincil kılan ve kendi çıkarlarını onların hizasına çeken iktidar elitlerinin kompradorlaşma dönemidir. Basitçe söylemek gerekirse, Bouteflika'nın sistemi yerel ve uluslararası sermayeden çıkar sağlamak uğruna halktaki meşruiyetini kaybetmeyi seçti.
 
Bu süreçte işçilerin, öğrencilerin ve halk kitlelerinin öz örgütlülükleri için yaptıkları çağrılarla çalışmalarını katlayarak artırmaya çalışan Sosyalist İşçi Partisi ve Demokratik ve Toplumsal Hareket gibi daha küçük başka örgüt ve siyasi partiler de var. Bu girişimler cesaretlendirilmeli ve güçlendirilmeli. Bunu öğrenci hareketinde, sendikaların kitle tabanlarının bazı saflarında çoktan görüyoruz. Ülkenin en büyük sendikası Cezayirli İşçiler Genel Birliği'ni yozlaşmış, sermaye ve rejim yanlısı liderlerinden kurtarıp yeniden ele geçirmek için işçilerin girişimleri mevcut.
 
Hareketin acil görevleri ve önündeki zorluklar neler?
 
Bu konuda, 9. haftadayız artık, propaganda yoluyla hareketi bölme, korku yaratma amacıyla tüm manipüle çabalarına rağmen, hareket bocalamadı. Büyüyor ve yayılıyor. Kimse hakimlerin çıkıp hareketi destekleyeceğini ve hatta 4 Temmuz'da düzenlenmesi planlanan başkanlık seçimini yürütme görevlerini reddetmelerini beklemiyor. Öğrenciler hala ülkenin dört bir yanında Al Hirak Acha'bi'yi (halk hareketi) desteklemek için büyük protestolar ve yürüyüşler düzenliyor ve ulusal grev çağrısı yapıyor. Bazı özerk sendikalar, süregiden dinamikleri desteklemek için grev çağrılarını sürdürüyorlar. Bu hafta, 40 belediye başkanı kendi yerellerinde seçimleri örgütlemeyi reddettiklerini açıkladı. Bazı sivil toplum örgütleri kamusal alanları ortak tartışmalar ve faaliyetler düzenleyerek, ki bu başkent Cezayir'de yasaktır, saldırı ve tutuklamalarla sonlanır, zapt etmekte kararlılar.
 
Yine Tebessa, Bechar, Tissemsilt ve Tipaza'da halkın, bakanları kovarak bakanlık ziyaretlerini kesintiye uğrattıklarını ve iptal ettiklerini de gördük. Halkın, rejimin geçiş planını reddettiği giderek daha net açığa çıkıyor, egemenlerin tepkisi ve hareketin politik bilinci ve örgütlülüğüne bağlı olarak şiddetlenebilmesi ve radikalleşmesi mümkün devrimci bir durumdan geçiyoruz. Protestocuların "çete üyeleri" dedikleri bu kesimlerin statükonun devamından örtülü olarak çok büyük çıkarları var. Onu korumak için ne gerekiyorsa yapacaklardır, buna bazı günah keçilerini feda edip sistemi kurtarmak için zaman kazanmak da dahil.
 
Naif olma lüksümüz yok; devrimler bedel ödemeyi gerektirir ve baskı da bu gereklilikler arasındadır. Bir devrimin barışçıl veya şiddetli karakteri daima ezenler ve onların yöntemlerince belirlenir. Güç dengesini, orduyu halkın sistem değişikliği ve bir bütün olarak eski politika kurumunun savunulmasından vazgeçilmesi taleplerine boyun eğdirmek için direnişi sürdürerek (yürüyüşler, protestolar, kamusal alanların işgali, genel grevler, vb.) kitleler lehine ciddi şekilde değiştirmek gerekiyor.
 
Kitlelerin önündeki bazı zorlukları şöyle özetleyebiliriz: Mahalle-semt komiteleri, öğrenci kolektifleri, bağımsız yerel temsilcilikler ile somut bir platform ve uyumlu bir programa kavuşmak için tartışma, münazara ve düşüncelerin yansıtılabileceği alanların açılması yoluyla yerel öz örgütlülüklerin teşviki ile kendini yapılandırmalıdır. Net talepleri formüle etme, ne tür taktikler izleneceğini belirleme, direnişi veya pazarlığı ne zaman öne çıkarmak gerektiği gibi kararları almamıza olanak sağlayacak halkçı ve demokratik yapı ve mekanizmalara haiz olmalıdır. Öylece seçimlere doğru sürüklenemeyiz, burada iktidarı alan daima (eski rejiminkiler dahil) yapısını koruyan güçler olacaktır. Bu kritik eşikte, sadece Cuma günleri değil, sürekli bir şekilde örgütlenmek, bireysel ve kolektif ifade özgürlüğünde ısrarcı olmak çok önemlidir. Komprador oligarşi ve ordu tarafından yönetilecek her türlü geçişe kategorik olarak karşı olmak zorundayız. Toplumsal adalet ve doğal kaynaklar üzerinde halk egemenliğini kapsayacak halkçı ve demokratik bir anayasa oluşturabilmek için yetki sahibi ve halkın oluşturduğu bir anayasa meclisi için çağrı yapmalıyız. Demokratik anayasa halkın elinden çıkmalı, onun güçleriyle yönetilmelidir. Süren olaylarla ilgili her türden dış müdahaleyi reddetmeliyiz. Son olarak, toplumsal adalet ve sosyoekonomik hakları demokrasiyle bağlamalıyız, çünkü bu devrim ortak çıkarlarını savunan ezilmişlerin genel bir iradesini temsil etmektedir.
 
Radikal değişim, programlanmış bir butona basma işlemi değildir; belli zamanlarda, biriktirilmiş deneyim ve uzun mücadelelerce hazırlanmış bir yola önderlik etmek üzere çarpışma ve fedakarlıklar gerektiren uzun politik bir süreçtir. Müslümanlara tanıdık gelecek bir cümleyle tekrar edersek: "Sonsuza kadar sürecekmiş gibi radikal değişim için çalışalım ve yarın olacakmış gibi zemini bunun için hazırlayalım."
 
Çeviri: Yaşam Uzun (Kaynak: cadtm.org)