Ünsal: Üzerinin örtülmesi ve cezasızlık cinsel istismarı arttırıyor
Tarikat ve cemaatlerde yaşanan çocuk istismarını, tarikat ve cemaatlerle iktidarın ilişkilerini Fatma Bostan Ünsal ile konuştuk. Çocuklara yönelik cinsel istismar saldırılarının üstünün örtülmesi ve cezasızlığın bu olayları arttıran bir faktör olarak düşünülebileceğini söyleyen Ünsal, toplumun genel hassasiyetine rağmen güçsüzlere karşı lince varan tepkiler verdiğini, güçlüler karşısında ise sessiz kalabildiğini belirtti. İktidarın medya gücünü kullanarak bu tür olayların üzerini örttüğünü belirten Ünsal, uygulanan havuç/sopa politikasına dikkat çekti. Ünsal, AKP iktidarının sırtını muhafazakar kesime dayadığını belirterek, İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararının bu şekilde alındığını söyledi.
Tarikat ve cemaat yurtlarında yaşanan çocuklara yönelik cinsel istismar saldırıları Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel'in kızını 6 yaşından itibaren bir erkekle evlilik adı altında yıllarca cinsel istismara maruz bırakmasıyla bir kez daha gündemleşti. AKP kurucusu olan İnsan Haklarından Sorumlu Sosyal İşler Başkan Yardımcısı görevinde bulunan ve bir süre sonra AKP ile yollarını ayıran Fatma Bostan Ünsal ile tarikat ve cemaatlerde yaşanan cinsel istismar saldırılarını konuştuk.
Çocuklara karşı cinsel istismar saldırılarına toplumun büyük kesiminin tepki gösterdiğini, ancak burada da güç dengelerinin belirleyici olduğunu söyleyen Ünsal, cemaat ve tarikatların yanı sıra devlet denetimindeki Çocuk Esirgeme Kurumlarında da benzer istismarların yaşandığına işaret etti. Üzerinin örtülmesi ve cezasızlığın çocuklara yönelik cinsel istismarı arttırdığına dikkat çeken Ünsal, iktidarın medyanın gücünü kullanarak yaşanan olayların üzerini örterek kendi tabanını ikna ettiğini ve toplum genelini tepki veremez hale getirdiğini söyledi.
Fatma Bostan Ünsal sorularımıza şöyle yanıt verdi:
YAŞANANLAR KAMUOYU ÖNÜNDE DAHA ÇOK TARTIŞILIR OLDU
AKP iktidarı döneminde tarikatlar tarafından çocuklara yönelik çok sayıda cinsel istismar saldırısı yaşandı? Tarikatlarda bu tür olayların yaşanmasını neye bağlıyorsunuz?
Tarikat yapıları veya dindar vakıflarda cereyan ettiği ileri sürülen istismarın diğer zamanlara göre gerçekten artıp artmadığına yönelik istatistiki bir çalışma yok elimizde ama bu konuların kamuoyu önünde daha görünür biçimde tartışıldığı bir gerçek. Geçmişe göre daha görünür olmasını bu kurumların hem sayı hem de bağlılarının sayısının hızla artması, hayatın pek çok alanında resmi kurumlar da dahil işbirliklerine gidilmesi olabilir.
ÇOCUK ESİRGEME KURUMUNDA YAŞANAN İSTİSMARIN ÜSTÜ ÖRTÜLDÜ
Ama bence en önemli sebebi aynı zamanda işin en vahim tarafını oluşturuyor, sadece buralarda değil Çocuk Esirgeme Kurumu gibi doğrudan hükümetin sorumluluğunda olan resmi kurumlarda yaşanan ve hatta bu çocukların bazı bürokratlara servis edilmesi gibi organize istismar olaylarının üzerinin örtülmeye çalışılmasıdır. Bu nedenle bazı cinayetlerin üzerine bile gidilemediğini Aleyna Çakır örneğinde gördük. Yine eski AK Parti Milletvekili Turhan Çömez'in bir çocuk koruma kurumunda 30'dan fazla kız çocuğunun bu şekilde istismar meselesini gündeme getirmeye çalışırken nasıl engellendiğini yeni öğrendik. Bu şekilde üstünün örtülüyor olması, yani cezasızlığın bu olayları arttırdığı düşünülebilir.
Görünürlük artışının bir başka sebebi de iktidarı desteklediği düşünülen bu kurumlardaki istismar olaylarının üzerine gidilerek iktidara en rahat ve belki de vurucu itirazın bu yolla yapılacağı kabulü olabilir. Gerçekten de toplum "tecavüz" vakalarına karşı çok hassastır, bu tür olaylar olduğunda fail olduğu düşünülen kişi hemen lince uğrar, cezaevinde bile kalırken diğer mahkumlar tarafından cezalandırılır. Ama tabii toplum ne zaman infial duyuyor, tepkisini gösteriyor bu da önemli, istismarda bulunan güçsüz ise onu linç etmek mümkün olurken çeşitli şekillerde güçlü olduğu hissedilen kişilere karşı sessiz olabiliyor.
Genelde tecavüze yönelik olarak gösterilen infialin Kur'an kurslarında, tarikatlarda yaşandığında görülmemesi, üstünün örtülmeye çalışılması ve şaşırtıcı biçimde bir şekilde başarılması, bu olaylar üzerinden hükümete ve AK Parti'ye itiraz yapanlar açısından haklı olarak şoke edici olmaktadır. Aslında şoke uğraması gereken toplum ve hatta çocuklarını o kurumlara gönderen toplum kesiminin -kendi çocukları tehdit altında olacağı için- daha büyük infiale kapılması beklenirken var olan yaygın sessizliğin sebebini anlamaya çalışmak gerekir.
İKTİDAR MEDYA GÜCÜNÜ KULLANIYOR
Bu saldırıların neredeyse hepsinin üstü örtüldü, neden?
Hem resmi kurumlardaki hem de bu tür din referanslı kurumlardaki istismarın görünür olması, bu kurumların itibarını zedeleyeceği düşünüldüğü için üstünün örtüldüğünü düşünüyorum. Kendi varlığını koruma refleksi ile hareket edilerek olaylar görmezden geliniyor veya artık bilinir olduğunda da hafifsenmeye çalışılıyor. İktidar medya gücüyle de kendi tabanını bu şekilde düşünmeye sevk edecek imkanlara sahip olduğu için bu başarılabiliyor ve en insani bir olayda bile toplum olarak tepki veremez hale geliyoruz.
AİLE BAKANI SİYASİ DAVRANARAK AKP DESTEKÇİLERİNİN İTİBARINI KORUYOR
Aile Bakanı çocuk istismarının siyasetin konusu olmadığını, bunların son derece insani ve her toplumda yaşanabileceğini söyledi. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu açıklamalarla korunmak istenen ne?
Aile Bakanının sözleri tam da kendisinin yapılmasını istemediği şeyi yaptığını gösteriyor, yani "siyasi" davranıyor, iktidarı yani AK Parti'nin doğal destekçilerinin itibarını korumaya çalışıyor. Somut olayda görüldüğü gibi resmi kurumların ilgisizliği çok net görüldüğü için aslında mahcup olması gereken bir konumda. Bakanın "tecavüz her toplumda yaşanıyor" ifadeleri, toplumda infiale yol açan bu olaylar hakkında olayı normalleştirme ve hafifseme anlamına gelir. Kendi görevi bu olayları hafifsemek değil engellemek olmalıdır, engellemek için de tam tersine olayı "normal" kabul etmemelidir.
İKTİDARLAR FİKRİ YAKINLIK DUYDUKLARI KURUMLARI DESTEKLİYOR
Tarikatlara ciddi bir devlet desteği ve olanağı sunuluyor. Büyük bir kısmının da ticari faaliyeti olduğu görülüyor. Burada nasıl bir düzen kurulu?
Maalesef Türkiye'de siyasi iktidar çok büyük oranda kaynak dağıtımında belirleyici oluyor. Bu her dönemde böyle olmuştur. Bu yüzden iktidar veya iktidar yakınında olmak çok önemli oluyor. Hem ekonomik hayatta hem de siyasi partiden bağımsız olması gereken sivil alanda iktidarlar kendilerini destekleyen, bir sonraki seçimlerde de seçilmelerini sağlamak için fikri yakınlık duydukları kurumları, toplulukları desteklemişlerdir.
28 Şubat döneminde Atatürkçü Düşünce Derneği gibi sivil toplum kuruluşları iktidarın sunduğu kaynakları kullanmışlardır. Bugün de resmi olarak tarikatlar yasak olsa bile sosyal hayatta olan bu kurumlara çeşitli destekler söz konusudur. Kamu-sivil toplum ilişkisinin ekonomik alanda olduğu gibi "kayırmacılık"tan uzak olması, şeffaf ve hesap verilebilir olması bütün bu sorunları çözebilir. Tabii bu "şeffaflık" ve "hesap verilebilir" bir kamu yönetimini oluşturmak öyle telaffuz edilince hemen olmuyor. Bunu zorlayacak kurumlar ve en nihayetinde halk bunu talep edince ancak olabilir.
İKTİDAR HAVUÇ/SOPA POLİTİKASI UYGULUYOR
AKP iktidarının tarikatlarla ilişkisi nedir?
AK Parti, Gezi olaylarından sonra, kendini Türkiye toplumunun ana bölünmesi olarak geleneksel olarak söylenegelen sağ/dindar/muhafazakarlara karşı sol/laik eksende, toplumun yüzde 65 oranında desteğini hemen alıveren sağ/muhafazakar kesime yaslanmayı seçti. Zaman içinde bu yüzde 65 sağ/muhafazakar seçmenin tek adresi olmayınca eksenin gittikçe daha muhafazakar kesimini kendisine bağlamaya çalıştı. Tek bir örnek bize bunu gösterir: İstanbul Sözleşmesi. Bu sözleşme AK Parti iktidarında parlamentoda tüm partilerden milletvekillerinin yüzde 100 onayı ile onaylandı, AK Parti hükümetleri diğer devletlerin de bu sözleşmeyi imzalaması ve onaylaması için çok uğraştı, sonra birdenbire bu sözleşmeden çekildi. Şimdi de dindar/muhafazakar kesimin siyasette tek temsilcisi olarak görülmek için bütün muhafazakar/dindar toplulukların desteğini almak için "havuç/sopa" politikasını uyguluyor. Kendisini destekleyen bu kurumları çeşitli şekillerde desteklerken kendisine karşı dindar grupların üstüne gidiyor, Alparslan Kuytul özelinde Furkan Vakfı'nın başına gelenler bunu gösteriyor.
Cumhur İttifakı LGBTİ+'lara karşı söylem ve yasal düzenlemeleri, özelde CHP ve genelde Millet İttifakı da tarikatları politik araç olarak kullanıyor. Laik-antilaik kutuplaştırmasıyla burjuva siyaset kendisine kanal açmaya çalışıyor. Bu siyasete karşı nasıl bir politik tutum alınmalı?
Evet dediğiniz gibi bu kutuplaştırma işlemine yarayacak her unsur elverişli bir araç haline gelmiş oluyor. Buradan çıkış ancak hiçbir grubun bu memlekette imtiyazlı, "makbul" olmadığı, tersinden hiçbir grubun "olağan şüpheli" olarak görülmediği, hiç kimse veya grubun ontolojik olarak "iyi" veya "kötü" olmadığı, hiç kimse veya grubun "yeterince dindar", "yeterince Atatürkçü", "yeterince laik", "yeterince vatansever" olup olmadığı sorgulamalarından geçirilmemesi ile olabilir. Bugün hiç de azımsanmayacak oranda insan, hatta topluluk bu "mahalleler" olarak bölünmüşlüğün sıkıntısı içinde ve bunu aşmak istiyor; bunu aşmanın asgari şartı yukarıda saydığım ortamın olmasıdır. Aksi takdirde herkes iç sıkıntısı içinde kendi mahallesinde bulunmaya devam edecektir.