22 Kasım 2024 Cuma

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Yazmak ve okumak üstüne

Vasatlık, siliklik, ortalamaya razı olmak harcımız değil bizim. Hepsini hedeflemeliyiz, tümüne sahip olmalıyız, en iyisini istemeliyiz: Sevginin en temizini, sevdanın en hasını, kavganın en katıksızını, bilginin en tamını, kolektifin en mükemmelini, gazetenin en öğreticisini, yazarın en iyisini, okuyucunun en sorgulayanını, hedeflerin en ilerisini, hülyaların en safını, umudun en sevinçlisini... Çünkü biz devrimciyiz.

(…) İleri iletişim teknolojilerinin kullanımı yazılı kültür yerine sözlü kültürün ve görselliğin öne çıkmasına neden olmaktaysa da, yazının hâlâ en temel iletişim aracı olduğu pratik tarafından kanıtlanmaktadır hiç kuşkusuz. Bu da diyecek sözümüz olmasını ve bu sözü söyleme biçimlerini gündeme getirmektedir. Diyecek sözümüz olması için çağın entelektüel donanımını eleştirel biçimde özümsemek ve sunabilmek sorunu öne çıkıyor elbette. Birikim olmadan yazabilmek nasıl olanaksızsa, okumadan gelişmek de öylece olanaksızdır. Sözlü kültür geleneğinin ürünü olan bizim coğrafyamızın insanları açısından yazmanın ve okumanın yetersizliği bir gerçekliktir. Bir gazeteyi okumanın bile zaman zaman sorun olduğu pek çok kişinin ortak gözlemi gibi görünmektedir. Kolaycılık Türkiyeli aydının tipik bir hali olduğu gibi, Türkiyeli devrimci okurun da tipikliğidir.

Ne zaman okuma ve yazma konusunda gözlediğim bu zaaflar yüreğime dokunsa, Lenin'in Svoboda (Özgürlük) adlı dergiye yönelttiği eleştiriler aklıma gelir. Yazma konusunda ilkeli ve yüzeysellikten uzak olmanın önemini bir kez daha kavrarım. Lenin Svobada dergisini eleştirirken basitlik ile yalınlık arasındaki farka vurgu yapıyor ve derginin değersiz küçük bir paçavra olduğu tespitini yaptıktan sonra şöyle diyor: "Hiçbir yeni bilgi, hiçbir yeni çözümleme getirmeksizin, eskimiş sosyalist fikirler, kötü bir dille sakız gibi çiğneniyor, ne varsa her şey açık açık kabalaştırılmış. Yazara hatırlatmak isteriz, halkın seveceği dille yazmak kabalaştırmanın, lafı sulandırmanın ötesinde bir şeydir. Halkçı bir yazar, yalın ve genel anlamda bilinen olgulardan hareketle okuyucusunu daha derin düşüncelere, daha derin incelemelere doğru götürür; yalın kanıtlar ya da çarpıcı örnekler yardımıyla bu olgulardan çıkabilecek ana sonuçları göstererek, düşünen okuyucunun zihninde yepyeni sorular uyandırır. Halkçı bir yazar düşünmeyen, düşünemeyen ya da düşünmek istemeyen bir okuyucusu olduğundan hareket etmez; tam tersine gelişmemiş okuyucunun, kafasını cidden çalıştırmak istediğini düşünerek bu zor ve ciddi işte kendisine yardım eder, ona yön verir, atacağı ilk adımlarda ona destek olarak sonra kendi başına ilerlemesini öğretir. Kaba bir yazar ise düşünmeyen ve düşünme yeteneği olmayan bir okuyucusu olduğunu kabul eder; daha ilk adımlarını atarken onu ciddi bilgilere götürmek yerine, ona belirli bir kuramın tüm sonuçlarını ‘hazırlop bir biçimde', çarpıtarak basite indirgenmiş, şaka ve espriye boğulmuş biçimde verir, öyle ki okuyucu kendine verileni çiğnemeden yutmak zorunda kalır."

Devrimci yazarın tutması gereken yolun ne olduğunu gösteren en açık ifadelerdir bunlar. Demek ki; okuyucuya çiğnemeden yutmak zorunda kalacağı hazır öneriler sunmak değildir yazarın işi, okuyucunun zihninde yepyeni sorular uyandırmaktır. Yani ne yazarın ne de okurun hazırcı ve kolaycı olmaması işin can alıcı noktasıdır. Sorusu olmak ve sorular uyandırmak, okuru düşünme yeteneği olmayan biri yerine koyarak ne yapacağını kafasına kakmamak... Devrimci yazarın dikkate alması gereken ilkeler bunlardır temel olarak. Sorular ve sorunlar ortaya atmak belli bir araştırma ve inceleme gerektirmekte, bir makalenin boyutunu genişletmek gibi bir dezavantajı da beraberinde getirebilmektedir kuşkusuz. Lenin'in çoğu parti gazetelerine yazılmış makalelerine baktığımızda uzunluk kısalık kaygısından çok sorunun özünü ortaya çıkarma amacını güttüğünü görürüz. Okuyucuyla tartışır Lenin, onu ne söylerse kabul edecek bir saf alıcı yerine koymaz. Bu da iki taraflı bir çaba demektir. Sanırım bizim gözetmemiz gereken öncüller tam da bunlardır işte.

Kapitalizm koşullarında büyümüş, kapitalizm tarafından yoksun bırakılmış ve bozulmaya uğratılmış ancak mücadele etme yeteneğine sahip olduğuna inandığımız kadın ve erkeklerdir hitap ettiğimiz insanlar. Ve kuşkusuz hepimiz aynı verili koşulların insanlarıyız. Ancak proletaryanın mücadelesi etrafında toplanmak gibi ortak bir amacımız var. Yazarın ve okurun birleştiği nokta budur. Ve bu ortak amaç için kolaycılıktan kaçmak başta gelen görevimizdir. Sorunu görebildiği tüm ayrıntılarla ortaya koymaktan kaçınan bir yazar kadar, konunun kestirmeden aklına girmesini tercih eden okuyucu da aynı hastalıktan mustariptir.

Okunanlar ile pratik yaşam arasında bağ kurmak, kolayına kaçmadan öğrenmek demektir. Araştırıcı bir okumayı ve özümsemeyi gerektirir bu da. Gazeteyi okumaktan gözü korkanların, makalelerin kısa olmadığından yakınanların harcı değildir bu. Öğrenme sevincini bir yaşama biçimi sayanların tembelliğe ve ezberciliğe zamanları yoktur. Öğrenmek iktidar olmakla bağlantılıdır. Egemenler tüm düşünsel üretim araçlarını ellerinde bulundurdukları halde bununla yetinmiyorlar. İnsana, insanın ruhuna ulaşmanın bütün araçlarına sahip olmanın özel yollarını arayıp bulmaya çalışıyorlar. Bilginin iktidar demek olduğunun bilincinde olduklarından tüm bilgilenme kanallarını ellerinde tutmaya özen gösteriyorlar. Bizse elimizdeki bilgilenme kanallarım değerlendirmeye üşeniyoruz. Tembellik bizim sahip olmamamız gereken bir lükstür. Değişmek ve değiştirmek için öğrenmek ve başa geçmektir işimiz. İktidarı isteyen bilgiyi de istemelidir. Okuyanın da yazanın da dikkat etmesi gereken husus tam da budur.

"Duyduğuma göre, hiçbir şey öğrenmek istemem, demişsiniz/ Siz bir milyonersiniz öyleyse" diyor Brecht öğrenme tembellerine: "Korkunuz yok geleceğinizden/ pırıl pırıl önünüz, aydınlık/ Ne güzel kader hazırlamış ananız babanız size/ takılmayacak ayaklarınız hiçbir taşa/ Kalın isterseniz olduğunuz gibi/ ne olacak sanki öğreneceksiniz de." Ama bizim tuzumuz kuru değil öyle, öğrenmeye yazgılıyız biz. Ayağımızın burkulup ellerimizin kanamasını en aza indirmek için öğrenmeli ve daima her işte olduğu gibi bu alanda da ortalamanın üstüne çıkmalıyız. Vasatlık, siliklik, ortalamaya razı olmak harcımız değil bizim. Hepsini hedeflemeliyiz, tümüne sahip olmalıyız, en iyisini istemeliyiz: Sevginin en temizini, sevdanın en hasını, kavganın en katıksızını, bilginin en tamını, kolektifin en mükemmelini, gazetenin en öğreticisini, yazarın en iyisini, okuyucunun en sorgulayanını, hedeflerin en ilerisini, hülyaların en safını, umudun en sevinçlisini... Çünkü biz devrimciyiz. Dünyayı bilmek ve değiştirmek gibi bir işin sahibiyiz, ne tembellik yakışır bize, ne düşünsel darlık, ne hapsolmak küçük amaçların döngüsüne. Çünkü hedefimiz imkânsızın ötesidir. Okumak ve yazmak dahil tüm sorunlara yaklaşımımız bu amaçlılık ufkuna açılır. Zorunluluğumuz aynı zamanda özgürlüğümüzdür.

* Hangi Kültür, Ceylan Yayınları, 2006