DÜNYA
'Ticaret savaşları iyidir'
Ticari önlemler politik ve askeri yan etkileri de riske ediyor. Trump çoktan başta Merkel olmak üzere Avrupa liderlerinin aşağısamalarını kazandı; açık cehaleti ve hakarete yatkınlığı doğal olarak bu aşağısamayı üretiyor. Avrupalılar bu maskaranın etrafından en azından birlikte çalışabilecekleri sorumlu ABD yetkililerini bulma umutlarını da yitirdiler. Sürekli kovuluyorlar ve başkan adına çok da konuşamıyorlar. Gary Leupp'un counterpunch.org'da yayınlanan yazısını Ivana Benario ETHA için çevirdi.
"Bir ülke (ABD), neredeyse iş yaptığı her ülkeye ticaretinde pekçok milyar dolar kaybediyorsa ticaret savaşları iyidir, kazanması kolaydır." - Donald J. Trump.
Anladığım kadarıyla, ticaret savaşları esasen rekabet halindeki lider ihracatçı ülkeleri etkiliyor. 2017'de Çin, bir süredir olduğu gibi, dünyanın lider ihracatçısıydı. Trump'a göre çoğu adil olmayan bir biçimde, 2263 milyar dolarlık mal ihraç etti. ABD, Çin'in üçte ikisi kadar, 1547 milyar dolarlık ihracatıyla ikinci sırada. (Çin'de bu ülkede olduğunun üç katı kadar insan yaşadığından bunun mantıklı olduğunu söyleyenler olabilir.) Ama nüfusu ABD'nin üçte biri olan üçüncü en büyük ihracatçı Almanya'nın 1448 milyar dolarlık ihracat satışı neredeyse bu ülkeye eşit düzeyde. Trump bunda da çok büyük bir adaletsizlik görüyor.
Sonra Japonya geliyor, sonra Hollanda, onu Güney Kore ve Hong Kong takip ediyor. Ve sonra bir dizi Avrupa ülkesi (Fransa, İtalya, Birleşik Krallık, Belçika) Kanada, Meksika ve Singapur'dan önce geliyor. Evet, Hollanda ve Güney Kore'nin ikisi de, Birleşik Krallık'tan daha fazla ihracat yapıyor.
Rusya, Hindistan, Brezilya, Suudi Arabistan ve Güney Afrika listenin bayağı aşağılarındalar. Bazı büyük ihracatçılar karşısında şaşırmış olabilirsiniz. Singapur, Rusya'dan ve Vietnam, Endonezya'dan daha fazla ihracat yapıyor. Trump'ın kışkırttığı ticaret savaşları esas olarak sadece bu ülkeleri etkilemeyecek. (Çin'in ABD'nin çeliğe getirdiği gümrük vergilerine misilleme olarak Illinois, Ohio ve Minnesota soya fasülyelerini, Brezilya'nınkilerle yer değiştirmesinin ardından Brezilya'nın beklenmedik bir yükseliş yaşayacağı not edilmelidir.)
Ticaret savaşları, tamamen Avrupa, Kuzeydoğu Asya ve Kuzey Amerika'nın yakın komşularıyla ilgili. Bunların büyük çoğunluğu ABD'nin 2. Dünya Savaşı sonrası geleneksel müttefikleridir. Bunlarla ticaret savaşı ana akım yorumcuları şaşkına çevirmiş durumda; Trump piyasa ve dış ticaretten anlamıyor diyorlar, bu sırada Wall Street ise yükselişte. Gerçekten de kendi tabanında işçi sınıfının bir lideri gibi görünmek isteyen, istihdamın savunucusu pozisyonunu takınan kuşatılmış ABD başkanı tarafından susturulmuş görünüyorlar (gerçekte olan ise Çin'in ABD soya fasülyelerine, domuz etine, çelik borularına ve Almanya liderliğindeki AB'nin motorsiklet, viski ve fıstığa koyduklarını da kapsayan misilleme gümrükleri nedeniyle binlerin işinden olması).
Basitçe, ABD en yakın arkadaşlarına ekonomik savaş ilan etti, ve arkadaşları da şöyle düşündü: bunu neden yapıyorsun?
Bu arada Brüksel'deki NATO zirvesi yaklaşırken, AB-NATO ilişkileri giderek daha da sıkılaşıyor. Bu daha sıkı AB-ABD ilişkileri anlamına gelmiyor. Bu, bir trans-Atlantik ayrışma bunu gerektirirse, Avrupa'nın askeri ittifak politikasıyla güçlü bir şekilde örtüşen ekonomik ve politik alandaki ittifakının giderek kıtasal bir askeri-endüstriyel kompleksi potansiyel olarak ABD'den bağımsız koordine edeceğine işaret etmektedir.
ABD'nin kilit müttefikleri, Trump'ın Kanada'daki G7 zirvesindeki tutumu karşısında (ev sahibi Juystin Trudeau'yu hedef alan berbat aşağılamaların da etkisiyle) şoka uğradılar ve Trump'ın Brüksel toplantısında (Almanya ve diğer üye ülkelerin GSYİH'larının yüzde 2'sinin tamamını NATO beyannamesinde belirttiği gibi NATO harcamalarına yatırmalarını bir kez daha talep etmek dışında) neler yapacağı ve söyleyeceği konusunda endişeye düştüler.
Norveç'li NATO sözcüsü Jens Stoltenberg, ABD-Avrupa askeri ittifakının sonsuza kadar olmak zorunda olmadığını belirten kısa bir açıklamayı daha henüz gerçekleştirdi. Bunu AB Başkanı Donald Tusk'ın, Trump'ın çelik gümrüklerini ilan etmesinden hemen sonra yaptığı "böyle arkadaşların varken kimin düşmana ihtiyacı olur?" sert açıklaması takip etti. Avrupa, ABD için, özellikle Güney Asya ile karşılaştırıldığında, eskiden olduğundan daha önemsiz bir piyasa olsa da, politik bir birlikten, ortak pazardan ve ABD'ye karşısında liderliğini yaptığı askeri bir birlikten oluşuyor. NATO'nun genişlemesinin dönem dönem kışkırttığı, Rusya'nın 2008'de Gürcistan'da ve 2014'te Ukrayna'daki yanıtlarında görüldüğü gibi Avrupa'nın Rusya'yla olan sınırı ABD'nin soğuk savaş sonrası karşı karşıya gelişte bu ülkeyle olan ana cephesini oluşturmakta.
Yani, Trump'ın 31 Mayıs'ta alüminyum ve çeliğe koyduğu yükseltilmiş gümrük vergilerini açıkladığı gibi Avrupa ile bir ticaret savaşı başlatmak, ABD'nin en yakın geleneksel politik, ekonomik ve askeri müttefiklerini benzer bir tepki için kışkırtmak demek. Harley-Davidson hikayesi bunun sonuçlarıyla ilgili kamuoyu dikkatini çekmeyi başardı. Hikayenin özü, gümrük vergileri, karşı-gümrük vergileri, şirketlerin en yüksek kâr oranını takip etme ihtiyacı, gümrük vergilerinin "işleri korumada" başarısızlığı.
Ancak ticari önlemler politik ve askeri yan etkileri de riske ediyor. Trump çoktan başta Merkel olmak üzere Avrupa liderlerinin aşağısamalarını kazandı; açık cehaleti ve hakarete yatkınlığı doğal olarak bu aşağısamayı üretiyor. Avrupalılar bu maskaranın etrafından en azından birlikte çalışabilecekleri sorumlu ABD yetkililerini bulma umutlarını da yitirdiler. Sürekli kovuluyorlar ve başkan adına çok da konuşamıyorlar.
ABD, iklim konusunda Paris Anlaşması'ndan çekildi ve İran'la nükleer anlaşmasından da. Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyarak dünyadan ayrıştı, Müslümanlara seyahat sınırlaması dayattı ve öte yandan hem Avrupa hükümetlerini hem de kamuoyunu pozitif anlamda yabancılaştırma kararlılığını gösterdi. Bu ülkedeki pekçok insan Trump'ın tweetlerini saçmasapan buluyor. Almanların bu tweetleri nasıl gördüğünü siz düşünün. Bu koşullar altında Atlantik İşbirliği'nin temeli nedir? Taraflar, sorunla ilgilenmek için 2020'ye kadar beklemeliler mi?
Askeri açıdan, yine NATO sözcüsü henüz "bazıları bu bağın ne kadar güçlü olduğu konusunda şüphe duyuyor" dedi ve ittifak içinde "farklılıklar" olduğunu açıkladı ve "bağların zayıfladığına tanık oluyoruz ve transatlantik bağının sonsuza kadar yaşayacağı taşın üzerine yazılmış değil, ama ben bunu koruyacağımıza inanıyorum" diye ekledi.
NATO'nun kuruluşu (1949), Marshall Planı'nı (1948) takiben gerçekleşti. Önce Truman yönetimi, yeniden inşa yardımları ve ABD pazarına imtiyazlı erişim hakkıyla (ve böylece sosyalizmin genişlemesinin de önüne geçerek) savaş sonrası Avrupa'daki işçi sınıfını satın alma girişimiyle Atlantik İşbirliği'ni oluşturdu. Sonra, kapitalist anti-Sovyetik müttefiklerini askeri bir birlik oluşturmak için seferber etti. Bu birlik, halen Rusya karşıtı mentalite ve programını korumakta. Birlik içinden bazıları Trump'ın Putin'le olduğu varsayılan yakınlığından dolayı endişeli. G7 zirvesine giderken Rusya'nın yeniden G7/G8 içine kabul edilmesini önermesi bu endişeleri besliyor.
NATO buluşmasından hemen sonra gelecek ay içinde Trump'ın Helsinki'de Putin ile görüşeceği açıklandı. Kim Jong Un ile Singapur'da gerçekleştirdiği zirvede Trump'ın Güney Kore'ye danışmadan ve (onları şaşırtarak) bazı anlaşmalar yapmış olduğu söyleniyor. Helsinki'de de Trump'ın NATO'yu şaşırtacak anlaşmalar yapması muhtemeldir, mesela ABD askerlerini Polonya'dan çekmek gibi. Ve belki de, ortak değerlerin kaybı ve ticaret savaşlarının başlamasıyla Atlantik politik ittifakı zayıflarken NATO da, Avrupa vatandaşları onun varlık nedenini sorgulamaya başladıkça daha da aşınmaya başlayacak.
Elbette, bırakalım en büyük üç ihracatçı Çin, ABD ve Almanya arasında süregiden bir ticaret savaşı olsun. Bırakalım Trump tabanına oynayan aptalca kararlar alsın ve bu kararların gerçek sonuçlarıyla (iş kayıplarında olduğu gibi) tabanını dehşete düşürsün. Bırakalım Avrupa'yı kendinden uzaklaştırsın ve Atlantik İttifakı'nı parçalasın, ki bu ittifak hiçbir zaman iyi huylu değildi. Bırakalım ABD'nin AB üzerindeki etkisi daha da azalsın; bu etki daha çok Britanya üzerinden gerçekleşiyordu ve Brexit ile birlikte bu da yıkıma uğradı.
Bırakalım ABD, Çin'e havladığı gibi AB'deki müttefiklerine de İran'dan petrol alımını durdurmalarını talep ederek ABD'nin ikincil yaptırımlarıyla yüzleşeceklerini havlasın. ABD acımasız ve zorba olarak görünmek istiyor; korkuluyor olmak seviliyor olmaktan yeğdir. Ancak ABD'nin askeri kapasitesinden korkmak gerekirken, onun ekonomiyi yönlendirme kabiliyeti, ABD'nin GSYİH'sının dünyanınkinin yarısına eşit olduğu 1945'te olduğu düzeyde değil. Şu an yaklaşık AB'ninkine eşit durumda. Mike Pompeo, İran'ı yok etmek için bir kampanyaya katılınmasını talep ettiğinde dünyanın buna uyması beklenemez. Trump, Avrupa çeliğine gümrük vergisi koyduğunda Avrupa'nın misilleme yapmayacağını dünümüyordur.
Mevcut dünyanın olduğu gibi devam edeceğini bekleyemeyiz, veya mevcut ittifakların sonsuza kadar tutunacağını varsayamayız. Mevcut düzenin, sıcak savaşların aksine ticaret savaşlarıyla parçalarına ayrılabilmesi ihtimali aslında oldukça neşeli bir düşünce.
*Gary Leupp, Tufts Üniversitesi'nde tarih profesörüdür ve İlahiyat Bölümü'nde ikinci bir kürsüsü bulunmaktadır. Ulaşmak için: gleupp@tufts.edu