24 Kasım 2024 Pazar

Tayip Temel: HDP'nin asli görevi toplumu savunmaktır

HDP Van Milletvekili Tayip Temel, "HDP'nin ve onun şahsında bizlerin asli görevi toplumu savunmaktır. Faşizmi gerileterek, demokrasiyi koruyarak yapacağız. Başka yol yoktur! Bizim tek şansımız devrimci oluştadır, bir tek o utancı önleyebilir ya da hoş görülemez olana karşılık verebilir" dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Van Milletvekili Tayip Temel, dünyadaki son durum ve sağcı iktidarların iktidarlara gelmesine işaret etti, tekçi ve despotik rejimlerin kurulduğuna dikkat çekti. Kapitalist sistemin dayandığı küresel ve bölgesel tüm kurumların kriz içerisinde olduğunu ve buna karşı halkların hoşnutsuzluğunun bariz bir şekilde ortaya çıktığını belirten Temel, ETHA’ya verdiği röportajda, "HDP’nin bugün hangi siyasal, sosyal, toplumsal ve felsefik dinamiklerin sonucu olduğu, hangi değerler için bedeller ödediği çözümlenmeden, önemi anlaşılmaz" dedi.

Sine-i millet tartışmaları ile ilgili olarak, "İktidarı çözüme zorlayacak bazı mekanizmaları tıkama ancak kısmen de olsa demokratik olan ya da demokrasiye duyarlı olan sistemlerde anlamlıdır. Türkiye’deki mevcut tekçi rejimin böyle bir duyarlılığı olmadığından HDP’nin meclisten çekilmesinin de istenilen yönde bir etki yaratması çok mümkün değildir. Aksine demokrasiyi kendisine engel olarak gören tekçi rejimin işini kolaylaştırmasına da neden olabilir" diyen Temel, kongre öncesinde parti içerisinde asıl konuşulanın partinin taktik ve stratejisi ile geleceği olduğunu söyledi.

HDP Van Milletvekili Tayip Temel’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

KAPİTALİZM HIZLA YIKILMAKTA VE YENİ, DAHA ZUHUR ETMİŞ DEĞİLDİR

Türkiye ve bölgedeki son durum ve siyasete yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüz dünyasında hiçbir devletin, örgütün, partinin ya da siyasal ve sosyolojik organizasyonun kendini bölgesel ve küresel gelişmelerden azade siyaset yürütme keyfiyeti yoktur. Birleşik kaplar misali dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan gelişmeler dünyanın başka bir köşesinde yaşanan ve çok da ilgili görünmeyen başka gelişmeleri etkileme, tetikleme kabiliyeti vardır. Bilgi teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak bu etkileme marjı giderek artmaktadır. Bu temelde dünya siyaseti ve aynı anlama gelmek üzere bölgesel ve yerel siyasetler bir bütün olarak kaotik bir süreçte geçmektedir. Kaos ve krizin temel sebebi kapitalist modernite sisteminin artık ömrünü uzatamaması ve çöküş sürecinin hızlanmasıdır. Sistemin yüz yıllardır geliştirdiği siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapılanmaları, stratejileri ve bu temel üzerinden inşa edilen yapısallıklar derin bir yapı bozumundan geçmektedir. En son itiraf, sistemin birinci dereceden ve en önemli supabı olan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres’ten geldi. Guterres daha bir hafta önce BM’nin iflas ettiğini ve hiçbir işlevselliğinin kalmadığını açıklayarak malumun ilamında bulundu. Kuşkusuz sistemin yapısal krizi bilinmeyen bir husus değildi ve işlevsizlik sadece BM ile ilgili değil. Kapitalist sistemin dayandığı küresel ve bölgesel tüm kurum ve yapılar daha beter bir kriz ve çaresizlik içindedir.

Sistem, kendi devasa enkazın altında kalmış durumda ve daha önemlisi bu enkazın altından çıkmaya yönelik herhangi bir çözüm reçetesi de yoktur. Çözüm adına atılan adımlarla çok kısa sürede sonuçsuz kalmakta ve krizi daha kronik hale getirmektedir. Dünya genelinde yaşanan ekonomik, siyasi, sosyal ve ekolojik krizler çözümsüz kaldıkça sistem için güçlerin iç savaşlarına ek olarak halkların itirazı ve isyanları baş göstermektedir. Sistemin kriz aparatları ve yereldeki iz düşümü olan ulus devletlere yansıması da benzer şekildedir. Sorunlar karşısında aynı tıkanma ve elbette çözülmeyle karşı karşıyadır. Amiyane tabirle eski, hızla yıkılmakta ve yeni, daha zuhur etmiş değildir. Denilebilir ki kaos aralığı en somut hali ve ihtişamıyla arzı endam eylemiş vaziyette.

Sistemin krizinin en nihayetinde nasıl ve neyle sonuçlanacağını elbette şimdiden kestirmek mümkün değildir. Ancak an be an yaşadığımız bu iklimde her aktörün ve gücün kendine göre hamleleri sürüyor. Kaos sürecine etki eden faktörleri her şeyden önce iki temel güç olarak sınıflandırmak mümkün. Her iki aktörün de avantaj ve dezavantajları vardır. Birinci aktör devlet denilen şiddet aygıtını elinde bulunduran sistem ve sisteme bağlı ulus devlet yapılarıdır. Diğer aktör ise sistemin yarattığı sonuçlara duçar kalan sistem dışı güçlerdir. Başka bir ifadeyle farklı neden ve şekillerde ezilen tüm kesimler. Şiddet aygıtı ve ölüm tekelini elinde bulunduran sistemin ve ulus devletlerin sürece dönük bir çözüm reçetesi olmadığını geçtiğimiz on yılda yaşananlardan anlamak mümkün. Halkların taleplerine verdikleri cevap, tarihleri boyunca defaatle uyguladıkları baskı, şiddet, yıkım ve ölüm olduğu açığa çıktı. Halkların, ezilenlerin ve ötekilerin özgürlük, adalet, iş ve aş talepleri kanlı bir şekilde bastırıldı, bastırılacaktır. Tarihin benzer dönemlerinde yıkım ve kıyımları gerçekleştiren iktidarlara benzer aktör ve iktidarlar sahne aldı. Sağ, popülist, megaloman, ırkçı, cinsiyetçi ve tekçi bir profile sahip olan despotik aktörleri son on yılda dünyanın birçok bölgesinde iktidara gelmeleri sistemin halkların taleplerine nasıl bir cevap vereceğinin işaretleridir. Rusya, ABD, İngiltere, Türkiye, İran, Kuzey Kore, Çin, Hindistan başta olmak üzere irili ufaklı onlarca devlette şu an iktidarda olan aktörlerin tamamının ortak özellikleri sağ, popülist, megaloman, ırkçı, tekçi, cinsiyetçi ve faşist olmalarıdır.

Yukarıda ifade ettiğimiz profile sahip despotik iktidarların kanlı icraatlarına insanlık tarihin farklı dönemlerinde şahitlik etti. Hitler, Mussolini, Franko, Saddam Hüseyin, Pinochet bu kanlı geçmişin birkaç taze örnekleri olarak insanlığın ortak hafızasında yer edinmiştir. Kaos süreçlerinde, çaresiz ve alternatifsiz bırakılan kitlelerin bir kısmına dincilik, mezhepçilik, milliyetçilik, ırkçılık ve cinsiyetçilik zehrinin aşılanmasıyla baskı, şiddet ve korkuya dayalı kapalı devre despotik rejimlerin inşa edilebildiği ve edildiği gerçeği de tarihi örneklerle sabittir. Maalesef tarihin tekeri hep ileriye doğru hareket etmiyor.  Zaman zaman dünya savaşları, katliam ve soykırımlarla sonuçlanan geriye gidişleri görmek için çok değil yirminci yüzyıla bakmak bile yeterlidir. Trump, Putin, Ruhani, Johnson, Erdoğan, Modi, Kim-Jong’den tutalım Esad’a kadar birçok ülkede büyük ölçeklisinden ortak ve küçük ölçeklisine kadar sağ, popülist kesimlerin iktidarı ele geçirmeleri insanlık ailesi açısından oldukça tehlikeli bir sürece işaret etmektedir. Sistemin çözülmesinin yarattığı güvensizlik, belirsizlik, yoksulluk, yoksunluk, gelecek kaygısı ve korkusu toplumun bazı kesimlerinin tekçi ve despotik rejimlere muhtaç bırakabilmektedir.

Halkların Demokratik Partisi, bu tablo içerisinde nerede duruyor?

İlk sorunuza dair çizmeye çalıştığım cevap, aynı zamanda HDP’nin ne olduğu, nasıl bir parti olduğu, nerede durduğu ve neyi amaçladığının da cevabıdır. HDP’nin bugün hangi siyasal, sosyal, toplumsal ve felsefik dinamiklerin sonucu olduğu, hangi değerler için bedeller ödediği çözümlenmeden, önemi anlaşılmaz. Çünkü HDP anlaşıldıkça çoğulcu, çok kültürlü, çok renkli, ekolojik, kadın özgürlükçü ve demokrasi adına verdiği mücadelesinin evrenselliği de anlaşılacaktır. Bu anlamda bu tablo içinde baktığımızda kapitalist sistem kaosu aynı şekilde ulus devlet yapılarına da yansımaktadır. Sistemin kurum ve kurallarının işlevsiz hale gelmesi, bölgesel ve yerel despotik yönetimlerin daha fazla başı boş kalmasının önünü açmıştır. Birçok ülkede despotik iktidarlar küresel kapsamda yaşanan keyfiyeti içe tahvil ederek tekçi rejimler kurma arayışına girmiş durumda. Baskı ve şiddetle çöken binanın bir odasında süreci atlatmayı tahayyül etme gayretindeler. Türkiye’de bu süreç AKP-MHP tekçi iktidarıyla yürütülmektedir. Faşizm, karakteri gereği tekçidir. Kendinden farklı gördüğü ve kendisine biat etmeyen tüm kesimleri düşmanlaştırır ve ortadan kaldırmayı temel hedef edinir. AKP-MHP faşizmimin uzun süredir yaptığı tam da budur. Türkiye’de nispi temsili demokrasi sistemi ortadan kaldırılmış ve yerine tek adam rejimi ihdas edilmiştir. Aslında Türkiye’de mevcut haliyle bir sistem yoktur. 16 Nisan referandumuyla sistemin olmadığı, kurum ve kuralların ortadan kaldırıldığı bir sürece girildi. 

Temsili parlamenter sistem içinde var olan yapıların hızla ortadan kaldırılması tekçi, despotik rejimlerin kedini inşa etme sürecinin bir parçasıdır. Temsili demokrasilerin önemli bir ayağı olan sivil toplum örgütlenmeleri itibarsızlaştırılmış, siyasal ve toplumsal sorunların dışına itilmiştir. Hakeza medya tamamıyla tekçi rejimin resmi bülteni haline getirilmiş. Kültür sanat, akademi alanı başta olmak üzere bilgi üreten ve topluma öncülük edebilecek öncü kesim ve kişiler gözaltı, tutuklama ve sürgün mekanizmasıyla etkisiz hale getirilmiştir.

HDP, özellikle 7 Haziran seçimlerinden itibaren yoğun bir saldırı altında. Seçilmişlerin tutuklanması, ağustos ayında başlayan ve süren kayyum gaspları, kitlesel gözaltılar ve tutuklamalar devam ediyor. Tüm bunlar HDP’yi nasıl etkiledi? 

Bugün AKP-MHP iktidarının temel hedefi ve önceliği temsili demokrasinin temel ayağı olan siyasi partileri ortadan kaldırmak. Kimse kendini kandırmamalıdır. Tekçi, faşist bir rejimde siyasi partilere yer yoktur. Tüm despotik, tekçi rejimlerde tek parti vardır. Partili cumhurbaşkanı denilen yapıyla bunun ilk adımı atıldı. Tekçi sistemin inşası ilerledikçe siyasi partiler çeşitli vesilelerle pasifize edilecek ve nihai olarak ortadan kaldırılacaklardır. Tekçi rejimin bu nihai hedefinin önündeki en temel engel bugün itibarıyla Halkların Demokratik Partisi’dir. Son yıllarda HDP’ye yönelik saldırıların bu bağlamda ele alınması gerekir. Yapısı, bileşenleri ve politikaları itibarıyla çok farklılığı, çok renkliliği, çok sesliliği temsil etmesi doğal olarak tekçi rejimin inşası amacındaki iktidarın öncelikli hedefi haline getiriyor. Ek olarak HDP mücadele geçmişi ve mirası yönünden de faşizme karşı mücadele bağışıklığı, gücü ve kudreti olan tek partidir. Tekçi rejimin son kertede hedefine ulaşabilmesi için HDP’nin etkisiz hale getirilmesi ve ortadan kaldırılması gerekir. HDP ve siyaseti olduğu müddetçe Türkiye’de faşizmin başarıya ulaşması imkansızdır. Tek adam rejiminin 12 Eylül faşizminden kalan antidemokratik yasaları bile çiğnemesi bundandır.

Bildiğiniz üzere tekçi rejimlerde siyasi partilere ihtiyaç yoktur. Dolayısıyla engel olarak görülen HDP engelinin aşılmasıyla birlikte CHP başta olmak üzere tüm siyasi partilerin sonu gelecektir. Tekçi rejimlerin günümüzde yaşayan örnekleri Çin ve Suriye’de mevcuttur. CHP başta olmak üzere diğer siyasi partilerdeki Kürt karşıtlığı maalesef bu gerçeği görmelerini engellemekte ve çoğu zaman iktidarın faşizmi inşa sürecine payanda haline getirmektedir. CHP ve diğer partilerin Kürt karşıtlığı ve milliyetçi, ırkçı muhtevaları nedeniyle dokunulmazlıklara destek vermesi bunun en bariz örneğidir. HDP’ye yönelik geliştirilen bu siyasi darbeye destek verilmesi 16 Nisan referandumuyla sonuçlanmıştır. AKP-MHP iktidarı CHP’nin desteğiyle HDP’nin 7 Haziran seçimlerinde faşizme vurduğu darbenin intikamını almıştır. CHP aynı hatayı Efrin işgali ve kayyım gasbına karşı da tekrarlamıştır. Buna rağmen HDP faşizmin adım adım inşa edilmesinin yarattığı tehlikeyi görmüş, 31 Mart Mahalli Seçimleri ile 24 Haziran İstanbul seçimlerinde faşizmin kurumsallaşmasına önemli bir darbe vurmuştur. Tekçi rejim yine kayyım ve Rojava’ya yönelik saldırıyla aynı taktiği tekrar icra etmiştir. Görüldüğü üzere, faşizmin sistemleşmesine dönük tüm adımlarda başta CHP olmak üzere diğer partiler yenik düşüyor, bir irade ortaya koyamıyor. 

İyi biliyoruz ki tekçi rejimin HDP’ye yönelik saldırıları durmayacaktır. Başta Avrupa olmak üzere dünyada gelişen sağ, popülist, ırkçı, cinsiyetçi iktidarlar ve Türkiye’deki siyasi partilerin Kürt karşıtı politikalardan güç aldığı müddetçe saldırılarını sürdürecektir. Tüm diktatörlüklerde olduğu gibi Türkiye’deki tekçi rejimin de demokrasi, adalet ve halk iradesi gibi bir kaygı yoktur. Aksine demokrasiye dair en küçük ibare bile tekçi rejimler açısından bir tehlike olarak görülür ve ortadan kaldırılmasına çalışılır. Tam da bu noktada demokrasi ve özgürlükler nişanesi olarak HDP’nin her cephede, her mevzide, her alanda daha fazla görünür olması, varlık göstermesi ve faşizmin psikolojisini bozması önemlidir. Zira AKP-MHP iktidarının HDP’yi kapatmaya çalıştığı bir dönemde bazı mevzilerden çekilmesi tekçi rejime adeta altın tepside sunulmuş bir hediye olacaktır.

‘SİNE-İ MİLLETİN TÜRKİYE DEMOKRASİSİNDE BİR KARŞILIĞI YOK’

Örgütsel ve siyasi olarak HDP’yi bitirme saldırılarına karşı sine-i millet tartışması gündeme getirildi. HDP ise ‘erken seçim çağrısı’ yaptı. Erken seçim çağrısı HDP’nin ihtiyacına ne kadar yanıt olabilir?

Burada iki seçeneği iyi değerlendirmek gerek. Özetle çekilmek ve kalmak şeklinde özetlenen bu ikili durumu kendi açımızdan 20 Kasım’da bir deklarasyon ile açıkladık.

Sine-i millet tartışmaları, meclisten çekilme, iktidarı çözüme zorlayacak bazı mekanizmaları tıkama ancak kısmen de olsa demokratik olan ya da demokrasiye duyarlı olan sistemlerde anlamlıdır. Türkiye’deki mevcut tekçi rejimin böyle bir duyarlılığı olmadığından HDP’nin meclisten çekilmesinin de istenilen yönde bir etki yaratması çok mümkün değildir. Aksine demokrasiyi kendisine engel olarak gören tekçi rejimin işini kolaylaştırmasına da neden olabilir. Özellikle uluslararası politik iklim ve Türkiye’deki şoven eğilim gözetildiğinde İçişleri Bakanının ‘Niye çekilmediniz?’ serzenişi bu değindiğim nokta ile paraleldir. Bugün uluslararası alanda antidemokratik yönetimleri demokrasiye doğru zorlayan bir atmosfer yoktur. Aksine farklı çıkarlar ekseninde buna destek veren Trump ve Putin gibi aktörler var.

Bu temelde tam da böylesi zamanlarda toplumun dirim güçlerine hitap edecek, direniş umudu veren alternatifler geliştirme, farklılıkların ittifak ve ortaklaştığı mücadele kanalları açmak hayati öneme sahiptir. Faşizmin halk iradesini sökmek istediği tüm mevzilerde bulunmak, buraları demokratik mücadele alanı haline getirmek ve tekçi rejimin inşasını bozguna uğratma cephesi olarak kullanmak önemlidir. Sivil toplum, medya, akademi, kültürel ve ekonomik alanlarda direnmek ve bu alanların tasfiye edilmesine karşı durmanın önemi kadar siyaset alanının da daraltılması ve halka kapatılmasına karşı durmak en acil ve gerekli görevdir. Faşist yönetimlerin baki olduğu ya da uzun süre iktidarda kalmaları mümkün değildir. Bizatihi yarattıkları yıkımla kendi sonlarını hazırlarlar. Ancak maalesef bu süre içinde de halklara ciddi acılar çektirme gerçeğini değiştirmiyor. Önemli olan faşizmin kendini inşa sürecine izin vermemek, yarattıkları tahribatı önleme ya da en aza indirmektir. Yarattıkları korku imparatorluklarını yıkmak ve halklara gelecek umudu ve alternatifi sunmaktır. Korku siyasetinin sistemin çaresizliğinin ürünü olduğunu halklara anlatmak ve bu bağlamda tüm alanlarda ve mevzilerde mücadeleyi örmekle cevap vermek gerekir.

Çağrınız nasıl karşılık buldu?

HDP’ye yönelik saldırılar nedeniyle gündeme gelen sine-i millet tartışmaları, partinin yayınladığı deklarasyonla gündemden düştü. Tekçi iktidara karşı, tüm alanlarda mücadele ve direnişi büyütme çağrısı yapıldı. HDP tabanıyla birlikte siyaset üreten bir partidir. Tabanı ve genel olarak kamuoyundan siyasetine yönelik gelişen eleştiri, öneri ve talepleri görmezden gelme gibi bir durumu olamaz. Nitekim parti kurulları toplanarak halktan gelen talepleri değerlendirmiş ve sonuca bağlamıştır. Ancak büyük bir saldırı ve medya ambargosu altında olan HDP’nin pozisyonunu daha fazla anlatması gerekir. Mecliste kalmak için ortaya konulan gerekçeler anlaşılır ve önemlidir. Türkiye, Kürdistan ve dünyada yaşanan somut koşulların tahlili bağlamında değerlendirildiğinde başka bir karar alması da mümkün değildi. Siyaset üretim süreçlerine çok sayıda içsel ve dışsal faktörler etki eder. İçinde bulunulan siyasi iklimin özü iyi tahlil edilmeden, avantaj ve dezavantajları denkleme dahil etmeden alınan kararların eksik ve yanılgılı olma ihtimali oldukça yüksektir. İçinden geçilen kaotik sürecin yapısal nedenleri gözetilmeden konjonktürel gelişmelere göre karar almak gibi refleksif ve duygusal tutumlar uzun vadede telafisi zor olan sonuçlar üretebilir. Bu bağlamda dünya ve Türkiye siyasetinin içinde geçtiği süreç ve Kürdistan’da yaşanan savaş gerçekliği ve bu zeminin yarattığı sonuçlara bakıldığında HDP’nin son kararı ve deklarasyonu ile bundan sonra yapılması gerekenlere ilişkin çok da muğlak olmayan bir tabloyu önümüze koymaktadır.

KÜRT SİYASETİNİN DEMOKRATİK SOSYALİZMLE İLİŞKİSİ TARİHSELDİR

"Erken seçim çağrısı" hangi araçlarla desteklenerek etkili kılınmaya çalışılacak?

Devletin şiddet makinesi korku dağları oluşturmuş olabilir ancak halkların iradesi karşısında yenilmeye mahkûm olduğunu da görmek ve göstermek önemlidir. Yaşanan sürecin sadece Türkiye ile ilgili olmadığı, kapitalist sistemin çözümsüzlüğünün yarattığı kaos ve krizle bağının tespit edilerek bugün dünyanın dört bir yanında mevcut sisteme karşı gelişen isyan dalgası bağlamına oturtmak gerekir. Latin Amerika ülkelerinden tutalım Balkanlara, Avrupa’ya, Kuzey Afrika’dan Orta ve Uzak Doğuya kadar ezilen halklar ile despotik rejim inşa etmek isteyen iktidarlar arasında kıran kırana bir mücadele süreci yaşanıyor. Faşizan, tekçi diktatörler dünyanın bazı bölgelerinde iktidarı ele geçirmesine paralel olarak Arap ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede de halkların onlarca diktatörü yerle bir etmekte, özgürlük ve demokrasi bayrağını yükseltmektedir. Ezilenlerin bu isyanına, mücadelesine bulunduğumuz yerde dahil olmak, öncülük etmek ve uzağımızdaki isyana destek vermek, katkı sunmak her geçen gün daha önemli hale gelmektedir.

Küresel sağ, popülist, ırkçı, cinsiyetçi faşizan rejimlere karşı ezilenlerin küresel mücadele ağını oluşturmak ve güçlendirmek tek çıkış yoludur. Bu bağlamda Kuzey ve Doğu Suriye devrimine yönelik işgal saldırısına karşı halkların gösterdiği refleks bunun en somut örneğidir. Kürdistan’da, Filistin’de Sudan’da Lübnan’da, Irak’ta, İran’da, Afganistan’da, Gürcistan’da, Ukrayna’da Bolivya’da, Şili’de Hong Kong’da halklar faşizme geçit vermeyeceğini günübirlik ortaya koyuyor ve koyacaktır. 21. yüzyıl dünyasında faşizmin hortlamasına müsaade etmeyecektir. Çöken kapitalist sisteme karşı formüle edilmiş, denenmiş bir alternatifleri olmayabilir ya da zayıf olabilir. Nitekim bu nedenle birçok ülkede diktatörlükleri yerle bir etmelerine rağmen maalesef tekrar aynı sistem içinde çözümlere mecbur kaldıklarından tekrar tekrar isyan etmek zorunda kalmaktadır. Ancak tarihin benzer süreçlerinde olduğu gibi halkların kendi öncülük ve çözümlerini geliştireceği eşyanın tabiatı gereğidir.

Bu temelde Kürt siyasal hareketinin demokratik sosyalizm bağlamında geliştirdiği yeni model ve söylem tarihsel bir anlam ifade etmektedir. Bu paradigmayı benimseyen yapılara ve siyasete yoğun saldırıların ve küresel güçlerin bu saldırılara desteği ya da göz yummasının en önemli nedenleri de yaşanan sistemsel çöküşe alternatif sunmasındandır.


HDP’NİN İDDİASI ÜÇÜNCÜ YOL OLMA İDDİASIDIR

HDP’de kongreler süreci devam ediyor. Şubat ayındaki Genel Merkez kongresine hangi perspektiflerle hazırlanıyor, örgütsel olarak kendini yenileme/güçlendirme iradesi hangi düzeyde?

HDP’nin geldiği gelenek tüm kazanımlarını büyük bedellerle elde etti. Bu mevzilerin direniş ve mücadele alanı haline getirme, bunları koruma ve sürdürme; tüm baskılara karşın devam ediyor. Nazım’ın ifade ettiği üzere mesele esir düşmek değil, teslim olmamaktır! 

Bundan sonra da gerek sokağı gerekse de meclisi faşizmin kurumsallaşması ve inşa sürecini engelleme fırsatı olduğu sürece en etkin şekilde değerlendirmesi önemlidir. HDP halkların, inançların, kültürlerin bilcümle ezilenlerin evrensel yönü olan büyük bir mücadelenin bir cephesi ve mevziisidir. Her şeyi bu mevziden beklemek gerçekçi olmadığı gibi bu mevziiyi anlamsız görmek ya da boş bırakmak da gerçekçi değildir. İktidarın ekonomik, kültürel, toplumsal alanlarının tümünü halklara kapatmayı hedeflediği bir dönemde, siyasi alandan çekilmek tekçi iktidara sunulmuş bir hediye olacaktır. HDP’nin sahip olduğu misyon ve bu misyonun ona yüklediği sorumluluklar gereği, durum ne olursa olsun demokratik zeminde mücadelesini yürütecek ve asla pes etmeden faşizme karşı mücadele etmekten geri adım atmayacaktır. Siyasal alanı koruduğu gibi toplumsal, ekonomik, kültürel ve entelektüel alanları daha fazla halklara açma mücadelesini yürütecektir.

Zira HDP’nin bulunduğu alanda mücadele vardır. Faşizmin inşasına ve kendini kurumsallaştırmasına karşı mücadele vardır. Bu nedenle HDP’nin hiçbir mücadele alanından çekilmeyip, demokratik meşru zeminlerde mücadelesini büyük bir kararlılıkla sürdürecek olması, toplumun kendini içinde bulacağı siyasetin üçüncü yoludur. Türkiye’de siyasetin kutuplaştığı ve toplumun da kutuplaştırılmaya çalışıldığı böylesi bir dönemde HDP’nin iddiası üçüncü yol olma iddiasıdır, başka bir seçenek yaratma iddiasıdır. Üçüncü yol siyaseti toplumun tüm kesimlerinin bir araya gelebileceği, birlikte eyleyebileceği, kendi sorunlarını bir arada çözebileceği siyaset biçimidir. Kazanılan hiçbir alanın boş bırakılmaması ve kazanılan mevzilerin faşizme terk edilmemesi üçüncü yol siyaset tarzının gereğidir.

HDP KULİSLERİNDE PARTİNİN STRATEJİ VE TAKTİKLERİ KONUŞULUR

Kongreye giderken HDP kulislerinde en çok hangi konular konuşuluyor?

HDP bir burjuva partisi değil. Bu yüzden kongreye giderken en çok konuşulan şey yeni dönemin taktik ve stratejik hattıdır. Bu konuda konferanslar gerçekleşti, kongreye doğru giderken bir çok nitelikli tartışma yaşanıyor. Kulislerde, toplantılarda tartışılan şey kişiler değil, yeni dönemde izlenecek mücadele hattıdır. Temsilin kimler tarafından yapılacağı ise partinin ilgili kurullarında açık bir şekilde tartışılır ve kolektif karara bağlanır.

Kongreden ve kongre sonrasından beklentiler nelerdir?

İspanyollar, yeni adım attıkları her kara parçasındaki halklara bir itaat belgesi okurdu. Bu belgede Tanrı’nın yeryüzüne indiğini ve yerini Aziz Pedro’ya bıraktığını, Aziz Pedro’nun halefinin Kutsal Baba olduğunu ve Kutsal Baba’nın bütün bu toprakları Kastilya Kraliçesi’ne bağışladığını, işte bu yüzden buradan gitmeleri ya da haraç olarak altın ödemeleri gerektiğini, aksi takdirde onlara savaş açılacağını ve eşleriyle çocukları da dahil olmak üzere hepsinin köleleştirileceği yerlilere anlatılıyordu. İşin ilginç yanı ise şu: Bu itaat belgesi yani talepnamesi, tam gece yarısı bir tepenin üstünde, hiçbir yerlinin bulunmadığı bir ortamda, bir noterin huzurunda, başka bir dile çevirmeden İspanyolca olarak okunuyormuş.

Yüzyıllar evvel yaşanan bu durum, şu an güncel Türkiye’nin sürüklendiği haldir. Gerçekten de her şey bu minvalde gidiyor, sonuç olarak Aziz Pedro’ların yaratılmak istendiği bir dehşet döngüsü! Hikâyede de belirgin olduğu üzere, mekânın gasbı, zamanın gasbı, ikisinin beraber kayması var. Şahitlik kurumu sahtedir! Hakikat alelacele ve çarpıtılarak kurgulanmaktadır. En önemlisi de dil anlaşılır değildir. Yabancıdır, başkadır, karşılığı ve varlığa etkisi de yoktur! Toplumsallık böyle öldürülür. HDP’nin ve onun şahsında bizlerin asli görevi toplumu savunmaktır. Faşizmi gerileterek, demokrasiyi koruyarak yapacağız. Başka yol yoktur! Bu anlamda gerçeğin dilini, toplumun zamanını, hakikatin mekanını doğru yere çekmemiz gerek. Buradan çıkacak sonuç şudur: Bizim tek şansımız devrimci oluştadır, bir tek o utancı önleyebilir ya da hoş görülemez olana karşılık verebilir.