22 Kasım 2024 Cuma

'Somut durumun somut tahlili' ve eylemin yönü

"Devrimciler konuşacak" şiarı bir bayrağa dönüştüyse, liseli devrimcilerin direnişi yüreklere umut aşıladıysa, anın ihtiyacına denk düşen politik muhtevasından ötürüdür. Öyle ki sokakta tek başına direnen, polis şiddeti karşısında geri adım atmayan kim varsa hızlıca öne çıkmaktadır.

"Susmamalıyız, korkmamalıyız, bu iktidarı ve bu devleti ancak cesaret ederek yenebiliriz". Bu sözler herhangi bir zamanda ya da söyleyenler bakımından "güvenlik" sorunu arz etmeyen bir mekanda söylenmiş olsaydı elbette ki bu ölçüde değer kazanmış olmayacaktı. Ama liseli devrimcilerin bu haykırışı, tam da herkesin işaret ettiği yerde, sokakta, üstelik söz ve eylem arasındaki makasın genişlediği bir zaman diliminde gerçekleşti. Sokağa çıkmanın yasaklandığı, faşist baskı politikaları ile kitlelerin teslim alınmak istendiği bir zamanda, faşist şefin yasak meydanlarından seslendi genç devrimciler. Polis şiddeti karşısında geri adım atmadılar, "mağdur" olduklarını söylemediler. Gözaltı aracına bindirilirken dahi "korkmayın ve susmayın" sloganlarını attılar. Eylemi izleyen hemen herkese "işte budur" dedirtebildiler.

Bu anlamda liseli devrimcilerin eylemi, Suruç katliamının yıl dönümünde militanca polis kalkanlarına yürüyen ve "bundan sonra devrimciler konuşacak" diye haykıran cüretle aynı özelliklere sahiptir. Kitlelerde ve onun öncülerinde yarattığı duygu ortaktır. Devrimci meşruiyet bilinci yüksek, fiili meşru mücadelede ısrarcıdırlar. Görüş açısında protestoculuk değil, hak kavgası vardır. Ve her ikisinde de ihtiyaç duyulan öncülük tarzının izleri mevcuttur.

Söylemek gerekir ki, her iki örnekte gösterilen direnişçi devrimci tutum dahi tek başına heyecan vericidir, faşist şeflik rejimine direnmek isteyen herkes için coşku ve umutla yüklüdür. Lakin mesele daha derindedir. Devrimci demokratik mücadelenin tarihinde benzer çokça örneğin olması, bu eylemleri "sıradanlaştırmaz." Çünkü dönem politik öncülük dönemi, zaman devrimci iradenin değiştirici gücünün daha fazla belirginleştiği bir zamandır.  Sokağı zorlayan, saray faşizmiyle çarpışmayı göze alan böylesi eylem biçimleri, politik öncülüğün üzerinde yükseleceği zemindir. Elbette ki, politik öncülüğü kazanmak çok daha karmaşık ve zorlu bir görevler bütünüdür. Ancak bu hakkı kazanmak isteyen herkes, bu yoldan yürümek ve örneklerini çoğaltmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

ÖNCÜLÜK POLİTİKADA KAZANILIR
"Öncü parti" fikri ve öncülüğü kazanma arzusu, devrimci amaçlarına bağlı her politik özne için vazgeçemeyeceği temel nitelikler arasındadır. Bu bir yanıyla devrimin zaferini kazanma iddiasıyla iç içedir. Leninist partinin varlık esprisi olan bu görüş açısı, devrimin ancak öncülükten önderliğe sıçrayan devrimci öznenin varlığıyla gerçekleşeceğine odaklanmıştır. Öncülüğü kazanmak ve onun nitelikleriyle donanmak bu yüzden dönemsel ya da taktik amaçlara değil, stratejik sonuçlar üretebilecek hedeflere bağlanmakla eş anlamlıdır.

Bu ise yalnız ve yalnızca canlı ve kanlı varlığıyla devrimci politik mücadelenin içerisinde mümkündür. "Politik çalışma, tüm çalışmaların can damarıdır" sözündeki belirleyicilik bu yüzdendir. Ezilen kitleleri devrimci iktidar mücadelesinde saflaştırmanın anahtarı olarak formüle edilen "dışarıdan bilinç götürme" esprisi de öz itibarıyla devrimci politika ve devrimci eylemin varlığıyla kitleleri kazanmaktır.

Lakin politik öncülüğü kazanmak, politik mücadelenin kurucu niteliğinde berrak fikirlere sahip olmanın yanı sıra, onun kendisine ait kimi özelliklerini de ustalıkla hayata geçirebilmeyi zorunlu tutar. Devrimci partilerin tarihsel misyonu da, zaman, mekan ve olayların içerisinde "hazır bulduğu koşullara hücum ederek" onu politik eylemin konusuna dönüştürmektir.

DOĞRU KONJONKTÜRDE ÖRGÜT VE POLİTİKA UYUMU
Eğer bir yerde politik öncülük ve politik çalışmadan bahsediliyorsa orada Lenin'e başvurmak zorunludur. Bu anlamda Lenin'den devralınan politika ve öncülük tarzı her şeyden evvel koşullar ve süreçlerle ilişkilidir. Politik öncülüğün görevleri soyut, genel geçer ya da her dönem için geçerli manzumeler bütününü yinelemek değildir. Aksine politik öncülük kazanılacaksa zamana ve mekana bağlı olmayan önermelerden çok, kritik konjonktürlerde yapılan devrimci müdahalelerle kazanılacaktır. Devrimci politika, belirli bir andaki duruma eylemli olarak müdahale edebilme biçimidir.

Lenin'den devralınan ve devrimci politikanın amentüsü haline gelen "somut durumun somut tahlili" tamamen bu görüş açısının somutlanmasıdır. Belirli bir zaman ve mekândaki olay ya da olgunun biricikliğinin ve bağlamında değerlendirilmesi için bu ifade özel bir tercihtir. Dikkat edilirse Lenin'in metinlerindeki örgütlenme, strateji, devrim, ittifak gibi konularda ilkesel omurga sabit olmak koşuluyla düşüncelerinde "hareketlilikler" görürüz. Bu hareketlilik, eylemin gelişeceği en uygun toprağı bulmak amacıyladır.

Bu anlamda öncü politikanın somut durumla yani konjonktürle ilişkisi "dışarıdan" değil, tam olarak eylemin içindendir. Eylemin hangi olanaklarla var edilebileceğini konu edinir. Politik müdahalenin yollarını ve biçimlerini arar. Bir benzetme yapılacaksa öncü politika olanak arayışıdır. Toplumsal öfkenin patlayabileceği her alana gözünü diker. Mesele bir şeyler yapmak değil, doğru şeyler yapmaktır. Bir bakıma öncü politika iltihabın biriktiği yeri görür ve doğru anda neşter vurur. Geç kalınırsa hastalık kaçınılmaz, erken davranıldığında ise tedavi mümkün olmayacaktır.

Politik öncülük yalnızca bir kez elde edilen, ya da tersinden bir defa kazanıldığında sürekli devam edecek olan nitelik değildir. Bu yüzdendir ki, herhangi bir konjonktürde politik öncülük sağlandığı düşünülüyorsa o sürekli kılınmak durumundadır. Politikada süreklilik ve öncülük birbirini büyüten iki temel halkadır.  Bunun anlamı elde edilen politik öncülüğün sınanacağı bir diğer önemli konjonktürel ana kadar bir dizi eylem ve çalışmayla öncü niteliğin devam ettirilmesi ve yaklaşan sınav anını daha güçlü bir hazırlıkla yanıtlanmasıdır.

Burada belirtilmesi gereken diğer husus da öncü politikanın üzerinde yükseleceği iki temel sac ayağı olan örgüt ve kadro gerçeğidir. Politik öncülüğün hayatla tokalaştığı yer burasıdır. Örgüt, belirlenen konjonktüre ve buna denk düşen devrimci politikanın ihtiyaçlarına uygun düşecek biçimde kendisini örgütleyebildiği ölçüde politik öncülük yolunda ilerler. Üzerine çokça şey söylemek mümkün olsa da Lenin ve partisi bunun tarihsel örneğidir. Onlar, politik ihtiyaç ayaklanma olduğunda hızlıca bir savaş partisine dönüşmüş, devrimin gerilediği konjonktürde illegal çekirdeğine sarılmış ve yer altına ağırlık vermiş, koşullar uygun görüldüğünde bütün yasal olanakları değerlendirmekten geri durmamış, sloganlar ve şiarların değişmesi gerektiğinde bunu başarabilmiş ve iktidarı kazanabilme olanağı belirdiğinde tereddütsüzce üzerine ilerlemiştir. Politik öncülük, politika ve örgütün aynı yöne bakmasıyla kazanılmıştır.

Tek tek kadroların politik öncülük niteliğinin yükselmesi de devrimci politikanın temel itilim kuvvetleri arasındadır.  Burada ise ikili bir görev söz konusudur. Öyle ki kimi zamanlarda, "somut durum"un kavranışında eşitsizlikler görülebilir, bütün bir kolektif aynı hızda yeni duruma uyum sağlayamayabilir. Bu ve benzeri durumlarda her kadro, politik öncülüğün izleyeceği yolu bulmak ve ona işaret etmek kadar bu kavrayışı kolektif bilince dönüştürmek ve bir anlamda "öncüye de öncülük" yapmak zorundadır.

ÖNCÜ POLİTİKANIN SOMUT İHTİYACI: DEVRİMCİ ŞİDDET
Eğer Saray faşizmine karşı daha etkili bir savaşım düzeyi yaratmayı amaçlıyorsak, yani iltihap tutan yaraya neşter vurmak istiyorsak mevcut iltihabın nasıl oluştuğunu da anlamak gerekiyor. Açık ki bugün hiç kimse Saray diktatörlüğüne duyulan toplumsal öfkenin azaldığından ya da sönümlendiğinden bahsedemez. Aksine görülüyor ki Saray rejimine karşı saflar her geçen gün daha fazla doluyor. Sorun ezilenlerin devrimci demokratik talep ve istemlerinden vazgeçmesi de değildir.  Çok kısa bir zaman öncesine kadar diktatöre karşı ayaklanan milyonlar kaybolmamış, sömürgecilere karşı serhildanları yaratanlar toprağın altına saklanmamıştır. Kadın özgürlük mücadelesinin erkek egemenliğiyle ve devletle barışması da söz konusu değildir. Gençlik hareketi, yeni bir yol arayışında ısrarcıdır. Daha önemlisi tüm saldırılara ve faşist baskılara rağmen devrimci öncüler kavgadadır.

Doğrudur, Saray rejimine duyulan öfke ile mevcut kitle hareketi ve onun eylem düzeyi arasında gözle görülür bir çelişki var. Bu Saray rejimi lehine -elbette ki oldukça kırılgan- yeni bir dengedir ve bu denge esas olarak diktatörlüğün faşist şiddet politikaları sonucunda oluşmuştur. Faşist şef, kitle katliamlarından, infazlardan, kaçırma girişimlerinden, işkence, uzun gözaltı ve kitlesel tutuklamalara varıncaya kadar devlet şiddetinin bir dizi yöntemiyle bu süreci yürüttü. Devletin ideolojik aygıtları da devrimci demokratik harekete karşı başlatılan tasfiye savaşına sınırsızca katılarak "Saray rejimine karşı direnilemez", "faşist şeflik rejimi her şeye muktedirdir" fikrini kendi cephelerinden inşa etmeye koyuldular.

Öyleyse bugün politik öncülüğün odaklanacağı yer burasıdır. Madem ki faşist şef, "direnilemez" fikrini yaygınlaştırmak istiyor; o zaman görev, metaforu tersine çevirmektir. Bu ise şiddeti şiddetle yanıtlamakla mümkündür. Devrimci demokratik kitle hareketine moral aşılayacak, onun savaşma azmini körükleyecek olan "sır" burada gizlidir. İhtiyaç duyulan, Saray rejimine karşı direnmenin mümkün olduğunu göstermek, ona darbeler vurulabileceğinin, bunun ise hiç de zor olmadığının örneklerini yaratmaktır. Devrimci şiddettin üzerinde yükseleceği politik askeri mücadele ve onun bir diğer ayağı olan fiili meşru mücadelede ısrar bu örnekleri çoğaltacak olan kurucu direklerdir.

Bundan sonra devrimciler konuşacak şiarı bir bayrağa dönüştüyse, liseli devrimcilerin direnişi yüreklere umut aşıladıysa, anın ihtiyacına denk düşen politik muhtevasından ötürüdür. Öyle ki sokakta tek başına direnen, polis şiddeti karşısında geri adım atmayan kim varsa hızlıca öne çıkmaktadır. Politik askeri başarıların ardından devrimci demokratik kitleler "hak ettiklerini buldular" diyorsa ve her kesimde güçlü bir sempatiyle karşılanıyorsa anın ve eylemin uyum gücüdür.

Bunu anlamak için faşist şeflik rejiminin hareket tarzına bakmak yetiyor. Sokağa çıkan herkesi sindirmek amacıyla uygulanan faşist şiddet ve akabinde gelişen tutuklama saldırıları her şeyden önce yaratılan politik çizgiye ve onun devrimci etkisine dönüktür. Kendisini vuran politik-askeri eylemlerin ardından yürütülen "sürek avı", yaratılan öncü devrimci etkinin önüne geçmektir. Öyleyse günün görevi faşist şeflik rejimini tam da korktuğu yerlerden vurmaktır.