'Üniversitelerdeki direnişin birleşmesiyle bu sıkışmışlıktan çıkabiliriz'
SGDF Eşbaşkanları Alev Özkiraz ve Deniz Bahçeci, işletme olarak görülen üniversitelerde yükselen öfkenin artık başka bir alana evrildiğini kaydetti. Eşbaşkanlar, buna karşı gençlik örgütlerinin de birleşik mücadele yürütmesi gerektiğini kaydetti.
Kitle mücadelesinin gerilediği günlerde, gençlik hareketleri mücadelelerini kampüslerden sokaklara taşıyarak yükseltiyor. "Geçinemiyorum" diyenlerin intiharlarını ekonomik krize indirmek isteyenlere karşı "depresyon değil sistem intihara sürüklüyor" diyen gençlik hareketleri, doğa ve tarihin katledileceği projelere devasa bütçeler ayrılırken kendilerine reva görülen burs ücretlerine karşı da ses çıkarıyor.
İktidarın tüm baskı ve kendilerine düşman politikalarına karşı mücadeleden geri durmayan gençlik hareketleri, üniversitelerin işletme olarak görülmesine de karşı çıkıyor.
Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) Eşbaşkanları Alev Özkiraz ve Deniz Bahçeci ile yükselen gençlik mücadelesini konuştuk. Sistemin gençlere hiçbir şey vaadedemediğini söyleyen Özkiraz ve Bahçeci, bu olumsuzluktan çıkış için umut olduğunun altını çizdi.
'LEHİMİZE GELİŞEN BİR SÜRECE ADIM ATTIK, GERİYE BUNU DEĞERLENDİRMEK KALIYOR'
Genel itibarıyla şu anki gençlik mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Alev Özkiraz: 2015 yılından sonra kitle hareketinin geri çekildiğini değerlendirmiştik. Bu aynı zamanda gençlik mücadelesinin de geriye çekilişi, üniversitelerdeki baskıya direnememe haliydi. Kendi içinde bir güç yaratma isteği de vardı ama yetersizdi. Bir şekilde sokaklar, üniversiteler sürekli zorlandı; fakat gözaltı terörü, baskıcı rejimden kaynaklı pek bir hareketlenme olmadı. Ama özellikle son seçim sürecine bakıldığında Erdoğan'ın artık halk tarafından, gençlik tarafından kabul görmediği ve bir şekliyle gençliğin mücadeleyi sokağa evrilttiği bir döneme adım atmış olduk. Kazanımla sonuçlanan İstanbul Üniversitesi'ndeki yemekhane taleplerine ilişkin yapılan eylemi örnek olarak verebiliriz. Kayyum Rektör Mahmut Ak'a karşı gelişen büyük bir öfke vardı ve yemekhane eylemlerini kazandık. Yine Suruç katliamının bu yılki anması, ODTÜ'deki Kavaklık direnişiyle başlayan ve sonrasında gelişen İstanbul Üniversitesi eylemleri gençliğin, mücadeleyi bırakmayacağının bir mesajıdır. Bu söylediklerim bugün İstanbul Üniversitesi, yarın İstanbul Teknik Üniversitesi, öbür gün Boğaziçi Üniversitesi, başka bir gün Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi için geçerlidir. Aslında bizim lehimize gelişen bir sürece adım attık, geriye de bu süreci değerlendirmek kalıyor.
Deniz Bahçeci: Bu soruyu "Gençlik ne yapıyor" diye de ele alabiliriz. Dünyada bir kriz ve yarattığı bazı sonuçlar var. Gençliği en çok etkileyen şey geleceksizlik. Çok yoğun bir geleceksizlik var, aynı zamanda da gençlerin kendilerine çıkış yolu arama çabaları. İnsanlar geleceksizlik nedeniyle intihar ediyor, biz bunu cinayet olarak görüyoruz. Çünkü depresyon değil sistem insanları intihara sürüklüyor ve bu yüzden toplumsallığa eriştiğini düşünüyoruz. Topyekûn ve birlikte hareket eden bir gençlik kesiminden bahsetmek mümkün değil. Çünkü gençliğin de kendi içinde sosyal ve kültürel farklılıkları oluyor. Liseli gençlik var, genç kadınların yaşadığı daha özel sorunlar var; artan taciz, tecavüz, cinsiyetçilik gibi. Hem hayatın bütün alanlarında hem de gençliğin yaşadığı yurt, üniversite gibi akademik alanlarda da artık yaşanıyor. Liseli gençler başka bir gelecek kaygısı yaşıyor, örneğin üniversiteye giriş sınavları gibi...
'TACİZ, TECAVÜZ, ÇOCUK İSTİSMARI, KADIN KATLİAMI VARKEN EVLİLİK GÜNDEME GETİRİLİYOR'
Siz gelecek kaygısı dediniz. Erdoğan'ın gündeme getirdiği "geç evlenme" meselesi, ideolojik ve sosyal olarak gençliğin geleceğini kuşatmaya almak olarak değerlendirilebilir mi?
Alev Özkiraz: Erdoğan, "Gençler evlenmiyor. 30 yaşlarına kadar evlenmiyor. Bizim için çok üzücü bir durum" dedi. Erdoğan'ın böyle hamleleri oluyor. KYK borçlarını silmeyi teklif ediyor. Yıllar önceki bir hamlesiydi bu. Evliliği teşvik ediyor. "Çeyiz parası olarak değerlendirilir KYK borcu. Yeter ki evlenin" diyor. Ya da zaman zaman çocuk sayısını söylüyor ya da "4 tane çocuk yapın, ülkenin nüfusu artsın, refahı artsın" gibi ekonomik meselelerden müdahale ediyor. Tarihine baktığımız zaman gerçekten faşizmin ve kapitalizmin artık iç içe geçtiği ve toplumu yönetemediği durumlarda diktatörler bu söylemleri arttırır. Çünkü bu çaresizliktir aynı zamanda. Ama orayı bir kenara bırakıyorum. Ben kadın özelinde değerlendirmek istiyorum bu soruyu.
Bunca taciz ve tecavüz, çocuk istismarı meydana gelirken kendisini lider olarak tanımlayan Erdoğan, evliliği çok rahat dile getiriyor. Aslında soruyu şu şekilde değiştirmek gerekiyor: "Bu kadar taciz, tecavüz, çocuk istismarı, kadın katliamı olurken neden evlilik?" Çok uç belki ama şurayı çok iyi okumak gerekiyor; mesele evlilik meselesi değil. Önce kadın katliamlarının, tacizin tecavüzün durması için çeşitli yaptırımların yapılması gerekiyor. Mesela İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması gerekiyor. 6284'ün incelenmesi ve yürürlüğe girmesi gerekiyor. Bu meseleler çok önemli. Biz daha dün sokak sokak, kent kent Şule Çet'in katilinin yargılanması için mücadelemizi yürüttük ama Erdoğan diyor ki, "Neden evlenmiyorsunuz?" Önce kadın katliamlarının hesabının verilmesi gerekiyor, bu sorunun sorulabilmesi için. Diğer bir boyutuyla da zaten ekonomik krizin çok can alıcı ve yakıcı olduğu bir süreçteyiz. İnsanların, gençliğin özellikle, genç kadınların geleceksiz olduğu bir alan da var aynı zamanda. Üniversitelerde "Ne yapacağım?" diyen ya da üniversiteyi bırakan 1 milyon gençten bahsediyoruz.
Buradan baktığımızda bu tek başına değerlendirilecek bir mesele değil elbette. Baskıcı rejimin getirdiği bir sorudur. Ve burada da evlilik değil, bu sorunların öncelikli olarak aşılması gerekiyor. Yani evlilik bir çare olarak sunulamaz önümüze. Bu birincisi. İkincisi; ekonomik kriz, yoksulluk, geleceksizlik kaygısı ile birlikte evlenme marjı yaratamayız.
'DÜNYADAKİ AYAKLANMALAR ÇIKIŞ YOLUNU BİZE GÖSTERİYOR'
Meselenin bir de işsizlik boyutu var. Gençlik, yüzde 25-30'lara varan oranlarda işsiz durumda. Bu durum gerek üniversite gençliği, gerekse de işsiz gençlikte nasıl bir tablo yaratıyor? Çıkış için umut var mı?
Deniz Bahçeci: Çıkış için bir umut var tabi ki. Ankara sokaklarında yaşayan gencin videoları paylaşılıyor. Evsiz, sokakta yaşayan genç videonun sonunda, "Hayatı seviyorum. Umut her zaman vardır" diyor.
Kriz dediğimiz olgu kapitalizme içkindir. Bir işsizler ordusunu her daim yaratıyor. Ama bu tür daha yapısal krizleri yaşadığı sürece de işsizlik bu krize bağlı olarak daha yaygın ve daha yapısal bir şekilde artıyor diyebiliriz. Gençliği de ucuz işgücü olarak gördüğü için bu tip mali sömürge ülkelerde işsizlik gençlik içerisinde daha çok artmış oluyor. Uzun bir süreden beri işsizlik var ve gençler hayatlarını devam ettirebilmek için, okula gidebilmek, ev kirasını ödeyebilmek için çeşitli işlerle meşgul olmak zorunda, üniversite hayatı dışında. Bu da daha kolay para kazanabileceği ancak daha güvencesiz işler oluyor. Sigortası olmayan işler, belki hayati bir riski yok ama güvenli değil, o kadar emek harcıyorsun ama maddi karşılığı yok. Part time işler, sayım, anket gibi birçok işte çalışmak zorunda kalıyor gençler.
Üniversiteler de daha çok şirket ve işletme mantığı ile çalıştığı için, özellikle son 10 yıldır bu böyle, neoliberalizmin de etkisidir. Üniversiteler şirketleşmeye başladıkça onun karakteri de değişmeye başladı. Üniversite sermaye, ucuz işgücü üreten bir mekan haline gelmeye başladı. Bu da hem işsizliği artıran hem de üniversitelerin niteliğini düşüren, üniversitelerin sermayeyle ilişkisini genişleten durumu yarattı. Hepsi aslında birbiriyle bağlı diyebiliriz.
İşsiz gençlik meselesinde KYK mağdurları diye bir şey var bizim de ekleneceğimiz. Hem üniversite öğrencisisin hem de borçlanıyorsun devlete. Yüz binlerce öğrenci var, üniversite okuduğu süre boyunca öğrenim kredisi alıyor yaşamını geçindirmek için, o da yetmiyor. 500 lira burs, İstanbul'da bir kira en az bin lira, faturası, okul ihtiyaçları ne ekstra bir sosyal yaşama imkan kalıyor ne de maddi olanak kalıyor. Bunun bir şekilde ödenmesi gibi gündem var. Özellikle son zamanlarda gündeme geliyor. Ziraat Bankası'nda bir eylem yapmıştık, "Şirketlerin borçlarını siliyorsunuz, öğrencilerin borcunu değil" dedik. Çözüm noktasında dünyada birçok yerde kapitalist krize karşı ayaklanmalar var. Gençler, kadınlar birçok yerde sokakta, halk ayaklanmaları, isyanlar sürüyor. Bu çıkışsızlığın ve krizin çözüm noktalarını bize gösteriyorlar. Bu memleket tüm bu krizin ve ayaklanmaların ortasında kalan bir yer. Burada da çok yoğun öfke birikti. Bu bir isyana ve bir harekete, bir eyleme dönüşecektir. O yüzden çözüm aslında buralardan geçiyor, bu isyanları, hareketleri örgütlemekte ve büyütmekten geçiyor. Belki parça parça işçi direnişleri toplumsal dinamikler bir şeyi tetikliyor ve gösteriyor; daha büyük bir hareketin oluşması ve gelişmesi.
'ÜNİVERSİTEDEN MEZUN OLAYIM, İŞ BULAYIM DÖNEMİ ÇOKTAN BİTTİ'
Alev Özkiraz: Zaman zaman verilen işsizlik sayısı ve istihdam rakamlarına bakılabilir. Genç işsizlik için son 6 yıldır sürekli artan bir rakamdan bahsedebiliriz. Resmi rakamlar bile genç işsizlik için en az yüzde 15'leri gösteriyor. Bu da gerçekten üniversitelerin sermaye alanlarına gelmesiyle, şirketleşmesiyle çok alakalı. 2000'li yılların başlarında üniversitelere girmek o kadar kolay değildi -bu da bir sorun ama- mesela eğitim bu kadar niteliksiz değildi. Eğitim niteliksizleşti, üniversiteye artık neredeyse giremeyen yok. Artık "Üniversiteden mezun olayım, bir iş bulayım" dönemi ortadan kalkalı uzun bir zaman oluyor. Üniversiteyi bitiriyorsun, yurt dışına çıkıyor, yüksek lisans yapıyorsun, bu bile kâr etmiyor. Çünkü zaten işsizlik şöyle bir şey; belediyeler kendi insanlarını yerleştiriyor, atamalar, öğretmen atamaları adil olmayan, "torpil" dediğimiz şekilde gerçekleşiyor.
İşsizlik aynı zamanda, devlete olan güveni de sarsıyor. Gençlik eğitim için ağır bedeller ödedi, sorular çalındı, yoksul halkın çocukları sabah akşam çalışırken üniversitelere giremedi ya da daha düşük puanlı üniversitelere girebildi. Hep bir adaletsizlik. Bunların hepsi o kadar birbirini besleyen şeyler ki ekonomik kriz var, adalet dediğimiz şeyin kendisi halk tarafından sorgulanıyor bu ortadan kalkmış durumda. Bir de niteliksiz eğitim üniversitelerin şirketleşmesi atanan kayyum rektörler bunların hepsi tabi ki de işsizliği, açlığı, sefaleti getirecektir. Fatih'te bir gencin donarak ölmesini, Sibel Ünli'nin "Kartımda 1 lira 40 kuruş varmış, lanet olsun yemek 1 lira 75 kuruştur" demesini getirecektir. Durum çok iç açıcı değil ama her zaman tarih göstermiştir ki bu tür sıkışmışlıktan doğacak büyük bir umut vardır. Bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
'ÖĞRENCİSİ AÇKEN KENDİSİ TOK OLAN REKTÖR BİZDEN DEĞİLDİR'
İstanbul Üniversitesi öğrencileri, düşük ücretli yemek haklarının kısıtlanması üzerine direnişe geçti ve kazanım elde etti. Gençlik hareketi açısından uzunca bir süreden sonra gelen eylemsellik ve kazanımı getiren etkenler nelerdir? Benzer talepli eylemler İstanbul başta olmak üzere başka üniversitelerde de yapılmakta. Mücadelenin birleştirilmesi ve yaygınlaştırılması için neler yapılabilir?
Deniz Bahçeci: Dönem başında yemeğe zam yapıldı, İstanbul depreminden sonra çeşitli fakültelerde ve bölümlerde hasarlar oluştu. Yeni öğretim dönemine böyle girdik. Üniversitede kahvaltı veriliyordu kaldırıldı, indirimli yemek hakkı tek öğüne düşürüldü ve ikinci yemek almak isteyenlerin 18 lira ödemesi gibi bir gündem oluştu. Buna karşı çıkıldı, çünkü 18 lira kimsenin bu koşullarda verebileceği bir miktar değil. Öte yandan sadece bir kere yemek yiyebileceğiz. Halihazırdaki yemek de üç buçuk lira. Ve tepkiler bir harekete, eylemlilik sürecine dönüştü. Aslında dezavantajlı başladık; çünkü sınav haftasıydı ve yılbaşının hemen öncesiydi. Ama ilk gün yapılan forum çağrısında ve sonrasında Beyazıt'taki açıklamaya üç yüzü aşkın İstanbul Üniversitesi öğrencisi katıldı. Daha sonra Hukuk Fakültesi'nde çağrı yapıldı, forumları engellemek için bölümler arası geçişler yasaklandı, açıklamalara saldırılar oldu... Süreç çok hızlı ilerledi eylemleri sürdürdük, sürekli iletişim halindeydik.
Diğer yandan İstanbul Üniversitesi devlet tarafından yüksek miktarda fon ayrılan bir üniversite. Yani rektör 6 bakanın aldığı bütçeyi alıyor ve bu bütçe hiçbir şekilde öğrencilere açılmıyor. Üstüne bir de yemekhane zammı geldi. Şirketleşmenin ve sermayenin üniversitelere girmesinin somut bir sonucudur. Biz Rektör Mahmut Ak'ı 'Ceo Mahmut' olarak tanımlıyoruz çünkü son derece lüks bir makam aracı varken öğrenciler üç buçuk liraya yemek alamayacak durumda. Eylemlerde kayyumla atanan rektörlere karşı açığa çıkan öfke, ikincisi üniversitelerin işletme gibi yönetilmesi ve sermayeye daha çok alan açılması İstanbul Üniversitesi'nde öne çıkanlar bunlardı. Ancak en önemli sebep temel bir hak olan yemekti ve sonucunda hızlı bir reaksiyon gösterdi. Tam da o günlerde Sibel'in haberini almamız bu öfkeyi daha da büyüttü. Aslında sürecin özeti basın açıklamasında kullanılan pankartta yazan şu slogandı: "Öğrencisi açken kendisi tok olan rektör bizden değildir."
'GENÇLİĞİN MÜCADELESİ BİRLEŞMELİ'
Alev Özkiraz: Genel olarak bakarsak İstanbul Üniversitesi'ndeki kazanım somut bir adımdı. Oradaki öfke başka bir öfkeydi ve bu öfke bir yere yöneltilmeliydi. Öğrenciler Mahmut Ak'a yönelttiler, bunu iyi okumak gerek. Dersim'de bir haftadır Gülistan Doku kayıp; arkadaşları ve ailesi "Nerede" diye soruyor. Öğrenciler rektöre soru soruyor, "Kendi öğrencinizden nasıl bihaber davranırsınız" diye. Yine Ankara'da faşistlerin okula silahla girmesi ve fotoğraf çektirmesi söz konusu; devrimci olmanıza gerek yok eğer muhalif bir öğrenciyseniz üstünüz didik didik aranıyor, kimliğinin defalarca kontrol ediliyorken nasıl bir faşist silahla okula girebiliyor. Gençlik bakımından büyük bir öfke var Dersim'den Ankara'ya, İzmir'e, İstanbul'a... Çünkü Erdoğan diktatör kelimesinin karşılığını veriyor, öyleyse gençliğin mücadele alanını da birleştirmesi gerekiyor. İstanbul Üniversitesi'ndeki yemekhane, İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki ÖGB zorbalığı, Yıldız Teknik Üniversitesi'nde millet bahçesi yapılmasına karşı tepkiden tutun da Dersim'de, Ankara'da ya da diğer üniversitelerdeki mücadelenin birleşmesi lazım, yoksa bunlar tekil eylemler, direnişler olarak kalır.
Bir diğer konu da Kanal İstanbul Projesi. 75 milyar gibi bir bütçe ayrılmak isteniyor ama bununla da kalmayacak. Oradaki yol hattının tekrar yapılması, barajların yenilenmesi gibi projelerle o bütçe katbekat aşılacak. Şu soru sorulmalı, "Bugün 550 lira bursu öğrenciye reva gören iktidar, hiçbir işe yaramayacak bir projeye neden 75 milyar bütçe ayırıyor?" Geleceksizlik işte buradan başlıyor, kendi siyasal rejimini, yeni şehir diye adlandırdığı bir yeri kurmak için bu kadar bütçe ayıran iktidar öğrenciye sadece 550 lirayı reva görüyor.