Ulrike Meinhof'un yazısı: Alışveriş Merkezi Kundaklaması
Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) kurucularından Ulrike Meinhof, 42 yıl önce bugün hücresinde asılı halde bulundu. İntihar ettiği öne sürüldü. Ancak bu iddianın somut delilleri yoktu. Aksine, öldürüldükten sonra asıldığına dair kanıtlar daha çoktu ve somuttu.
Ulrike Meinhof’un ölüm yıldönümünde, başyazarlığını yaptığı KonKret dergisinin 14. sayısında yer alan yazıyı yayımlıyoruz. 1968 yılına ait olan “Alışveriş Merkezi Kundaklaması” başlıklı bu yazıda Meinhof, o günlerde davası süren kundaklama eylemine ilişkin görüşlerini açıklıyor.
Söz konusu kundaklama eylemi, 1968 yılının Nisan ayında Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Thorwald Proll ve Horst Söhnlein tarafından, Franfurt’un en büyük alışveriş caddesi olan Zeil’daki bir alışveriş merkezinde gerçekleştirildi. Eylemcilerin yerleştirdiği iki el yapımı bomba büyük bir maddi hasara yol açtı. Dört eylemci, hemen bir gün sonra tutuklandı. Aynı yılın Ekim ayında gerçekleşen davada, “toplumun Vietnam’daki cinayetler karşısındaki umursamazlığını protesto etmek için” tüm alışveriş merkezlerini yakıp kül etmek istediklerini söylediler. Eylemciler 3’er yıl hapis cezasına çarptırıldı.
“Alışveriş Merkezi Kundaklaması” başlıklı bu yazı, Meinhof'un kaderini değiştirecek olan bir olaya, Ensslin ve Baader ile tanışmasına da vesile oldu.
Ulrike Meinhof’un yazısı şöyle:
Alışveriş Merkezi Kundaklaması
Genel olarak kundaklamanın kötü yönü, tehlikeye atılmaması gereken insanları tehlikeye atması.
Özel olarak alışveriş merkezi kundaklamanın kötü yönü, kapitalist tüketim dünyasına yönelik bu saldırının -ki Frankfurt alışveriş merkezi kundaklama davasının sanıkları, saldırının böyle anlaşılmasını istiyor- işte bu dünyayı kökten değiştirmemesi, yaralıyor bile olmaması, o dünyanın yaptığını kendisinin yapması, yani o dünyadan kazanç sağlayanlara yeni kazançlar sunması. Basit meta imhası, üretimin ve tüketimin bu topraklarda tabi olduğu prensibe, kâr ve sermaye birikimi prensibine uyuyor. Çünkü alışveriş merkezlerinde yığınla satışa sunulan malların üretiminden ve satışından kazanç elde edenlere, kimi zaman belki de söz konusu malları bedavaya imha edilmesinden daha büyük bir iyilik yapılamaz. Zararı -yani kârı- sigorta öder. Aynı zamanda ürünler satılamadığından durgunlaşan üretim anlamına da gelen, tüketim malları piyasasındaki aşırı doygunluk sorununa böylece şimdiye dek endüstrinin kendi kendine yardım ederken kullandığı araçlardan çok da farklı olmayan bir araçla çare bulunmuş oluyor. Vance Packard’ın “Geleceğin Şehri” vizyonunda zaten “Bütün binalar özel kağıt hamurundandır, öyle ki her baharda büyük ev temizliği zamanında yıkılıp yeniden yapılabilirler” der ve “Her dört fabrikadan biri dik bir yamaçta yer alır ve montaj bantlarının sonu hem ön hem de arka kapıya yönlendirilebilir. Talep zayıf oldu mu, yürüyen bandın sonu arka kapıya çevrilir; üretilen bütün buzdolapları ya da diğer ürünler, daha tüketim malları piyasasını yoğun arzla boğmadan derinliklerde kaybolarak doğrudan hurda yığınına gönderilir.” (Vance Packard, Die große Verschwendung, Frankfurt 1960)
Toplumsal olarak üretilen zenginliğin imhası, henüz kundaklama ve ürünlerin doğrudan hurda yığınlarına gönderilmesi gibi sansasyonel usullerle gerçekleşmiyor. Endüstri henüz tüketim malları piyasasının aşırı doygunluğa ulaşmasına; “iki yılda bir yeni model”, milyonların ürünlerin iyileştirilmesinden çok satılabilirliğini arttırmak için yapılan araştırmalarda çarçur edilmesi, anlamsız, sadece pahalı, kâra olanak sağlayan ambalajlar için kişisel çöp kutusu (çöp toplanmasının bedelini tüketici karşılıyor), kökten yalan olduğu kadar masraflı da olan reklamlar aracılığıyla çare bulmaya çalışıyor. Milyonlarca iş saati, iş gücü ve para, ürünlerin ölüm tarihlerinin planlanması, kasten miatlarının doldurması ile ziyan ediliyor; öyle ki, talebi yapay yoldan canlı tutmak, üretim ve tüketim aracılığıyla yeniden toplumsal gereksinimleri karşılamak için değil, sermaye birikimini olanaklı kılmak için özel yatırım olarak kullanılacak olan kâr oranlarına ulaşmak için buzdolapları, tıraş makineleri, külotlu çoraplar, oyuncaklar, ampuller üretimlerinde kullanılan malzeme ve harcanan zaman ile enerjinin gerektirdiğinden çok önce bozuluyor. (Kapitalizmde ne varsa, alışveriş merkezinde de var. Alışveriş merkezinde olmayan şey, kapitalizmde ancak kötü, yetersiz, kifayetsiz olarak var: hastaneler, okullar, anaokulları, sağlık hizmetleri vesaire.) Toplumsal olarak üretilmiş zenginliğin bir alışveriş merkezi yangınında imha edilmesiyle moda, ambalaj, reklam, planlı eskitme aracılığıyla sistematik imhası arasında nitel bir fark yok. Böyle bakıldığında, alışveriş merkezi kundaklanması antikapitalist değil, sistemi koruyucu, karşı-devrimci bir eylem.
Bir alışveriş merkezinin kundaklanmasının ilerici momenti emtianın imha edilmesinde değil, bu edimin yasa dışılığında, yasayı çiğnemesinde yatar. Burada çiğnenen yasa, insanların çalışma sürelerinin ve iş güçlerinin, yarattıkları artı-değerin imha edilmesine, çürütülmesine, ziyan edilmesine, reklamların onlara kendi ürettikleri ürünler hakkında yalanlar söylemesine, üründen hakkındaki tüm bilgilerin gizlenmesi ve işin örgütlenmesi aracılığıyla koparılmalarına, üretici olarak da, tüketici olarak da kârı eline geçirenlere ve arzulan doğrultusunda yatırım yapanlara tabi ve teslim olmalarına karşı korumaz. Yatırım, kendi arzularına göre, kârın mantığı uyarınca, yani paraya gerçekten ve herkes tarafından ihtiyaç duyulan yere (örneğin: eğitim ve sağlık sistemlerine, toplu taşıma araçlarına, huzura, temiz havaya ve cinsel eğitime vs.) değil, yeni ve daha çok artı-değer elde edilebilecek yere gidecektir.
Burada kundakçılık yaparak çiğnenen yasa, insanları değil, mülkiyeti koruyor. Yasa, başkasına ait mülkiyetin tahrip edilemeyeceğini, tehlikeye sokulamayacağını, hasar verilemeyeceğini, yakılamayacağını saptıyor. Yasa aracılığıyla korunan; mülkiyetle dalga geçenler, bu dalganın kurbanı olanlar değil; kapitalist devletteki yasalara uygun olarak zenginliğe el koyanlar, onu çalışma ve tüketim ile yaratanlar değil. Yasanın, her şeyi üretenleri kendi ürünlerinden uzak tutması isteniyor. Ve ne kadar umutsuzca olursa olsun bir alışveriş merkezini ateşe vermek, kundakçıların ürünlerle ne isterlerse yapmaları, yalnızca mülk sahiplerine mülkiyetleriyle her istediklerini yapma izni veren yasayı çiğnemek, sermaye birikimi mantığını koruyan, ama insanları bu mantıktan ve barbarca sonuçlarından korumayan yasayı çiğnemek. Bu yasa çiğneme, alışveriş merkezi kundaklamanın ilerici momentidir ve o şekilde teşhis edilip onanmalıdır; bu ilerici moment, onunla bağlantılı olan mal imhasının daha çok sistem koruyucu olması, antikapitalist niyetle maddi açıdan çelişmesi nedeniyle ortadan kalkmaz.
Yani, alışveriş merkezi kundaklaması, ilerici olan bu suçu koruyan yasaları çiğneme momentine sahipse, geriye bunun insanlara anlatılıp anlatılamayacağı, aydınlanmaya dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği sorusu kalıyor. Bir alışveriş merkezinin kundaklanması, insanların -bunu sormamız gerekiyor- ne işine yarar? Alışveriş merkezini yağmalayabilirler. Dükkânları yağmalayan getto zencisi, çok ihtiyaç duyduğu, ama yoksulluğu ve işsizliği nedeniyle satın alamadığı şeyleri bedavaya temin ettiğinde sistemin çökmediğini deneyimler. Yaşamak için ihtiyaç duyduğu şeyleri kendisinden esirgeyen sistemin çürük olduğunu öğrenebilir. Buna karşılık, Frankfurtluların şehrin alışveriş merkezlerinden çıkarabilecekleri emtia, gerçekten ihtiyaç duydukları şeyler değil. (Federal Almanya’da dört buçuk milyonu evli olan neredeyse 10 milyon çalışan kadın olmasına rağmen Alman hanelerindeki ev aletleri araştırmalarında hâlâ nadir rastlanan bulaşık makineleri hariç. Bu kadınların hepsinin birer makine sahibi olması lazım. Ancak, bulaşık makineleri ne yazık ki sadece satın almak için çok pahalı değil, aynı zamanda çıkarıp götürmek için de çok ağır.) Bu topraklarda bir alışveriş merkezi yağmalanırsa, yalnızca kimi hanelerde zaten ikame tatmine yarayan şeyler stoku büyütülmüş, üstünde tek başına hüküm sürmenin bireyi toplumsal üretici olarak çalıştığı koşullar hakkında avuttuğu mikrokozmos mükemmelleştirilmiş olacak. (André Gorz: Zur Strategie der Arbeiterbewegung im Neo-Kapitalismus, Frankfurt 1967) Zengin kapitalist ülkelerde büyük ölçüde tatmin edilmeyen kolektif gereksinimler, bundan etkilenmemiş olacak ve bu gereksinimler alışveriş merkezi kundaklayarak su yüzüne çıkartılamaz.
Böylece, geriye Frankfurt’ta mahkemesi görülen şeye öykünmenin -faillerin büyük tehlikeye girmesini bir kenara bırakacak olsak dahi, ağır bir ceza tehlikesi nedeniyle- tavsiye edilemeyeceği kalıyor. Ancak, geriye kalan bir şey daha var; Fritz Teufel’in SDS’in delegeler konferansında söylediği gibi: “Bir alışveriş merkezini ateşe vermek, yine de alışveriş merkezi işletmekten daha iyidir.” Fritz Teufel kimi zaman gerçekten çok yerinde cümleler kurabiliyor.
*Yazı, Türkiye’de Sel Yayınları tarafından okurla buluşturulan ve Meinhof’un yazılarından oluşan “Protestodan Direnişe” kitabından alınmıştır.