Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Devrimcilik nedir?- 5
Bir de devrimciliği giderek yaptığı rutin bir iş olarak görmek var. Bir işyerinde çalışıyormuş gibi işe gidip gelmek, iş saatleri bitince de gündelik içindeki sıradan bir birey oluvermek... Kendinden istenileni yapmak, üstelik iyi de yapmak ama daha ötesine kafa yormamak tersine kimin daha az kimin daha çok çalıştığı üzerine mesai yapmak, sonuçta da bir memur tavrıyla asla memnun olmamak...
Yüklü yemiş dallarıdır kollarımız,/ silkeler durur düşman, silkeler durur bizi/ ve yemişlerimizi daha rahat, daha kolay toplamak için/ vurur prangayı ayağımıza değil,/ vurur prangayı kafamızın içine. (Nazım Hikmet)
Devrimcilik, kurulu düzene karşı eylemli duruşu ifade eder. Kurulu düzene karşı durmak, toplumsal değişimden yana olmak ve değişim için mücadele etmek demektir. Ama aynı zamanda insana, onun iradesine insanın kendi kaderini tayin edebileceğine inanmaktır.
Devrimci, ne çıplak bireydir ne de kitlenin içinde yitip gitmiş bir siluet. O, toplumsal insandır, kişiliktir. Günümüz devrimcileri mevcut bilinçleriyle kişiliklerinin ve birey oluşlarının farkındadır. Kısaca tarihsel-toplumsal somutluğu içinde insan oluşlarını; yani hem tekliklerini hem de toplumsallıklarını kavramış durumdadırlar. İçinde yaşadığımız dönemde sorunumuz kişilik olabilmekte değil devrimci kimliği içinde bir kişilik olabilmektedir. Dolaysıyla hep söyleyegeldiğimiz gibi devrimciliği bir akıl düzlemi, bir yaşama biçimi, bir ahlak anlayışı olarak görebilmektedir.
Akıl toplumsaldır. Burjuva aklı ile devrimci akıl aynı biçimde çalışmaz. Sermaye sahibinin aklı en fazla kar etmek üzerine kuruludur. Bu nedenle örneğin sağlık bir insan hakkı olmasına ve bu alan tüm toplumu ilgilendirmesine rağmen o sadece hastada kar getirecek müşteriyi görür. Ücretsiz muayene yapan biri, toplum sağlığı için çalışanlar onlara göre akılsızdır. Sermaye sahibi toplum sağlığı için uğraşmaya, elde ettiği karı paylaşmaya kalkarsa ona deli muamelesi yapılır. Yaptığı sermayenin akışına göre en azından uçukluktur.
Burjuvazinin normalliği karı maksimize etmek üstünedir. Devrimcinin akıl işleyişi onlar bakımından normal değildir. Yalnız kendini düşünmemek, 'başkaları ile birlikte kendimi nasıl geliştiririm' diyerek eylemde bulunmak, feda ruhu, kendini adamak onlar bakımından akılsızlık ve aptallıktır. Bu nedenle, devrimci başka bir akıl düzleminin insanı olduğunun bilinciyle kendini ve farklılıklarını inşa etmek zorundadır.
Ahlak ise bu inşa sırasında yürütülen eylemde olması gereken davranış ilkeleridir. Bu yüzden devrimcinin ahlakı ile sermayedarın ahlakı aynı değildir. Bu farkların ortaya konulması ve gösterilmesi ilkeseldir. Öyle ki, devrimcinin mayasının başka olduğunu dost düşman kabul etsin. Netlik, açıklık, var olandan başka bir dünyanın insanı olunduğu ikircimsiz bilinsin. Devrimciler değişimin, özgürlük ve eşitlik kavgasının insanlarıdır. "Var olan her şey yok olmayı hak eder" diyor diyalektiğin büyük düşünürü Hegel. Ya yok edeceğiz ya da yok olmayı hak edeceğiz. Başka bir seçeneğimiz yoktur. Kapitalizmin varlığının devam etmesi; doğasıyla, çevresiyle, insanlığı ortak yok oluşa doğru sürüklemektedir. Eğer başaramazsak vahşet egemen olacaktır. Bu durumun bilincinde bireyler olarak davranmamız şarttır.
Koşullar bellidir. Söz ve eylem sırası bizdedir. Somutun zenginliğinden çıkarılmış bir soyut bakış ve teorik duruş olmadan varlığımızı sürdürmemiz mümkün değildir. Kurucu bir toplumsal irade olabilmek için bir zorunluluktur bu. Ama insanın yaratıcı eylemine inanan devrimci bununla yetinmez. İnsani var oluşunun koşullarını değiştirirken kişi olarak kendini de değiştirir. Yenileyerek ve yenilenerek ilerlememiz böylece mümkün olur.
Kendini günübirlik içine hapsetmek ve yalnız düzene karşı verilen politik mücadeleye endekslenmek solcunun ufkunu darlaştırır. Yarının bugünden kurulacağına inanıyorsak eğer, kendi tarihimizi yaparken devrimci kimliğimizi kişiliğimizin bir parçası haline getirmemiz gerekir. Öyle ki hani her halimizle "tam bir devrimci" nitelemesini hak edelim.
Kuşkusuz ayakları yere basmayan bir mükemmellik değil peşinde olduğumuz. Aradığımız hayatın içinde kendini yenileyen ve üreten bir devrimci kişiliktir. "Devrimci" sıfatını taşıyan, buna layık olmak zorundadır. Devrimci kişi yalnız devrimci siyasal fikirleri savunarak devrimci olmaz. Bu politika yapmaktır. Devrimciliği bunun ötesinde; günübirlikte, kendilikte, tavırda, halde, üretilen ilişkilerde, sürdürülen yaşam tarzında aramak gerekir.
Toplumsal amaçları savunduğunu sanarak, toplumdan soyutlanan, kendi arasında bir "iç dil" yaratarak toplumundan uzaklaşan, bu iç dili konuşamadığı yerlerde ve hallerde kendini anlatmakta zorlanan ve rahatsız olan bir devrimcilik düşünülemez. Eğer toplumun ortak dilinin bir parçası olunamıyorsa yabancılaşma kaçınılmazdır. O vakit, ortak dil konuşmayı beceremiyorum, demek yerine, "beni anlamıyorlar", "bu insanlar değişmez" şikayetleri başlar. Bu, tükenişe götüren yoldur.
Bizim kuşak mahkemelerde kendilerine meslekleri sorulduğunda; "devrimcilik" diye yanıtlardı. İşimiz devrim yapmak diye düşünürlerdi çünkü. Bu durumda mesleği devrimcilik olmak, Che Guevara'nın diliyle söylersem; "Devrimin dışında başka bir yaşam yoktur" demekti. Ama bir de devrimciliği giderek yaptığı rutin bir iş olarak görmek var. Bir işyerinde çalışıyormuş gibi işe gidip gelmek, iş saatleri bitince de gündelik içindeki sıradan bir birey oluvermek... Kendinden istenileni yapmak, üstelik iyi de yapmak ama daha ötesine kafa yormamak tersine kimin daha az kimin daha çok çalıştığı üzerine mesai yapmak, sonuçta da bir memur tavrıyla asla memnun olmamak...
İsteyelim ya da istemeyelim "pazar" dünyasındayız. Almanın ve satmanın, tüketmenin her şey olduğu bu dünyada, düşünceler de tıpkı metalar gibi kullanılıp, çabucak tüketilip bir kenara bırakılmakta. Gereksinimler ve arzuların kullanım değeri sürekli kısalmakta. Sürekliliğin inkarı üzerine kurulu bir ideolojik sistemde yaşıyoruz. Her şey, anlık ve gelip geçici olsun diye kurgulanıyor. Kolaycılık, en az emek harcayarak en büyük kazanımı elde etmek, bir yaşam tarzı olmuş durumda.
Bu koşullarda karşı oluşu netleştirmek durumundadır devrimciler. Tersi durumda kendi düşüncelerini de tıpkı bedenler ve giysiler gibi tüketirler, kullanımdan düşürürler. Kökleşen ve yaygınlaşan bireycilik ortamında devrimciliği kendini mutlu eden bir yaşam tarzı olmak yerine bir özveriler demeti olarak görmek bir eğilim. Nesnel koşullar, toplumsal amaçlardan kopmanın imkanlarını beslemekte. Bu durumda karşı oluşu kendini var eden bir yaşam biçimi haline getirmek önemlidir. Başka bir dünyanın, başka bir yaşamın var olduğunu kendi yaşam biçimiyle kanıtlamalıdır devrimci. Bunu yapmak bir iç dil yaratmaya yol açmaz. Devrimci, kitleyle bütünleşerek bir karşı dil kurandır.
Sıkılmak, sıkıntı duymak, devrimci için kendini üretemediğinde söz konusudur. Sürekli sorgulayan, yaratan, üreten, öğrenen ve öğreten için zaman akar gider. Hapiste en büyük gardiyan zaman diyor ya Nazım, sıkılmak, zamanın gardiyan haline gelmesidir. Kendini ve hayatı yeniden üretmesini bilen, kendimle birlikte başkalarını nasıl geliştiririm, diye düşünen insanın sıkılmaya vakti yoktur.
Yunanlı ozan Kavafis; Yeni ülkeler bulamayacaksın/bulamayacaksın yeni denizler/ hep peşinden izleyecek seni durmadan kent/ Dolaşacaksın aynı sokaklarda/ Ve aynı mahallede yaşlanacaksın, der bir şiirinde. Şiiri hiçbir şeyi değiştiremeyeceksiniz diye anlamak da mümkün, kendinden ve var olandan kaçamazsın olarak da. Bu durumda kaçılmayanı/kaçılamayanı değiştirmek için üstüne gitmektir, devrimci edim. "Ne yapalım, koşullar böyle, bu düzende devrimcilik bu kadar olur", tavrı kabul edilemez.
Evet, bu toplumu biçimlendiren, kurumsal ve insansal ilişkileri düzenleyip yeniden üreten bir gerçek var. Ama devrimcilik de bu gerçeği değiştirmek için ona karşı mücadele değil midir zaten? Devrim yapmaya soyunan kişi veri olarak kendi toplumunu almıyor mu? Koşulları biliyorsa, kenti bırakmak yerine değiştirmeye çalışmak değil mi, yapılması gereken? Kişi kendine devrimci diyorsa düzenin kirini pasını bahane etmeye onu yanlışlarına gerekçe yapmaya hakkı yoktur. Kendi yazgısıyla birlikte toplumun yazgısını da değiştirmek isteyenler için sızlanma ve şikayetçilik karşı çıkılan yazgıyı kabullenmenin öteki adıdır.
Şöyle bir soru sorulabilir: Gündüz eyleme katılan bir devrimci, gecelerini televizyon başında zaman öldürmekle geçiriyorsa ne kadar devrimcidir? Bu, bir tür ikiye bölünmüş kimlikle yaşamak değilse nedir? Böyle bir yaşam tarzı toplumsal dönüşüm isteğinin neresindedir? Böyle bir yaşantı her gün sokağa çıkılsa bile devrimci bireyin başkaldırı ve karşı çıkma istemini köreltir.
İktidara karşı çıkmak, yalnız kurumsal zora; ordu-polis, mahkemeler gibi kurumlara karşı tavır belirlemek değildir. Okul, aile, din ve medya da iktidarın ideolojik zor aygıtlarıdır. Büyük ölçüde söyleme dayanan bu ideolojik saldırıya karşı mücadele etmesi gerekenlerin bunu televizyon karşısında oturarak karşılayamayacakları besbellidir. Konu, boş zaman meselesine gelip dayanır bu durumda.
Burada bir devrimcinin, hele profesyonel bir devrimcinin boş zamanı var mıdır, varsa nasıl değerlendirmelidir sorusu geliyor akla. Bu ayrı bir tartışma konusu elbette. Ancak profesyonel-militan devrimci açısından söz konusu olan adanmışlıktır. Devrimin dışında başka bir yaşam olmaması başka nasıl anlaşılır? Bu durumda boş zaman, devrimcinin kendini yeniden üreteceği zaman anlamına gelir. Başkalarının artı-emeklerinin ürününden yararlanan militan devrimci, zamanını bu durumu da göz önüne alarak değerlendirmelidir. Tüm devrimciler boş zamanı bir sınıf mücadelesi alanı olarak görmelidir kuşkusuz.
Devrimci, dolaşımdaki dili reddedendir. Çünkü pratik olarak kapitalist ilişkilerden kurtulan hiçbir hayat alanı yoktur. Ve reddetmek mevcut dünyayla uzlaşmamaktır. Karşı hayat olanaklarını benimseyip üretmeden devrimcilik yapmak olmaz. Evde ve çalışmada, içeride ve dışarıda, boş zaman kullanımında, sevgide, cinselliği algılamada, kadın-erkek ilişkileri pratiğinde kopuş gerçekleşmediği sürece düzenin iktidar mekanizmaları devrimciyim diyenin kafasının içinde yeniden egemenliğini kurar, devrimciliği sığlaştırır ve sıradanlaştırır.
O halde devrimcilik alışkanlıkları, düşünme ve davranış biçimlerini birlikte değiştirmek yalnız düşünseli değil, duygular alanını da reddin/başkaldırının nirengi noktası yapmaktır. Eğer politik yaşamımızda yiğitçe davranmayı biliyorsak, aynı şeyi neden duygu dünyamızda yapamayalım? İnsanlığın büyük dönüm noktalarında manevi canlandırıcıları etkili hale getirmek çok kolaydır. Önemli olan eskinin ölmekte olduğu bu yüzden direncinin daha da arttığı ama yeninin de doğmakta zorlandığı dönemlerde, yeni değer yargılarının yer aldığı bir bilinci geliştirmeyi bilmektir. Bunun en önemli dayanak noktaları; teori ve ideoloji, yol göstericiler olarak mevcuttur.
"Devrimi insanlar yapar, fakat insan devrimci ruhunu günden güne çelikleştirmelidir" diyordu Che Guevara. Ruhlarını çelikleştirmek, işte yeni devrimcilerin yapması gereken budur. Ve aynı Guevara; "Devrimciyi harekete geçirenin büyük bir aşk olduğunu söyleyebilirim" diyendi. Devrimci, işte bu büyük aşkı yitirmemelidir. Hep bu aşkla yürümelidir. Devrimi aşkla yapan kişi aşkını devrimcileştiren değilse nedir? Aşkını devrimcileştirirken, devrimi derinleştirmek... Devrimciden beklenen budur.