22 Kasım 2024 Cuma

Yaşam için özsavunma

Diktatörlük, ırkçılık ve şovenizmi tırmandırarak bilinçsiz yığınları kendi hizmetine sürülmüş yıkıcı bir kuvvet haline getirmek istiyor. Açık ki, Konya katliamına benzer saldırılar artarak sürdürülecek, ırkçı-şoven saldırı menzili Kürt halkıyla sınırlı kalmayacak, farklı tüm kimliklere doğru genişletilecektir. Bu yeni dönemde zaman ya faşizmin hükmünü sürdüreceği ya da özgürlüğün kazanacağı bir momente doğru akıyor. Faşizm yaşamı tehdit ediyor ve bu durum meşru savunmayı, özsavunmayı örgütlemeyi kaçınılmaz hale getiriyor.

Konya’da Kürtlere yönelik düzenlenen katliam, sömürgeci faşizmi yıkmanın, Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve ezilenleri için bir varoluş sorunu düzeyine ulaştığını gösteriyor. Konya’da 7 Kürt’e sıkılan kurşunlarda da Kuzey Kürdistan ve Türkiye ormanlarını kasıp kavuran yangınlarda da bu varoluş sorununu görmek mümkün.

Öncesi bir yana, değişik toplumsal kesimlerden, ezilen sınıf ve tabakalardan, farklı ulusal, inançsal ve cinsel kimliklerden işçilerin ve ezilenlerin şu son bir yıl içinde uğradığı zorbalıklar, yanı sıra faşist iktidar blokunun doğa ve canlı yaşamına dair izlediği ölümcül politikalar bunu teyit ediyor. Şovenizm ve ırkçılıkla da körüklenerek burjuva sınıf çıkarlarının hizmetine sunulan faşizm, halklar, emekçiler, kadınlar ve LGBTİ+’lar için bir hayat memat meselesidir. Sonuç niyetine söylenecek sözü en saf haliyle daha başta söyleyelim: Yaşamak için faşizme ölüm! Sonuç da denklem de bu kadar basit ve sarih. Faşizmin ölüm demek olduğu, yaşamak için de faşizme karşı mücadelenin mutlak zaferle sonuçlanması gerektiği gerçeği hiç bu kadar yalın bir şekilde kendisini göstermemişti.

Ne var ki, bu somut gerçeklik henüz geniş kitleler nezdinde eylemli bir bilince ve örgütlü bir tepkiye dönüşmüş değil. Milyonlar, halihazırda faşist politikaları kendi öz yaşamlarıyla deneyimliyor ve kendiliğinden bir bilinçlenme yaşıyor. İktidara duydukları öfke her gün büyüyor. Ancak henüz bunu bir rejim ve sömürü düzeninin zorunlu sonucu yerine AKP/Erdoğan’ın politikaları olarak mimliyor. Burjuva muhalefetin izlediği AKP/Erdoğan karşıtı strateji de bu bilinci besliyor. Bu durum, yığınların kendiliğinden bilincinin sınırlarını gösteriyor. Devrimci strateji ve taktiğin, kesintisiz ajitasyon, propaganda ve örgütlenme mücadelesinin önemi de burada kendini gösteriyor. Faşizmin ölüm, tek kurtuluşun ise onu tüm kurumlarıyla yıkmak demek olduğu gerçeği bugün işçi sınıfı ve ezilenleri örgütlemenin ortak zemini haline gelmiş durumda.

Son 6 yıl boyunca tırmandırılan faşist devlet terörü, burjuva devlet krizinin ve onun faşist rejiminin çözülüşünün en temel dışavurumu oldu. Bundan dolayıdır ki, bütün bu dönem boyunca diktatörlük, işçi sınıfı ve ezilen halkları yalnızca faşist baskı ve zor yöntemleriyle boyunduruk altında tutmaya çalıştı. Kürt’e sıkılan kurşunlar da sıradan bir basın açıklamasına dizginsiz bir polis terörüyle saldırmak da bu durumun ifadesi oldu. Fiilen devletin yasal gücünün de ötesine taşırılan faşist terör bizzat AKP-MHP iktidarı eliyle dizginsizce uygulandı. Ancak diktatörlük arzu ettiği sonucu alamadı. Rejim, devletin sınırsızca kullanılan yasal gücünün kitle hareketini ezmeye yetmediği, öncü devrimci güçleri tasfiye edemediği koşullarda yasa dışı, kontrgerilla güçleri devreye koyarak sarsılmış ahlaki, politik ve ideolojik otoritesini tesis etmeye yöneliyor. Irkçılık ve şovenizm de bu temelde kullanılıyor. Kimi liberal, muhalif gazeteci ve burjuva muhalif siyasetçilere dönük fiziki saldırılar, HDP İzmir il binasında Deniz Poyraz’ın katledilmesi, mültecilerin hedef haline getirilmesi, orman yangınları bahanesiyle kontrgerilla aparatı faşist Perinçek’in öncülüğünde yürütülen Kürt karşıtı psikolojik harp ve bunun doğrudan sonucu olarak Konya’da yaşanan katliam tam da böyle bir yönelimin göstergesidir. Faşizmin krizi derinleştikçe açık terörcü uygulamaları daha da artıyor, şovenizm ve ırkçılığı körükleyerek ezilenleri gerici temelde saflaştırmaya yöneliyor. Son ırkçı saldırılar ve gelişmeler diktatörlüğün girdiği bu yönelimin sonucudur. Diktatörlük, ırkçılık ve şovenizmi tırmandırarak bilinçsiz yığınları kendi hizmetine sürülmüş yıkıcı bir kuvvet haline getirmek istiyor. Açık ki, Konya katliamına benzer saldırılar artarak sürdürülecek, ırkçı-şoven saldırı menzili Kürt halkıyla sınırlı kalmayacak, farklı tüm kimliklere doğru genişletilecektir.

Bu yeni dönemde zaman, ya faşizmin hükmünü sürdüreceği ya da özgürlüğün kazanacağı bir momente doğru akıyor. Sorunun işçi sınıfı ve ezilen halklarımız için bir varoluş sorunu haline gelmesi tam da burada cisimleşiyor.

Böyle bir dönemde mücadeleyi olağan biçimlerde, alışılageldik söylem ve şiarlarla sürdürmek, en iyi halde faşizmin ömrünü uzatmasına hizmet etmektir. Irkçılık ve şovenizmle beslenen faşizm dolaysız zordur ve buna karşı demokratik söylem ve biçimler asla yeterli olamaz. Faşizme karşı uysal bir demokrasi mücadelesi değil, yıkıcı bir birleşik cephe hattı örgütlenmesi ihtiyacı neredeyse her gün yaşanan yeni bir gelişmeyle kendisini gösteriyor. Faşizm yaşamı tehdit ediyor ve bu durum meşru savunmayı, özsavunmayı örgütlemeyi kaçınılmaz hale getiriyor. İdeolojik olarak iflas etmiş, politik olarak çökmüş sömürgeci faşist diktatörlük bir yandan yasal silahlı güçlerine, öte yandan ise hem kontrgerilla gibi yasadışı kurumsal güçlerine hem de daha geniş anlamda paramiliter güçlerine, faşist güruhlara dayanarak ayakta kalıyor. İdeolojik iflasla birleşen siyasal kriz halini sonuca vardırmak, yani diktatörlüğün yıkımı ancak ve ancak örgütlü ve meşru zora dayalı bir mücadeleyle başarılabilir. Diğer hiçbir mücadele taktiğini, araç ve biçimini reddetmeksizin, ancak fiili-meşru mücadele ve özsavunma güçlerinin örgütlenmesinin zorunluluğunu da kavrayarak antifaşist mücadele ilerleyebilir. Rejimin ideolojik iflas ve politik çöküntüsü, onun zora dayalı güçlerinin yıkılmasını da içerecek bir mücadele perspektifinin örgütlü bir harekete dönüştürülmesiyle birleştirilirse sonuç alıcı olur. Bu olmaksızın rejim her türlü kıyım, zorbalık ve terörle ayakta kalmayı sürdürecektir.

Elbette bu perspektif dönemin siyasal ajitasyon, propaganda ve örgütlenme hattına uyarlanmalı, yeniden biçimlendirilmelidir. Genel siyasal ajitasyon ve propagandaya dayalı teşhir, mahalle mahalle, semt semt, fabrika fabrika planlanmış antifaşist direnişin özsavunma temelinde örgütlenmesi pratiğine dönüştürülmelidir. Yaşamak için faşizmin yıkılması, bunun için de örgütlü özsavunmanın geliştirilmesi perspektifi başta yoksul semt gençliğine, işçilere, kadınlara ve ezilenlerin diğer bölüklerine kavratılmalıdır. Kentler, mahalleler, iş ve yaşam alanları ırkçı faşist saldırı potansiyellerine göre de ele alınmalı, yerelin sosyolojik dokusuna uygun somut ajitasyon, propaganda ve örgütlenme biçimleri geliştirilmelidir. Faşizme karşı özsavunma komiteleri, yaşamı savunma inisiyatifleri, halk savunma birlikleri, kadın yaşam komiteleri, doğayı ve canlıları koruma ekipleri gibi değişik türden esnek birliklerin kurulması hedeflenmelidir. Bir gram dahi mükemmeliyetçilik taşımayacak bir örgütçü akılla hareket edilmeli, mevcut tablo gerçek bir yaşamsal sorun olarak ortaya konmalı, her bir genç, kadın, işçi, işsiz birebir örgütlenmenin öznesi haline getirilmelidir. Bu bağlamda coğrafyamızdaki mültecilerle temas kurmanın, onlara dönük ırkçı faşist saldırılarda yanlarında durmanın, bu alandan hareketle faşizme karşı politik bir cephe açmanın imkanları da değerlendirilmeli, mülteciler faşizmin insafına bırakılmamalı, burjuvazinin çıkarına dayalı politikalarına alet olmaktan kurtarılmalıdır.

Bu, birleşik mücadelemizin özgün gelişim hattı ve alanı olarak ele alınabilir. Pratiğin geliştiriciliği, öğreticiliği akılda tutulmalı, hızla örnekler yaratılmalı, kadın özgürlük mücadelesinde açığa çıkan kimi örneklerden feyiz alınmalı, bireysel özsavunma yapan kadınların bu pratiğinin nasıl örgütlü bir bilince doğru etkide bulunduğu görülmelidir.

Her ulusal, inançsal ve cinsel kimlikten işçi sınıfı ve ezilenlerin kendilerini koruması zorunluluğu yaşamsal bir önemdedir. Faşizmin her saldırısı az çok antifaşist duygu ve düşüncelere sahip bireyleri şu ya da bu düzeyde kişisel savunmalarını almaya itiyor. Bu da son birkaç yılda kendiliğinden gelişen bir başka eğilim olarak kaydedilmeli, hesaba katılmalıdır.

Örgütlü ya da toplumsal özsavunma ise son tahlilde birleşik antifaşist cephedir. Mutlaka ulaşmamız gereken ve tayin edici düzey budur. İç dinamikleri potansiyel kırılmalar taşısa da ne kadar krizde olursa olsun faşizmin kendiliğinden yıkılacağını beklemek saflık olur. Unutmamak gerekir ki, ipi çekilmezse çan çalmaz! Faşizmin ipini çekmek ve ölüm çanını çalmak için örgütlü özsavunma ve birleşik antifaşist cepheyi kurmak boynumuzun borcudur.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 06 Ağustos tarihli 23. sayı başyazısı.