22 Kasım 2024 Cuma

Sultan Ulusoy yazdı | Selahattin Demirtaş'ın çağrısı vesilesiyle ezilen erkeklere, devrimci erkeklere açık mektup

Neden kaygısızca "erkek değiliz, ataerkil sistemin bize sunduğu ayrıcalıkları reddediyoruz" demiyor, diyemiyorsunuz? Egemen ve insanlık dışı olana sınır koyma, yollarınızı net olarak ayırma konusunda neden titreksiniz? Erkek egemenliğiyle çatışma-mücadele halinde değilseniz, ayrıcalıklardan kopma çabası içinde değilseniz, devrimciliği bir yana bırakalım demokratlığınız bile tartışmalı değil midir?

Kadınlar vahşice katlediliyor. LGBTİ+'lar cinsel şiddetin, aşağılamanın envai çeşidine maruz kalıyor. Çocuklar ve hatta bebekler kanımızı donduracak türden cinsel şiddete maruz kalıyor. Neredeyse artık isimlerini takip edemez, sayılarını sayamaz olduk.

Siz, işçi emekçi erkekler, gözüne far tutulmuş tavşan gibi hareketsizce olup biteni izliyorsunuz. Neden?

Sokak ortasında, toplu taşıma araçlarında şiddete tanık oluyorsunuz, ama gözlerinizi kaçırıyorsunuz. Kadınlar güpegündüz gözünüzün önünde ölesiye dövülüyor ama siz ataerkil sistemin "karı-koca arasına girilmez" düsturuyla kafanızı çeviriyorsunuz.

Belki de bazılarınız şiddet uygulayan erkekle özdeşlik kurup "Kadın kim bilir ne yaptı da erkeği çileden çıkardı" diye düşünüyordur. Annenize benzemeyen, onun gibi davranmayan her kadına içten içe bir parça öfke duyanınız, "O da itiraz etmeseymiş, o saatte orada ne işi varmış" diyenler, "hizaya getirilmeyi hakettiğine" inananlarınız da vardır kimbilir.

"Olur mu, olup bitenlere büyük bir öfke duyuyoruz, asla onaylamıyoruz" itirazlarınızı duyar gibiyiz. Doğrudur, her yeni ölümde, "yine mi" diye içten içe öfke duyuyorsunuzdur. "Lanet olsun yine bir kadın katledilmiş, kahretsin yine bir çocuk cinsel şiddete maruz kalmış" diyerek üzülüyorsunuzdur. Ya da daha fazlası... Peki ama pratikte ne yapıyorsunuz? Eğer öfke ve tepkiniz sizi harekete geçiremiyorsa içinizde patlamaktan, sönmekten öte bir anlam ifade etmez.

Peki siz, öncülük iddiasındaki devrimci erkekler, bütün bunlar olup biterken ne yapıyorsunuz? 

Hemcinslerinizin kadınlara, çocuklara, LGBTİ+'lar ve hatta ucu hayvanlara kadar uzanan cinsel şiddetini durdurmak için ne yapıyorsunuz?

Öyle ya, siz devrimci erkekler, pek çok konuda olduğu gibi cins özgürlüğü ve eşitliği konusunda da sokaktaki hemcinslerinizden daha fazla aydınlanmış durumdasınız. Peki cins özgürlüğü, cins eşitliği, cins bilinci konusunda birey olarak nasıl bir düzey yakaladığınız, ne kadar derinleştiğiniz bir yana, içinde yer aldığınız politik öznelerin programlarına, kadın özgürlük mücadelesi çizgisine uygun davranıyor musunuz?

Yalnızca ama yalnızca erkek olduğu için kadınlar, LGBTİ+'lar, çocuklar, üzerinde baskı kurmayı, şiddet uygulamayı en doğal hakkı gibi gören hemcinslerinizin insanlık dışı eylemlerine karşı ne yapıyorsunuz?

Devrimci mücadele içinde üstlendiğiniz genel devrimci görevlerden ayrı olarak -ki toplumsal çürümüye karşı toplumsal yüzleşme de politik mücadelenin temel başlıklarındandır- bu toplumsal çürüme haline karşı nasıl bir mücadele hattı geliştiriyorsunuz? Mücadele yürüttüğünüz derneği, sendikayı, siyasi partiyi bu konuda yönlendirmeyi dert ediniyor musunuz?

Kimbilir belki de şiddetin, toplumsal çürümenin doğrudan bir faili olmamayı yeterli görüyor ya da sıklıkla yaptığınız yüksek sesle bağırmayı, kadınların sözünü kesmeyi, psikolojik şiddetin değişik biçimlerini bu kapsamda görmediğiniz için kendinizi hepten sorgulamanın kapsamı dışında görüyorsunuzdur. Hatta mutfağa girmeyi, bulaşık yıkamayı toplumsal erkeklikten kopuşunuzun nişanesi olarak bile görüyor olabilirsiniz. Hoş, o konuda da sürekli bir patinaj halindesiniz ya, o da ayrı bir konu!

Baskı, aşağılama, cinsel şiddetin değişik biçimleri ne tekil, ne de bölgesel. Coğrafyalar, isimler değişiyor ama cinsel şiddet gerçeği değişmiyor! Adları Fransa'da Gisele Pelicot, Türkiye'de Özgecan, Münevver, Nurcan, İkbal, Ayşenur, Sıla bebek, Kuzey Kürdistan'da Narin, İpek oluyor. Cinsel şiddetin yaygınlığını, kadınların, LGBTİ+'ların yaşadıklarını görmüyor olamazsınız. Daha ne kadar bekleyeceksiniz?

Eminiz ki Narin, Ayşenur, İkbal katledildiğinde, Sıla bebeğe yönelik cinsel şiddetin boyutlarını öğrendiğinizde büyük bir öfke duydunuz ve belki insanlığınızdan utandınız. Peki ama öfkeyle sıkılan o yumruklara ne oldu? Ezen cinse mensup olmanın, hemcinslerinizin gerçekleştirdiği bu insanlık dışı cinsel saldırıların, vahşetin, katliamların ağırlığını yüreğinizde ne kadar hissettiniz?

Büyük bir öfke, nefret ve kabul edememe hali mi? Olabilir. Peki ama bu öfke neden "artık yeter" isyanına dönüşmüyor? Neden sizi harekete geçirici bir kuvvet yaratamıyor? Bu vahşete, katliamlara dur demek için neden kendinizi ortaya koymuyorsunuz? Neden hemcinslerinizi toplumsal çürümeyi görmeye, tutum almaya, harekete geçmeye çağırmıyorsunuz?

Hakkını yemeyelim, ESP'li erkekler, 2000'lerin başından bu yana bir sorgulama içindeler. Ne var ki sosyalist erkeklerin gerek 2000'lerin başında başlattıkları sorgulama ve yüzleşme çabaları, gerekse son aylarda yürüttükleri politik kitle çalışması, sosyalist erkeklerin bütününü dahi harekete geçirememişti.

Umuyor ve diliyoruz ki, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın kamuoyuna yaptığı çağrı, demokrat, devrimci, sosyalist erkekler için bir işaret fişeğine dönüşebilir. İlerici, demokrat, devrimci erkekler olarak buna çok ihtiyacınız var.

Yeniden sokaklara çıkarak hemcinslerinizi aydınlatmaya çalıştığınız şu günlerde, belki de işe, 2000'lerin başında ESP'li erkeklerin de içinde olduğu toplumsal yüzleşme çalışmalarında öne çıkan "erkeklik buysa biz erkek değiliz" şeklindeki kayıtlı tarifi değiştirerek başlayabilirsiniz.

Çünkü bu, en geriden gelebilecek olan, erkek olmayı büyük bir üstünlük, tersinin ise her tür aşağılamayı hak eden bir durum olduğunu düşünen yaklaşımlardan gelecek salvoları bertaraf etmek ve "yanlış anlamayın LGBTİ+ değilim" garantisi vermek için yapılıyor gibi. Bunu bir düşünün ve samimiyetle yanıtlayın soruları.

Neden kaygısızca "erkek değiliz, ataerkil sistemin bize sunduğu ayrıcalıkları reddediyoruz" demiyor, diyemiyorsunuz?

Egemen ve insanlık dışı olana sınır koyma, yollarınızı net olarak ayırma konusunda neden titreksiniz? Ezene büyük bir öfke, nefret duymak ve ezilenin safında yer almak devrimciliğin abc'si değil midir?

Erkek egemenliğiyle çatışma-mücadele halinde değilseniz, ayrıcalıklardan kopma çabası içinde değilseniz, devrimciliği bir yana bırakalım demokratlığınız bile tartışmalı değil midir?

Ezilen kadın cinsine, LGBTİ+'lara, korumasız çocuklara borçlusunuz! Bunu görün, harekete geçin ve kendinizi ortaya koyun! Mesele öyle üç beş açıklamayla, birkaç kahve konuşmasıyla geçiştirilmeyecek kadar kapsamlı. Toplumsal erkeklikten kopuşma, hemcinslerinizi aydınlatma, bu kapsamda yürütülecek mücadele, yaşamınızın tüm zerrelerine sinmeli ve süreklileşmeli. Keza, toplumsal yüzleşme kapsamında yürütülecek çalışmaları politik kitle çalışmasının süregen başlığı haline getirmelisiniz. Toplumsal erkekliğin ne olduğu da, güncel olarak kendini nasıl ürettiği de çok açık. Yüzleşilmesi ve kopuşulması gereken tam da bu.

İkincisi, siz sosyalist erkeklerin toplumsal erkeklikten kopuşma konusunda herhangi bir işçi-emekçi erkekten ileride olmanız son derece normal ve olması gerekendir. Anormal olan, kabul edilemez olan aksidir. Bu anlamıyla, toplumsal erkeklikten kopuş çıtanızı böyle geri bir noktadan kurmamalı, kıyaslamayı "sıradan" bir işçi-emekçi erkekle yapıp durumunuzdan hoşnut olmamalısınız.

Üçüncüsü, sizin için toplumsal erkeklikten kopuş, toplumsal yüzleşme konusunda attığınız her adım erkek cinsinin insanlaşması, demokrat bir çizgiye kazanılması mücadelesidir. Bu anlamıyla, bu kapsamda yürütülen her çalışmayı birey olarak devrimciliğinizdeki derinleşme ve hemcinsleriniz için yürütülen bir çalışma olarak görmeli, kadın cinsine bir lütuf gibi "kadın yoldaşlarını destekleme" vb. olarak yansıtmaktan uzak durmalısınız.

Dördüncüsü, toplumsal erkeklik somut olduğuna göre, onunla mücadele de somut olmak zorundadır. 

Toplumsal yüzleşme konusunda kimin ne düşündüğünden, kimin ne söylediğinden çok daha önemli ve değerli olan kimin ne yaptığıdır. Bünyenizdeki toplumsal erkekliği ne kadar somutluyorsunuz?

Hemcinslerinizle ne tip mücadeleler yürütüyorsunuz? Bu mücadelede ne kadar uzlaşmazsınız? Ne denli istikrarlısınız? Toplumsal yüzleşme konusunda ne tip siyasal eylemlere girişiyorsunuz? Nasıl bir kitle çalışması öngörüyorsunuz? Örneğin, ESP'li erkeklerin İstanbul'un ve Kürdistan'ın kimi kentlerinde gerçekleştirdiği eylemler politik kitle çalışması olanağı olan başkaca alanlarda neden hayata geçemiyor?

Erkek egemenliğinin vardığı düzey bir toplumsal çürüme halini almış ve hükmünü bu düzeyde sürdürüyorsa, faşist şeflik rejiminin ezen erkeği kadın özgürlük mücadelesi karşısında saflaştırması, yedeklemesi nedeniyledir. Selahattin Demirtaş'ın çağrısı -uzun zamandır sosyalistlerin yapmaya çalıştıkları gibi- ezilen erkeği kadın özgürlük mücadelesi ekseninde saflaştırmayı hedefliyor.

Selahattin Demirtaş'ın, yüreği ve ufku özgür mahpus yoldaşınızın bu çağrısını hemcinslerinize dönük yürüttüğünüz çalışmada güçlü bir manivaleya dönüştürüp dönüştürmemek bütünüyle sizin elinizde. Selahattin başkanın çağrısını bir nevi kendini ortaya koyuş ve sürece müdahale bakımından hemcinsleriniz adına hem bir özeleştiri hem de kadınların güncel talep ve sorunları bağlamında saf belirleme olarak okumalı ve politik çalışmaları buna göre düzenlemelisiniz.