22 Kasım 2024 Cuma

TKP eski Politbüro üyesi Veysi Sarısözen: 'Devlet krizinin' 'devrimci krize' dönüşme şartları var

TKP eski Politbüro üyesi ve Özgür Politika yazarı Veysi Sarısözen, "Eğer Millet İttifakı, artık seçim sandığının değil sokağın belirleyici olacağı seçim sonrasında, oy kaygısını bir yana atıp savaşı durdurur ve Emek ve Özgürlük İttifakı güçleriyle bu sayede birleşirse, faşist karşıdevrimin yenilgisi mümkün olabilir" diyor.

14 Mayıs seçimleri gerçekleşir ve yeni bir 7 Haziran-1 Kasım süreci yaşanmazsa, ilk kez "askeri darbe" olmadan bir değişim yaşanmış olacak. Bu değişimin sadece sandık sonuçlarına bağlı olmadığı deneyimle sabit olan bir gerçek. "Demokrasinin beşiği" Batı'da bile artık sandık sonuçlarına sokakta sahip çıkmak gerekiyor.

Kuşkusuz bizi ilgilendiren bu değişimin emekçilerden, kadınlardan, Kürt halkından, Alevilerden, doğadan yana ne kadar gerçekleşeceği ve de gerçekleştirilebileceğidir. Bu konuda sosyalist hareket içindeki tartışmalar önümüzdeki dönemde karşılaşabileceğimiz riskler ve olanakların görülmesi bakımından son derece önemli.

TKP eski Politbüro üyesi ve Özgür Politika yazarı Veysi Sarısözen, "devlet krizinin" "devrimci krize" dönüşme şartlarının oluştuğunu ileri sürerken, "Millet İttifakının kaderi Kürt özgürlük mücadelesinin seçim sonrasında müttefiki sosyalist güçlerle rövanşist faşist saldırıyı göğüslemesine bağlı kalacaktır" diyor.

Türkiye'nin kimine göre "100 yılın krizi" kimine göre "neoliberalizmin krizi" ya da birikim modeli krizi veya hepsi bir arada bir kriz yaşadığı hem egemenler cephesinden hem de sol-sosyalist güçler tarafından ifade ediliyor. Buna dayanarak da 14 Mayıs seçimleri ya krizin derinleşmesi ya da çözümün kapısını açacak eşik olarak kritik hal alıyor. Siz Türkiye'nin krizini nasıl tanımlıyorsunuz?
Birçok sosyalist ve bilim insanı Türk kapitalizminin krizini inceliyor. Ben "ekonomist" değilim. Yapılan incelemelere değer veriyorum. Bu incelemelerin sonucu olarak bugünkü krizin "neoliberalizmin" krizi olduğuna dair tezlere de katılıyorum.

Ancak bu tezler politik mücadele bakımından kapitalizmin bir "tercihine" karşı işlevli olsa da, işçi sınıfının ve emekçilerin aktüel görevlerine yeterince ışık tutmuyor. "Neoliberalizme" karşı eleştirinin bir ucu sosyalizmi işaret etse de, diğer ucu "devletçi kapitalizmin" ya da "keynesçiliğin" savunusuna açılıyor. Zaten kendilerine "komünist" diyen bazıları da, devletçiliği "kamuculuk" terimiyle perdeleyerek "neoliberalizmin" krizinden çıkış arıyor. Şu anda Rusya ve Çin'e baktığımız zaman, kapitalizmin yalnızca "neoliberal" varyantından farklı bir şey görüyoruz. "Neoliberalizmin krizi" saptaması kapitalizmin "yarım" eleştirisidir. Krizde olan küresel kapitalizmdir.

Türk kapitalizminin krizi ise, bölgesel emperyalizmin "Pazar" krizidir. AKP, ABD ile birlikte 2010 yılında Arap Baharını fırsat bilerek Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya'da "hegemonya" savaşına katıldı. Sonunda Kobane savaşı ile birlikte ağır bir yenilgiye uğradı ve mevcut pazarlarının da çoğunu kaybetti. Çarpık ekonomik yapı bu nedenle "sıcak para" için de cazibesini kaybetti.

Sorunu böyle koymak, gerçeği yansıttığı gibi AKP'nin "emperyalist dış düşman" demagojisiyle emekçi halkı şaşırtmasını önler. Sosyalist hareketi "sosyal-patriotizmden" korur. Antiemperyalizm, her şeyden önce kendi ülkenin emperyalizmiyle mücadele demektir. Bunu yapan küresel emperyalizmle gölge savaşı yerine gerçekten mücadele etmiş olur. Türkiye'den "yabancı emperyalistler" ancak onların ortağı Türk emperyalizmini yenerek ülkeden kovulabilir. Bunun dışındaki "ulusalcı antiemperayalizm" söylemi Türk bölgesel emperyalizmiyle "sınıf işbirliğine" götürür.

Bu yazılanlar krizin sosyo-ekonomik yanıyla ilgilidir. Krizin bir de sosyo-politik ve sosyo-psikolojik yanı var. Ve asıl dikkatlerin çevrilmesi gereken de burasıdır.

Şu anda yaşadığımız kriz "devlet krizinin" "devrimci krize" dönüşme şartlarının oluştuğunu gösteriyor. Bugünkü ortam her an "devrimci duruma" dönüşebilir. Beklenmedik bir an ve nedenle ülke çapında büyük bir halk kabarması yaşanabilir. Bu ise aynı anda "devrim ve karşıdevrim" diyalektiğinin işlemesi demektir.

"Devlet krizi", "egemenlerin eskisi gibi yönetememesi" durumudur. Bu kriz henüz devlet aygıtını, egemen sınıfları yeterince ayrıştırmamış olsa da, devrimci müdahale bunu hızlandırabilir. Şu anda "ezilenler de eskisi gibi yaşamak istemediklerini" her gün eylemleriyle gösteriyorlar. Newroz kutlamaları ve giderek yayılan grevler bunu gösteriyor.

Krizle ilgili akademik tartışmalar elbette yapılmalıdır. Ancak politik partiler "akademi" değil, mücadele örgütleridir. O nedenle dikkatlerimizi krizin yarattığı imkan ve tehlikelere çevirmeliyiz. Neoliberalizmi yerden yere vurmalıyız, ancak şu anda "antikapitalist propaganda" döneminde olmadığımızı, Türk bölgesel emperyalist kapitalizmine ve onun faşist iktidarına karşı "ajitasyon ve eylem döneminde" olduğumuzu akıldan çıkarmamalıyız.

Üstelik "devlet krizine" yol açanın Kürdistan'daki savaş olduğunu, Kürt halkının Türkiye devrimci sürecinde ve tüm Ortadoğu devrimci sürecinde tarihi bir öncülük misyonu üstlendiğini, bu güçle organik bir cephede birleşmeden, devrimci süreçte "subjektif faktör"ün sağlanamayacağını da akıldan çıkarmamalıyız.

Türkiye'nin yaşadığı krizden çıkması için egemen güçler arasında farklı değişim programları ("restorasyon") tartışması sürüyor. Bu burjuva değişimin sağcı bir temelde gerçekleşemeyeceği, sola açık olması gerektiği görüşü ya da beklentisi var. Sizce Millet İttifakı'nın öngördüğü burjuva değişim programının ekonomik ve siyasi programı "sola açık" bir demokrasi öngörüyor mü?
Eğer devrimci bir müdahale olmazsa, ne kadar derin krizde olursa olsun, Türk kapitalizmi de krizden er ya da geç çıkar. Devrimci müdahale olmaksızın tarih kapitalizmin yıkılıp gidişine şahit olmadı.

Krizden reformist yolla ya da Millet İttifakı'nın programıyla ve "güçlendirilmiş parlamenter rejimle" çıkış yolu kapalıdır. Eğer iktidara gelebilirse Millet İttifakı ya faşist güçlerin, mafyanın, onlara destek veren küresel "otokratik" güçlerin sabotajı ile kısa zamanda yıkılır yada AKP nasıl reformculuk yolundan devlet terörüne dayandıysa, Millet İttifakı da aynı dönüşüme uğrar. Hiç kimse bu ittifakta MHP'nin tıpkısı bir İyi Parti'nin yer aldığını unutmamalı.

Bu açıdan bakarsak, Millet İttifakı'nın programını analiz etmenin hiçbir anlamı olmadığını görürüz.

Millet İttifakı'nın kaderi Kürt özgürlük mücadelesinin seçim sonrasında müttefiki sosyalist güçlerle rövanşist faşist saldırıyı göğüslemesine bağlı kalacaktır. Eğer Millet İttifakı, artık seçim sandığının değil sokağın belirleyici olacağı seçim sonrasında, oy kaygısını bir yana atıp savaşı durdurur ve Emek ve Özgürlük İttifakı güçleriyle bu sayede birleşirse, faşist karşıdevrimin yenilgisi mümkün olabilir.

Aksi halde krizden faşizmin tüm yükü amansız bir devlet terörüyle işçi sınıfının, Kürt yoksullarının ve hatta orta sınıfların sırtına yüklemesiyle aşılır. Aynı zamanda faşist çıkış yolu eğer Batılı küresellerden kopuş ve Rus-Çin eksenine kayışla birleşirse Batı yanlısı tekeller de tasfiyeye uğrar. Devrimci değişim dışında reel ihtimal böyledir.

O halde Millet İttifakı'nın programına bakıp, kolay yoldan "restorasyon" ve "reform" beklentisi yeni bir "Umudumuz Karaoğlan" trajedisine yol açar.

Türkiye'nin geleceği, devrimci güçlerin birliğine ve kararlı mücadelesine bağlıdır. Bu güçlerin öncülüğünde henüz devrim gerçekleşmese de, devrimci sürecin "yan ürünleri" olarak egemen güçler "reformlar" yapabilirler. Eğer bugünden Millet İttifakı'ndan beklentiye girilmemişse, bu reformlarla "devrimci süreci" çalmak mümkün olmaz. Tersi durumda, yani "beklenti" konformizmi tuzağına düşülürse devrimci süreç parçalanır, devrimci öncü yalnızlaşır ve devrimci sürecin saflarındaki reformizme eğilimli legalist, parlamentarist güçler egemenlerin reformist kanadıyla birleşir.

Ama bu birleşme birkaç tas mercimek çorbasına imkan verse de devrimci süreç zayıfladığı için, tepeden tırnağa suça bulaşmış olan faşist güçlerin önünü açar, ya iktidardakiler Alman Sosyal Demokrat Noskeler gibi halkın kanını dökerek ayakta kalmaya çalışır ya da o Noskelerin ülkesinde olduğu gibi Hitlerin benzerleri topunu tepeler.

Kriz eğer gerçekten derinse, işte olacaklar böyledir.

Öyle ya da böyle burjuva değişim süreci ister siyasi ve ideolojik hegemonyanın tesisi olarak ister zor yoluyla birikim modelinin hayata geçirilmesi olarak gerçekleşsin, orta ve uzun vadede sol-sosyalist hareket açısından nasıl bir durum yaratır? Ve sol-sosyalist hareket bu durumda nasıl bir hazırlık yapmalı?
Karşımızda herhangi bir "burjuva değişim" süreci yok. Türk devleti, egemen sınıflar ve onların politik güçleri Üçüncü Dünya Savaşında yenik düşmüş olan Türkiye'yi, tıpkı Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi "kurtarma" derdine düşmüşlerdir. AKP-MHP iktidarı tıpkı saltanat gibidir. İçeride zorbalıkla egemenliğini sürdürebilmek için galip devletlerden kendileri gibi otokratların yönettiği devletlere sığınmanın yollarını arıyor. Millet İttifakı da farksız. Onlar da yenilmiş ülkelerini Batılı devletlere ellerindeki reform programıyla sevimli görünmeye çalışarak teslim olmaya hazırlanıyor.

Aradaki fark henüz dünya savaşının sona ermemiş olmasıdır. Bu fark da kime sığınırlarsa sığınsınlar, Türkiye'nin yakasını bu savaş bataklığından kurtaramayacağını gösteriyor. Yani "yurtta sulh cihanda sulh" denecek bir durum bu defa yok. İster Millet İttifakı kazansın, isterse Erdoğan iktidarda kalsın devletin hiçbir fraksiyonu bu savaşın dışında kalamaz. O halde krizin asıl nedeni savaş olduğu için, hiçbiri de krizden çıkamaz.

Buradan çıkan sonuç, Türkiye'nin kurtuluş yolunun "üçüncü yol" olduğudur. Kürt ve Türk halkları Ortadoğu'da konfederal devrim yolunda birleştiği gün, hem Türkiye'yi, hem de Kürdistan parçalarının yer aldığı Suriye'yi, Irak'ı ve İran'ı küresel güçlerin "ucuz asker kışlası" olmaktan kurtarabilirler. Bunun dışında bu ülkelerin hiçbiri kendi başına savaşın yıkıcı etkilerinden kurtulamaz. Konfederal Ortadoğu Ortak Evi, halklar için ucu nükleer savaşa açılan bugünkü savaşta yegane sığınak olmakla kalmayacak; savaş dışına çıkan bu halklar dünya halklarına da barış yolunu göstermiş olacaklardır.

Özetle kriz ve savaş koşullarında biricik alternatif seçimin gecesine ve sonrasına, seçimlerde güç biriktirerek devrimci süreci derinleştirmeye hazırlanmaktır.

Tarihte muzaffer devrimler istisnadır. Ama devrimci süreçler her zaman ortaya çıkar. Şu anda ise Rojava'da devrim gerçekleşmiştir ve Kürdistan'ın bütün parçalarında devrimci durum ya da ona dönüşecek krizler derinleşmiştir. Ve bu krizin dalgaları bütün parçalardaki egemen ulusların emekçilerini de esinlendiriyor. Bu defa halkların önüne çıkan tarihi fırsatı heba etmemeliyiz.