22 Eylül 2024 Pazar

Süleyman Göçer yazdı: Kıdem tazminatı ve sınıf hareketinde yol arayışları

Sendikaların saldırıyla kurduğu ilişki ilk bakışta net gibi dursa da kırılmaya açıktır. Bu tabloyu değiştirebilecek tek şey mücadeleci emek güçlerinin bir araya gelerek sadece sermayenin saldırganlığına değil aynı zamanda sendikal bürokrasinin geri çekilemeyeceği bir mevzilenmeyi tabandan başlayarak, genel grev genel direniş perspektifi ile inşa etmeye girişmesidir. Tabanda biriken gerilim dalga dalga yüzeye doğru ilerlerken ortaya çıkacak böyle bir inisiyatif sadece sermayenin saldırganlığını püskürtmekle kalmayacak, işçi sınıfı hareketini sendikal bürokrasiyi de aşarak yeni düzeye taşıyacaktır.

Pandemi sürecinin başlarında 'evde kal' çağrılarından muaf tutularak özel izinlerle sermayenin çarklarının dönmesi uğruna açlık kırbacıyla işyerlerine gönderilen işçiler, yaşadığımız düzenin sınıfsal gerçekliğinin çarpıcı bir örneğiydi. Devlet baba mitinin salgının prizmasında nasıl bir şekil aldığı, işçilerin emeklerinden kesilen paralardan oluşan fonların sermayeye teşvik paketlerine aktarılmasının sınıflar üstü devlet algısını nasıl yamulttuğunu, ya da işten çıkarmaları yasaklama görüntüsü altında ücretsiz izini yasallaştıran hukukun ne menem bir hukuk olduğunu düşünmek tabloyu anlamak bakımından yeterince açıklayıcı. Sınıflar üstü devlet, devlet baba, hukuk devleti gibi kavramların yaşamda karşılığı olmayan birer efsaneden ibaret olduğu gerçeği her geçen gün yeni deneyimlerle işçi ve emekçilerin zihnine yerleşiyor.

 Pandemi sürecinin daha açık hale getirdiği bu gerçeklik, açık ki siyasi iktidarı yeni bir ikileme doğru sürüklüyor. AKP-MHP iktidarı bir yandan işçi emekçiler üzerinde yarattığı hegemonya çözülmesinin kırılmaya doğru ilerlemesi, diğer yandan ise temsil ettiği sermaye kesimlerinin ekonomik krizin kendi sınırlarına dayanmasından duyduğu rahatsızlık, bu ikilemin güncel görünümleri olarak öne çıkıyor. Babacan ve Davutoğlu bu çözülme alanına yerleşen siyasi figürler olarak Sarayda kaygı uyandırırken, diğer taraftan da ekonomik krizin biriken toplumsal gerilimde yaptığı çarpan etkisinden doğan kırılma ihtimali bir başka tedirginlik kaynağı olarak belirginleşiyor.

AKP iktidarının sermayeye temel vaatlerinden biri olarak kıdem tazminatının gaspına dönük yapılan yasa değişikliği hazırlığı bu bağlamla ilişkisi içinde öne çıkıyor. AKP siyasetinin ilk yıllarından başlayarak her döneminde sermayeye temel vaadi olarak el altında tuttuğu ancak her girişimde geri adım atmak durumunda kaldığı bu mevzunun, şimdi tekrar gündeme getirilmesi bu bakımdan şaşırtıcı değil. Ancak diğer seferlerden farklı olarak Sarayın durumu toparlama; hem temsil ettiği sermaye kesimlerini teskin edecek bir çıkış yolu bulma hem de ekonomik krizin toplumsal tabanında yarattığı çözülmeyi durdurabilecek bir denge yaratma imkânları kalmadı.

Kıdem tazminatı döneme özgü bir dizi gerilim unsurunu etkileyecek niteliğe sahip.

Kıdem tazminatının fona devredilmesi ile işçilerin emeklerinden kesilen birikimlerin sermayenin yağmasına açılmasıyla kalınmayacak; patronları işten çıkarmalarda frenleyen temel engellerden biri daha ortadan kaldırılarak toplu işten atılmalara kapı aralanacak. Aynı yasa kapsamında belirli süreli iş sözleşmeleri kapsamında 25 yaş altı ile 50 yaş üstü için "objektif koşullar" ve "birden fazla üst üste sözleşme yapma" şartları kaldırılarak güvencesizlik ve keyfilik yaygınlaştırılacak. Emeklilik lüks haline gelecek. Dahası yasa ile zaten hali hazırda yaygınlaşan esnek çalışma düzeninin kural haline getirilmesinde yeni bir aşamaya geçilmesine de uygun bir ortam sağlanmış olacak.

Böylece, pandemi sürecinde yaşanan ekonomik yıkımın enflasyon, işsizlik ve açlığın yaygınlaşması gibi sonuçlarının yanı sıra işçilerin gelecek güvencesi olarak gördüğü temel dayanaklarda hedef tahtasına oturtulmuş oluyor. Ve dahası esneklik, güvencesizlik ve en önemlisi de kıdem tazminatının gaspı gibi uygulamalar sendikal örgütlenmenin zaten zor olan zeminini iyiden iyiye daraltarak işçi sınıfını sermaye karşısında savunmasız hale getirecek.

Peki, işçi sınıfının sadece bugününü değil geleceğini de tehdit eden, onu savunmasız hale getirerek sermayenin keyfiliğine terk edecek bu yasa tasarısına karşı sendikalar ve emek örgütleri ne yapacak?

Saray rejimine uzanan yapısal dönüşümün temel unsurlarından biri de emek örgütlerinin ve sendikaların iktidarın uzantılarına çevrilmesiydi. Bu dönemde Türk-iş, Hak-İş, Kamu-Sen gibi sendikalar korporatist bir yaklaşımla emek hareketini tasfiye ederek güçlerini rejimin yapısal bir unsuru haline getirme rolünü üstlendiler. Buna şu yada bu oranda direnç gösteren DİSK, KESK, TTB, TMMOB ve TBB gibi emek ve meslek örgütlenmeleri ise içindeki devrimci demokratik damardan ayıklanarak direnme kapasitesi büyük oranda kırıldı. OHAL Kararnameleri bu bakımdan etkin bir enstrüman olarak kullanıldı.

Pandemi döneminin bu bakımdan bir test işlevi gördüğünü söyleyebiliriz. Siyasi iktidarın tamamen angajmanına girmemiş olan bu sendikal ve mesleki örgütlenmeler, işçi ve emekçilerin sermayenin ve siyasi iktidarının keyfiyetine terk edildiği bu dönem boyunca siyasi iktidarı uyarma sınırlarını aşamayan bir tutum alarak misyon krizine girdiler. TTB ve DİSK tarafından başlangıçta ifade edilen kimi sert sözcükler iktidarın tehditkâr söylemleri karşısında hızla sönümlendi. Tabanla ilişkisi büyük oranda kesilmiş, örgütlülüğü biçimsel hale gelmiş, fiili meşru mücadele çizgisi kırılmış sendikal yapılar, iktidarın tehditleri karşısında beklendiği üzere statükosunu sürdürme refleksine sarılmaktan başka bir şey yapamadı.

Ne var ki statükoların patır patır devrildiği bir dönemde içine girdiği krizi, durumu değiştirmek yönünde değil de statükodan yana çözme yönelimi çok geçmeden bu yapıları yeni bir eşikle karşı karşıya bıraktı. TBB, TMMOB ve TTB'nin kurumsal yapılarını korparatist bir temelde ele geçirmeye dönük girişimler ardı ardına sıralanmış durumda. Kıdem tazminatının gaspının merkezde bulunduğu yasa değişikliği de bu bütünlüklü değişimin temel ayaklarından biri olarak emeği sermaye karşısında savunmasız bırakma yöneliminin bir unsuru olarak da düşünülmelidir.

İktidara yakın sendikaların bile bu mevzuda 'kırmızı çizgi' vurgusu yapması dikkate değerdir. Ve barolar yasasının TBB'deki statüko yanlısı kesimleri bile zorlayacak bir taban dinamizmini açığa çıkarması şaşırtıcı görünmemektedir. Kıdem tazminatına karşı saldırı hazırlığı da sendikal statükonun kırılma noktalarından biri olmaya adaydır. Ne var ki sendikal bürokraside saldırılara karşı ortaya çıkan bu direncin sınıf görüş açısından ziyade statükoyu koruma güdüsünden hareket ettiği unutulmamalıdır. Faşist şefin patronlara ve yandaş sendikalara 'beni arada bırakmayın, kendi aranızda çözün' minvalindeki çıkışı bu bağlamda okunmalıdır.

Bu genel tablodan çıkan sonuç açıktır. İşçi sınıfı bugününü ve geleceğini hedef alan bu saldırıya karşı topyekûn bir direnişe hazır olmalıdır. Sendikaların saldırıyla kurduğu ilişki ilk bakışta net gibi dursa da kırılmaya açıktır. Bu tabloyu değiştirebilecek tek şey mücadeleci emek güçlerinin bir araya gelerek sadece sermayenin saldırganlığına değil aynı zamanda sendikal bürokrasinin geri çekilemeyeceği bir mevzilenmeyi tabandan başlayarak genel grev genel direniş perspektifi ile inşa etmeye girişmesidir. Tabanda biriken gerilim dalga dalga yüzeye doğru ilerlerken ortaya çıkacak böyle bir inisiyatif, sadece sermayenin saldırganlığını püskürtmekle kalmayacak, işçi sınıfı hareketini sendikal bürokrasiyi de aşarak yeni düzeye taşıyacaktır.