DÜNYA
Sudan'lı 'MurSisi'nin çöküşü - Gilbert Achcar
Şimdilik herşeye oldukça açık gözüken Sudan'daki durumun nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek mümkün gözükmüyor. Ancak Mısır'da Sisi'yi iktidara getiren senaryo Sudan'da tekrar etmeyecektir, veya olacaksa da, en azından halkın rızasıyla gerçekleşmeyecektir. Cezayir'de -ve bölgedeki diğer ülkelerde- olduğu gibi, Sudan'daki devrimci sürecin kaderi, kitle hareketini bölgesel karşı-devrimci güçlerin (eski rejimlerin ve onların kökten İslamcı rakipleri veya destekçilerinin) yarattığı şiddetli dalgaların üzerinden radikal bir toplumsal ve siyasi demokratikleşmeye doğru yön verecek devrimci önderliklerin ortaya çıkmasına bağlı. 2011'den bu yana bölgeyi sallayan istikrarsızlığın bundan başka bir çıkış yolu bulunmuyor.
17 Aralık 2010'da, Tunus'un merkezinde genç bir sokak satıcısının kendi bedenini ateşe vermesi, tüm bölgeye yayılacak bir devrimci yangının fitilini ateşlemişti. Bundan 8 yıl sonra, 19 Aralık 2018'de, Sudan hükümetinin IMF reçetesi kemer sıkma programını uygulamaya koyması, yeni bir kitlesel protesto dalgasının yükselmesini tetikledi. Ve Sudan'daki isyanın patlak vermesinden 2 ay sonra Cezayir halkı, hastalıklı ve güç bela işlev gören Abdulaziz Bouteflika'nın başkanlığını yenilemeye hazırlanan küstah askeri rejime meydan okuyarak kendi devrimini başlatmış oldu.
Bu iki ayaklanma, her ne kadar hala 2011'deki büyük yangının gölgesinde kalıyor olsalar da, bölgesel duruma dair Arap Baharı'nın yeniden canlandığına yönelik bir izlenim yaratmış oldu. Daha temelde ise, Suriye, Mısır, Libya ve Yemen gibi ülkelerde devam etmesine rağmen Arap Baharı'nda 2013 itibariyle başlayan geri çekilmenin ardından yeni bir devrimci mayalanmanın fışkırmış olması, 2011'de patlak veren şeyin kısa süreli ve pürüzsüz bir siyasal demokratikleşme evresi anlamındaki bir "bahar"dan ibaret olmadığını güçlü bir biçimde teyit ediyor. Zira 2011, bölge rejimlerinin toplumsal ve siyasal doğalarına ilişkin yapısal bir krizden kaynaklanan uzun vadeli bir devrimci sürecin ilk aşamasını oluşturuyordu. Bölge, 2013'ten bu yana gericilik ve restorasyon rüzgarıyla sarsılıyor olsa da, toplumsal çalkantı hiçbir zaman bütünüyle yok olmadı; Irak, Ürdün, Tunus, Fas gibi Arapça konuşulan bir çok ülkede yerel düzeyde toplumsal öfke patlamaları yaşandı. Bu ülkeler kategorisine girmeyen ve oldukça özgün bir devlet yapısına sahip olan İran da bu anlamda mücadeleye dahil oldu.
Sudan askeri cuntasının dün yayınladığı bildiriyle eski liderleri Ömer el Beşir'i devirdiklerini ve seçilmiş bir hükümete devredene kadar iki yıllığına iktidara geçtiklerini açıklaması, ilk elden bir deja vu havası yaratıyor. Bildiri, Mısır'daki askeri cuntanın 11 Şubat 2011'de Hüsnü Mübarek'i görevden alıp geçiş süreci için yürütme yetkisine el koyduğunu açıklayan bildiriyle benzerlik taşıyor. Ancak Sudan ve Mısır arasında iki büyük ayrım var, ki bunlar, Sudan'daki başkaldırının sonucunu şekillendirmeye yardımcı olacak.
Bunlardan ilki Müslüman Kardeşler ve ordu ile ilgili. "Arap Baharı"nın en yoğun yaşandığı ülkelerdeki muhalefet içersinde öne çıkan en güçlü akım Müslüman Kardeşler'di. Halk isyanlarını başlatan veya önderlik eden bir grup olmamasına karşın Müslüman Kardeşler, isyanlar hareket ve ivme kazandığında kitlelere katılmış ve sosyal, siyasal örgütlerden sosyal medya üzerinden bağ kuran gençlik ağlarına uzanan sol ve liberal grupların oluşturduğu "ayaktakımı ittifakını", yani, isyanları başlatan esas özneleri bir kenara atmayı başarmışlardı. Mısır'daki Müslüman Kardeşler yapılanması, 2011'in ilk yarısında orduya yönelik bir yanılsamanın gelişmesinde aracı bir rol oynadı. Ordunun kendilerini iktidara ortak edeceği yönünde bir beklentileri vardı.
Bu hikayenin nasıl bittiğini biliyoruz. Ordu, Müslüman Kardeşler'in seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi tahtından alıp yerine kendi adamlarından Mareşal Abdülfettah el-Sisi'yi getirmek için bu kitlesel yanılgıyı kendi lehine kullandı. Aslında Müslüman Kardeşler'in 2011'deki ümit ettikleri şey bir hayal gücü ürünü değildi. Bu beklenti, komşu ülke Sudan sınırlarının güneyinde, Mareşal Ömer El Beşir'in Müslüman Kardeşler'in yerel kuvvetleriyle işbirliği içersinde 1989'dan itibaren yürüttüğü modelin bir tekrarını içeriyordu.
El Beşir, hem askeri diktatörlük hem de Müslüman Kardeşler rejimlerinin özelliklerini birleştiren bir "MurSisi"ydi. Bu tuhaf ve kendine özgü durum, bölgesel düşmanların geçtiğimiz haftalarda El Beşir'i kurtarmaya doğru atılmalarıyla hayret verici bir manzaranın ortaya çıkmasına yol açtı: Müslüman Kardeşler karşıtı Sisi'nin askeri diktatörlüğü altındaki Mısır, Erdoğan'ın Müslüman Kardeşler yanlısı rejimi altındaki Türkiye, Müslüman Kardeşler karşıtı Suudi krallığı ve Birleşik Arap Emirlikleri ve de Müslüman Kardeşler sponsoru Katar Emirliği.
Mısır ve Sudan örnekleri arasındaki bu ayrım, ikinci meseleyle yakın bir bağ taşıyor. Sudan'daki Müslüman Kardeşler, bugünlerde kendi ülkelerinin askeri cuntasına yönelik bir yanılsamayı geliştirmekte zorluk çekiyor. Ve Sudan halkının kandırılma olasılığı Mısır'lılara nazaran daha düşük, zira onlar, ordunun El Beşir yönetiminin omurgası olduğunun farkındalar. Aslına bakılırsa da, generallerin son günlerde ordu birlikleri içersinde yayılmaya başlayan, askerlerin göstericilere katılarak onları rejimin haydutlarına ve diğer baskıcı birliklere karşı savunmaya geçmeleriyle kendisini ifade eden devrimci salgından duydukları korkunun, El Beşir rejiminin feda edilmesine yol açan şey olduğuna dair halihazırda çok fazla belirti mevcut.
Şimdilik herşeye oldukça açık gözüken Sudan'daki durumun nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek mümkün gözükmüyor. Ancak Mısır'da Sisi'yi iktidara getiren senaryo Sudan'da tekrar etmeyecektir, veya olacaksa da, en azından halkın rızasıyla gerçekleşmeyecektir. Cezayir'de -ve bölgedeki diğer ülkelerde- olduğu gibi, Sudan'daki devrimci sürecin kaderi, kitle hareketini bölgesel karşı-devrimci güçlerin (eski rejimlerin ve onların kökten İslamcı rakipleri veya destekçilerinin) yarattığı şiddetli dalgaların üzerinden radikal bir toplumsal ve siyasi demokratikleşmeye doğru yön verecek devrimci önderliklerin ortaya çıkmasına bağlı. 2011'den bu yana bölgeyi sallayan istikrarsızlığın bundan başka bir çıkış yolu bulunmuyor.
* Ivana Benario, Gilbert Achcar'ın Jacobin dergisinde yayınladığı yazıyı ETHA için çevirdi.