22 Kasım 2024 Cuma

Sosyalist aydın Kutsiye Bozoklar'ın kaleminden: Alışmamak ve devrimcilik

Devrimci, hayatın her alanında her türlü iktidar görünümünü reddetmeli, bunu düzenin inkarının bir parçası haline getirmelidir. Ve ne olursa olsun alışmamalıdır. Devrimci uyanıklığın en önemli yanı budur. İnsan kolay alışır, zulme de lükse de iktidara da. Bu nedenle her koşulda alışmamak bir devrimci erdem haline getirilmelidir. Bu düzen ancak alışmayarak değiştirilebilir. Çağımızın sorunu reddi bilmemek ve alışmaya alışmaktır. Devrimciliğin, yani insan olmanın yolu, retten ve isyandan, kısaca alışmaya alışmamaktan geçmektedir. Hülyalı devrimci Che'den bize kalan da işte budur.

Devrimci alışmamalıdır. Alışmamak, yaşamın bütün alanları için geçerlidir. İçeride, dışarıda, direnişte, işte ve günlük hayatta... Alışmak kolaydır; rahata, güzel yaşamaya, lükse... En önemlisi belli bir rutine bağlanmak çabucak, üstelik farkında olmadan benimsenir. Bunlar bilinen şeylerdir. Hatta bazen direnmek bile bir alışkanlık olabilir.

12 Eylül yıllarının Metris'ini anlatan Direniş, Ölüm ve Yaşam adlı bir kitap okumuştum. Orada direnişçi bir kız, her gün uygulanan zulme alıştığını fark eder. Günlük dayaklarını yerken, merdivenlerden sürüklenirken o artık başka şeyler düşünebilmektedir. Durumu arkadaşlarına anlatır. Ve onlar tarafından eleştirilir. Bu doğru bir tutumdur, zira alışmak mazlumu zalimi onaylayana dönüştürebilir. Uyanıklığı azaltabilir. Koşulları değiştirme iradesinin kırılmasına yol açabilir.

9 Ekim Ernesto Che Guevera'nın ölüm yıl dönümüydü. Bu devrim arayıcısı alışmamanın en güzel örneğidir bizim için. Devrimden bir süre sonra 7 Ekim 1959'da, Milli Tarım Reformu Enstitüsü başkanlığına atanır. 26 Kasım'da da Küba Milli Bankası başkanlığına getirilir. Eli silahlı gerilla böylece ülkenin mali işlerini yüklenmiş olur. 23 Şubat 1961'de Küba Devrim Hükümeti bir Sanayi Bakanlığı kurarak Che'yi başına getirir. Che burada yeni insan arayışının önemini, eğer yeni bir dünya kurulacaksa bunun ekonomik faaliyet içindeki insanın yeni alışkanlıklar edinmesiyle başarılabileceğini anlar. Ve bunu uygulamaya çalışır.

Che'nin bu görüşleri, sosyalizm koşullarında; çalışma, maddi özendiriciler ve yeni insan arasındaki ilişki konusundaki düşünceleri ile de tutarlıdır. O devrimin yeni bir insan tipi tarafından sürekli hale getirilebileceğine inanır. "Hombre lobo no, hombrerıuevo si!" yani; "Kurt insana hayır, yeni insana evet!" onun ortaya attığı bir slogandır. Kara ve tüketim toplumu kalıplarına göre yetişmiş insan tipinin kökten değişmesi gerektiğini bilir. Che; pazar ve para gibi eski kategorilerin, maddi çıkara dayalı özendiricileri var eden koşulların giderek ortadan kaldırılmamasının, kapitalizme yol açacağını ifade eder.

Altı yıl boyunca, Küba'da yaptığı her konuşmada, yazdığı her yazıda bu konuya dikkat çeker. Hele geri kalmış bir ülkede daha kararlı davranmaktan yanadır. Aksi halde geriye, gelirin emeğe göre dağılımı ve sömürüye son verme eğilimi dışında bir şey kalmayacağını, bunların ise geçiş dönemini göğüslemek için gereken devasa bilinç değişikliğini gerçekleştirecek etken olarak yetersiz olduğunun farkındadır. Değişimin bireye ve insana dayanarak gerçekleşeceği Che Guevara'nın temel önermesidir. "Bu değişim, tüm yeni ilişkilerin çok yönlü etkisiyle yani eğitim ve sosyalist ahlakla, dolaysız maddi özendiricinin insan bilincini, insanın toplumsal bir varlık olarak gelişimini frenleyerek etkisi altına aldığı şeklindeki, bireye değer veren düşünce tarzıyla gerçekleşmelidir" der.

Dünyayı değiştirmenin yeni alışkanlıklara, yeni bir akla ve ahlaka sahip olmadan mümkün olmadığına inanan bu hülyalı devrimci, aynı zamanda önerdiği insan tipinin özelliklerine sahip biridir. Küba devrimi tehlikede olduğunda bütün şanlarını bir tarafa bırakarak eli silahlı asker olur yeniden. Playa Giran çatışması sırasında, tekrar kale komutanlığı görevine getirilir.

Ve günü geldiğinde tüm görev ve unvanları bir tarafa bırakıp, başka coğrafyalardaki devrimci kavgaların peşine düşer. Anne ve babasına yazdığı veda mektubunda; "Bir kez daha bacaklarımın altında Rosinante'nin gövdesini hissederek yollara düşüyorum" diye yazar. Rosinante, Don Kişot'un atının adıdır. Zalime karşı savaşması gerektiğine inanan ve karşılaşacağı zorlukların farkında olan bir adamın benzetmesidir bu.

Artık başka Latin Amerika ülkelerine gidip halkları örgütlemesi gerektiği kararını vermiştir. 1965 Eylülünde bilinmeyen ülkelere doğru yola çıkar. 3 Ekim 1965'te Fidel Castro, Che'nin ünlü veda mektubunu Küba halkına okur. Ailesine yazdığı mektupta: "İlk bakışla hiçbir şey değişmedi ama şimdi daha bilinçliyim, marksizm daha derin şimdi içimde ve her şey yerli yerine oturdu. Özgürlüğünü kazanmak isteyen halklar için tek başarı yolunun silahlı mücadele olduğuna inanıyorum ve inançlarımla tutarlıyım. Çok kişi benim bir maceracı olduğumu düşünebilir, evet, öyleyim, ama bir başka yapıda: Gerçek bildiklerini savunmak için hayatını hiçe sayan bir maceracı" diye anlatır düşüncelerini.

Che, yaşamının en büyük aşkı ve tutkusu devrimin peşine düşer yeniden. Çok daha gençken; "Kapitalist ahtapotun yok edildiğini görünceye kadar mücadele etmeye yemin etmiş" biridir zaten. Önce Afrika'ya, ardından da Bolivya dağlarına gitmesini Fidel Castro ile aralarının açıldığına yoranlar olmuştur. İkbal peşinde koşanların, yalnızca kendileri için iktidar isteyenlerin anlayamayacağı davranışlardır yaptıkları. Oysa o bir kavga adamıdır. Ve eylemiyle sözleri arasında en ufak bir tutarsızlık yoktur.

Emperyalizme karşı yeni cepheler açmak, devrimi; Asya, Afrika ve özellikle de Latin Amerika'da yaymak için çıkar yola. Latin Amerika'da devrim ateşini tutuşturmanın yalnız Küba'yı rahatlatmayacağına, Vietnam devrimine yardım için bir ikinci cephe açmak anlamına da geleceğine inanmaktadır. Che, Kübalı devrimci Jose Marti'nin: "Gerçek bir insan, başkasının yanağına indirilen tokadın acısını kendi yanağında duymalıdır", sözünü düstur edinmiştir. Bir bütün olarak emperyalizme karşı mücadele eden ülkelere verdikleri desteği de bu sözlerle açıklamıştır 1961'deki bir konuşmasında. Devrimden devrime koşmasının ardındaki gerçeği maceracı ruhunda değil, inancının derinliğinde aramak gerekir. "Devrim partisinin ideolojik itici gücü olan devrim, tüm dünyayı kapsayacak güce erişemezse, ölümden başka sonu olmayan bir süreç içinde kendini tüketir" demiştir bir keresinde.

Ona göre komünizm, insanlığın yalnızca bilinçli olarak ulaşabileceği bir amaçtır. Eğitimi bu yüzden önemser. Bu anlamda devrimi çift yönlü olarak algılar; siyasal devrim ve maddi gelişme süreci içindeki bir toplumun bilincini ve düşünüş biçimini değiştirmek. Yani bilinçlerdeki devrim. Guevara işte tam bu düşüncelerin tümüdür. Guevara'nın tüm devrimci, ekonomik, politik amaçlarının ardındaki temel düşünce, yeni insanın ve tutarlı bir komünist toplumun oluşturulması için, manevi bir dayanak olarak gördüğü yeni bir bilincin uyandırılması ve güçlendirilmesidir.

Che'den öğrenmemiz gereken en önemli gerçek işte budur. O alışmaz ve değişir. Ve değişmenin tüm eski alışkanlıkları değiştirmekten geçtiğini bilir. Gerektiğinde yönetim görevlerini, rahatı, iktidarı elinin tersiyle itip, yeniden başlar ve yeni devrimlerin peşine düşer. Tam da bunu anlamayanlar onun Küba'dan ayrılışı için iktidar kavgası ve anlaşmazlıklar bulmaya çalışırlar.

Kapitalizmin tüm tarihi zorun ve itaat etme biçimlerinin inceltilmesinin de tarihidir. Bugün artık öncelikle zorun ideolojik biçimlerinden söz etmek gerekir. İletişim teknolojilerinin son derece yetkinleştiği çağımızda, zorla kabul ettirmek yerine, rızanın üretilmesi, yani gönüllü razı olma ön plana çıkarılmaktadır. Medya aracılığıyla ideolojik kabullerin gönüllü hale getirilmesi ve tüketim eğiliminin körüklenmesi, lüks isteğinin kışkırtılması bu boyun eğdirme araçlarının en masum görünümleridir. Yalnız yoksunluk içindeki ezilen sınıflar değil, düzene muhalif olan devrimciler de tüketimin ve lüksün kışkırtması karşısında duyarsız değildirler. Bu yüzden lüksün bir sınıf mücadelesi alanı olabileceğini akılda tutmak gerekir.

Devrimci, hayatın her alanında, her türlü iktidar görünümünü reddetmeli, bunu düzenin inkarının bir parçası haline getirmelidir. Ve ne olursa olsun alışmamalıdır. Devrimci uyanıklığın en önemli yanı budur. İnsan kolay alışır, zulme de lükse de iktidara da. Bu nedenle her koşulda alışmamak bir devrimci erdem haline getirilmelidir. Bu düzen ancak alışmayarak değiştirilebilir. Tıpkı Alman ozan Erich Friend'in söylediği gibi; Cinayet işlememeli/ ihanet etmemeliyim/ Biliyorum/ Bir üçüncü şey öğrenmeli;/ Alışmamalıyım.../ Eğer alışırsam ele veririm alışmayanları.../ Alışırsam eğer/ katlederim/ İhanet etmeye/ ve öldürmeye/ ve alışmaya alışmayanları.../ Yalnızca başlangıca bile alışsam/ Sonuca da alışmaya başlamış olurum. Çağımızın sorunu reddi bilmemek ve alışmaya alışmaktır. Devrimciliğin, yani insan olmanın yolu, retten ve isyandan, kısaca alışmaya alışmamaktan geçmektedir. Hülyalı devrimci Che'den bize kalan da işte budur.