22 Kasım 2024 Cuma

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Sosyalizm ve İnsanlaşmak

İnsan kişiliği sahip oldukları tarafından ele geçirilmiştir. Böyle bir toplumda insanlar en dar kişisel çıkarlarından hareketle davranırlar. Sanırım Gustave Flaubert sırf bu çıkarlardan kaynaklanan ikiyüzlü ahlak anlayışı nedeniyle; "Erdemin ilk şartı, burjuvalardan nefret etmektir" demişti.

XVII. yüzyılın ünlü İngiliz materyalist düşünürü Thomas Hobbes: "Homo homini lupus" yani, "İnsan insanın kurdudur" demişti. Kapitalist toplumun bütün insani, etik, politik ve ekonomik ilişkilerini özetleyen bir sözdür bu. İnsan kapitalizm koşullarında bir kurtlar toplumunda yaşar. Güçlünün zayıfı paramparça ettiği bu kurtlar düzeni özel mülkiyetten kaynaklanır. "Özel mülkiyet çerçevesinde şeyler ters bir anlam kazanırlar. Herkes bir başkasına yeni bir gereksinme yaratıp onu yeni bir bağımlılığa sokmaya, yeni fedakârlıklara sürüklemeye, yeni bir doyum yoluna alıştırmaya, herkes başkasının üzerinde dışsal bir egemenlik kurup kendi bencil gereksinmelerini doyurmaya bakar. Her yeni ürün, karşılıklı dolandırıcılık ve karşılıklı soygunculukta yeni bir potansiyeli temsil eder. İnsan, insan olarak yoksullaşır" der Marx. İnsansızlaşma kapitalizmin genel çizgisidir.

Özel mülkiyete dayanan kapitalizm koşullarında eşyanın insan üzerine kurduğu egemenlik gittikçe güçlenirken insan da giderek metalaşmıştır. Böylece yaşamak mülk edinmekten daha değersiz hale gelmiştir. Öyle ki, insanın gerçek değeri ne olduğuna değil, sahip olduğuna bakılarak ölçülür olmuştur. İnsan kişiliği sahip oldukları tarafından ele geçirilmiştir. Böyle bir toplumda insanlar en dar kişisel çıkarlarından hareketle davranırlar. Sanırım Gustave Flaubert sırf bu çıkarlardan kaynaklanan ikiyüzlü ahlak anlayışı nedeniyle; "Erdemin ilk şartı, burjuvalardan nefret etmektir" demişti. Burjuva dünyanın özüdür, rekabetin yol açtığı bireycilik ve bencillik. Bir kurtlar toplumunda başka türlüsü de mümkün değildir zaten. Marx, Feuerbach Üzerine Tezler'inin altıncısında; "...insanın özü her tekil bireyin bir parçası olmuş bir soyutlama değildir. Kendi gerçekliğinde toplumsal ilişkilerin toplam sonucudur" tespitini yapar. Buradan bakınca sosyalizmi insanın özünü değiştirme çabası olarak görmek mümkündür. Belki de bu nedenle devrimci saflarda insanların değiştirilmesi en zor özellikleri bireycilik ve bencilliğin değişik görünümleri olarak ortaya çıkar.

Sosyalizm ve İnsan Ruhu adlı makalesinin gelecekten söz ettiği ve geleceğin ‘sanatçı' olduğunu söylediği son bölümünde, insan doğasına uygunluğun ne olduğunu sorgular Oscar Wilde. "Ama karşı çıktığımız tam da bu var olan koşullardır; bu koşulları verili sayabilen herhangi bir model, yanlış ve budalacadır. Koşullar ortadan kaldırılacak, insan doğası değişecektir. İnsan doğası hakkında tek gerçek bilgimiz onun değiştiğidir. Onda bel bağlayabileceğimiz tek nitelik değişimdir. İflas eden sistemler insan doğasının değişmezliği üzerine kurulmuş olanlardır, onun gelişmesi ve iyileşmesi üzerine kurulmuş olanlar değil" diye ifade eder düşüncelerini. Dikkate değer bir görüştür bu, tıpkı gelecek sanatçıdır demesi gibi.

Komünist toplumla ilgili öngörüsünde; "Bireylerin, işbölümüne ve kafa emeğiyle kol emeği arasındaki çelişkiye kölece boyun eğişleri sona erdiği zaman, emek yalnızca bir geçim aracı olmadığı zaman, bireylerin çeşitli biçimde gelişmeleriyle üretici güçler de arttığı ve bütün zenginlik kaynakları gürül gürül fışkırdığı zaman, ancak o zaman, burjuva hukukun dar ufukları kesin olarak aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üstüne şunu yazabilecektir: Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre" der Marx. Herkesin ihtiyacı kadar aldığı böyle bir toplumda, insan sabah balık tutup öğleden sonra da resim yapabilecektir, yani sabah balıkçı öğleden sonra da ressam olabilecektir ona göre. Wilde'nin istediği de insanın kendini sanata ve güzelliğe verdiği buna benzer bir özgürce gelişimdir işte. Kuşkusuz sosyalizm savaşçılarının mücadelesi de böyle bir gelecek içindir. Ve insan doğasını değiştirmeyi de hedefleyen böyle bir mücadelede sosyalisti sosyalist yapan ‘sosyalliği', paylaşma kültürü ve etiğidir.

(…) Sosyalizm ütopyayla bilimin kesiştiği noktada durur. Çünkü o, Marx'ın bilimsel olarak gösterdiği gibi tarih tarafından oluşturulan iki sınıfın, proletarya ile burjuvazinin zorunlu ürünüdür. "Bu dünyayı kurtarma işinin üstesinden gelmek: İşte modern proletaryanın tarihsel görevi. Bu işin tarihsel koşullarını ve bu yoldan niteliğini derinliğine irdelemek ve böylece bugün ezilen ve bu işi görmekle görevli sınıfa, kendi öz işinin koşulları ve niteliği üzerine bilinç vermek: İşte proleter hareketin teorik dışavurumu olan bilimsel sosyalizmin görevi" der Engels. Özel mülkiyetin ilga edilmesinden sonra olup bitecekler konusunda ise insanlık eldeki verilere bakarak öngörülerde bulunabilir ancak: Ama söylenecek sözler vardır. İnsanlığın insanlaşmasının önündeki en büyük engel olan özel mülkiyet ilga edildiğinde meta üretimi ve bunun sonucu ürünün üretici üzerindeki egemenliği ortadan kalkar. Bu insanın hayvanlar dünyasından kesin kopuşu ve kendi öz toplum yaşamının efendisi olarak, doğanın da efendisi olması demektir. "İnsanlara özgü bir şey olan ve şimdiye değin karşılarına doğa ve tarih tarafından verilmiş bir şey olarak dikilen toplum durumunda yaşam, şimdi onların gerçek ve özgür eylemleri durumuna gelir. Şimdiye değin tarihi egemenlik altında tutan yabancı nesnel güçler, insanların denetimi altına girer, insanlar, işte ancak bu andan başlayarak kendi tarihlerini tam bir bilinçle kendileri yapacak; onlar tarafından harekete geçirilen toplumsal nedenler, ağır basan bir biçimde ve durmadan artan ölçüde, işte ancak o andan başlayarak onlar tarafından istenen sonuçları verecektir. İnsanlığın zorunluluk dünyasından özgürlük dünyasına atlayışıdır bu" diye tasvir eder bu dünyayı Engels.

Böyle bir dünyada özel mülkiyetle sakatlanmış insan kişiliğinin ve insan doğasının da değişime uğrayacağı kuşkusuzdur. Ancak insandaki değişmeyi olası bir gelecek zamana ertelemek olarak alınmamalıdır bu. Dünyanın değişimini örgütlemeye çalışanlardan kendi değişimlerini de beklemek hakkımız vardır. Bir kurtlar toplumuyla mücadele ettiğini bilen insan kavgayı bu bilinçle yürütür. Ama o bir kurt değildir. Karşı çıktığı toplumun ürünü olsa da, bir kez ne olduğunun öğrendiği, yön ve etkinliğini kavradığı olguları ve bu arada kendini değiştirme iradesine sahiptir. Bilinç söz konusu olduğunda mücadele eden insan açısından gerekçe ve özür ortadan kalkar. Ancak bilmekle bilincinde olmak arasındaki farkı da asla gözden ırak tutmamak gerekir.

Sınıflı toplumda insanın anasından emdiği sütle birlikte öğrendiği şeydir rekabet ve bunun sonucu olan bencillik, vurdumduymazlık neme lazımcılık. Ve üstelik insanın tüm olumlu bilinen duyguları ve erdemleri de mülk sahipliğiyle zedelenmiştir. İyilik, hayırseverlik, insani yardım, insan severlik, yüce gönüllülük kapitalizm koşullarında pratiğe döküldüğünde hep dönüp dolaşıp kötülüğü, yoksulluğu, sevgisizliği yeniden üretecek koşulların varlığını sürdürmesine hizmet edecektir. Kanımca kapitalizmin insana yaptığı en büyük kötülük insanda başkaları için yaşadığı yanılsamasını yaratmasıdır. Emeğinin ürününe yabancılaşan insanın kaçınılmaz kaderidir bu. "Emek" der Marx "Zenginler için harikalar yaratır, ama işçi için yoksulluk üretir. Saraylar yapar, ama işçi için inler üretir. Güzellik yapar, ama işçi için solup sararma üretir. Makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik ve törel bakımından alçaltır, zihin alanını genişletirken alıklığı ve budalalığı işçinin yazgısı durumuna getirir." Başkaları için çalışan insan başkaları için yaşadığını düşünecektir. Bu düşüncenin devrimci mücadele sallarına yansıması ise tersine çevrilmiş bir bencillik türüdür.

Sınıfa bilinç dışarıdan taşınır. Bu öncü bir örgütleme gönüllü bir yaşam biçimi gerektirir. Öncü örgüt bir profesyoneller kolektifidir. Böyle bir yaşamda adanma ve dayanışma esastır. Ancak bu mücadelede yer alan hiç kimse kendini başkaları için yaşıyor göremez. Kimse kendini adadığı dava adına yaptıklarını fedakârlık sayma hakkına sahip değildir. Böyle bir kavgaya atılmak bireysel sorumluluk sorunudur. Kavgaya bu bilinçle başlamak gerekmektedir. Kavgaya bir fedakârlık ve bedel sorunu olarak bakmak ise içselleşmiş ve yaygın bir eğilimdir ne yazık ki. Ve bence tersine çevrilmiş bencillik olan tam da budur.

Küçük dünyalar kurmak ve bencilleşmek her yaptığını fedakârlık, her yaşadığını ödenen bedel saymak bir sonuç oluyor. Kopuş kaçınılmazdır. Yalnızca uygun anı bekliyor. Memnuniyetsizlik, durumundan sürekli şikâyetçi olmak, katıldığı her pratiği abartmak, kendini aşırı önemsemek, paylaşmanın yerine alıp vermeyi koymak ve sevgisizleşmek eksilme belirtileridir. Kopma anının yaklaştığını gösteriyor. Bu bilinç kayması, yalnızca bir bütün olarak nesnel koşullardan değil, medyalardan yayılan gündelik, sistemli ve en önemlisi gönüllü ideolojik saldırılardan da besleniyor. Vazgeçmek yenilgiyi kabul etmek demek oluyor. Vazgeçen gerekçesi ne olursa olsun kurtlar toplumuna geri dönüyor. Ve ancak kurtlar toplumunun kuralları uyarınca namuslu kalabiliyor. Bulaşıklıklardan arınmak ve temizlik esastır. Tehlikeye karşı, kolektif aklı ve ideolojik şiddeti yükseltmek, devrimci pratiği şiddetlendirmek gerekiyor. Sosyalizm insanlaşmanın adıdır. İnsansızlaşan bir toplumda insan kalmanın ve insan olmanın yolu eylemden geçiyor. Eylemin ufku son ütopya ülkesine; sosyalizme açılıyor.

*Sosyalizm, İnsan, Hayat, Akademi Yayınları, 2009