Sömürgeci savaş ve devrimin güncelliği
Türkiye ve Kürdistan'da devrimin güncelliği, Kürt sorununun emekçi çözümünde, adil ve onurlu bir barışın kazanılmasında somutluk kazanıyor. Bu düpedüz devrimi istemek ve onu hazırlamaktır. Kürt sorunu ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi uzun süredir yalnızca Türk burjuva devletinin iç politikasını değil, bölgesel gerici güçlerin ve emperyalistlerin Ortadoğu politikalarını etkileyen düzeye ulaşmıştır. Emekçi sol hareketin sorunla ilişkileniş düzeyi ise bu tablonun en silik yanını oluşturuyor.
Geniş bir sahaya yayılmış devrim mücadelemize birleşik devrim projeksiyonu tutulduğunda görülecek şey, Kürdistan'dan patlak vermiş olan demokratik devrimin geride kalan yıllar içinde inişli çıkışlı bir seyir izleyerek muazzam bir dinamik haline geldiği, ancak sömürgeciliğin yıkılması sonucuna ulaşamadığıdır. Şüphesiz, Kürdistan ulusal kurtuluş devriminin izlediği bu seyir ve mevcut durum, yalnızca Kürt özgürlük hareketinin kendi dinamikleriyle değil, en az onun kadar önemli olan Batı'nın devrimci veya reformist, yasal veya yasadışı öznelerinin, yani emekçi sol hareketin çözümün devrimci yöntemiyle kurduğu ilişkiyle birlikte analiz edilmelidir. Eğip bükmeden söylemek gerekir ki, bırakalım eylemli tutum almayı şu son bir yıla yayılan Heftanîn-Metîna-Zap-Avaşîn işgal hareketi ve buna karşı amansız gerilla direnişinin analizini dahi yapmayan, konuyu sessizlikle geçiştiren bir emekçi sol hareket var. Ne yazık ki bu durum yalnızca güncel bir sorun değil sömürgeci işgal ve direnişle dünden bugüne kurulan tarihsel bir zafiyetin ulaştığı düzeydir.
Bu zafiyet öyle bir düzeye ulaşmıştır ki, örneğin HPG BİM tarafından açıklanan Ağustos ayı savaş bilançosunda 105 işgalci askerin ölmesi, TSK'nın saldırılarında 65 kez zehirli gaz kullanarak savaş suçu işlemesi veya Şengal'de hastanenin bombalanarak sivillerin katledilmesi, Efrîn köylerinden Süleymaniye kırsalına kadar uzanan geniş bir sahada sivil halkın hava saldırılarıyla hedeflenmesi, "marksist", "sosyalist", "enternasyonalist" iddialı emekçi sol güçlerin gündemine dahi girmez! Afganistan'da ABD işgaline ve Taliban'a, Filistin'de siyonist işgale ve direniş güçlerine, Suriye'de Esad rejimine ve politik İslamcı muhaliflerine az çok sözlü-eylemli dahli olan emekçi solun Kürdistan'daki bu büyük işgalci savaşa ve direnişe söz söylememesi neyle açıklanabilir?
Oysa ulusal sorun ve sömürgeler sorunu, marksist leninist teorinin temel konularından biridir ve güncel olarak dünyanın başka bölgelerindeki enternasyonalist proleter hareketin bileşenlerinden çok daha yakıcı olarak Türkiye emekçi sol hareketinin gündeminde olmak zorundadır. Açıktır ki, Türkiye ve Kürdistan'da devrimin güncelliği Kürt sorununun emekçi çözümünde, adil ve onurlu bir barışın kazanılmasında somutluk kazanıyor. Bu düpedüz devrimi istemek ve onu hazırlamaktır. Kürt sorunu ve Kürt halkının özgürlük mücadelesi uzun süredir yalnızca Türk burjuva devletinin iç politikasını değil, bölgesel gerici güçlerin ve emperyalistlerin Ortadoğu politikalarını etkileyen düzeye ulaşmıştır. Emekçi sol hareketin sorunla ilişkileniş düzeyi ise bu tablonun en silik yanını oluşturuyor.
Kürt sorununun devrimin güncelliği kapsamında ele alınması, sosyalizm, devrim, halk iktidarı, demokrasi gibi programatik hedeflere sahip tüm emekçi sol güçlerin amaçlarıyla kurdukları gerçek ilişkiyi tarif etmesi demektir. Mesele basittir; devrim veya halk demokrasisini savunmak, faşist şeflik rejiminin yenilgisini istemek, Türkiye işçi sınıfının asgari ekonomik ve siyasi haklarını kazanmak, savaş ve işgal siyasetinin son bulmasını savunmak demek, Kürdistan'da süregelen sömürgeci işgale ve buna karşı verilen amansız gerilla savaşımına odaklanmak, buradan söz ve eylem hattı inşa etmek demektir. Bilinmelidir ki, ana gövdesini Kürt gerillasının oluşturduğu, komünist ve devrimci gerilla güçlerinin de birleşik devrim temelinde yer aldığı bu büyük direnişin yenilmesi demek, faşist şeflik rejiminin Batı'da da emekçi sol hareketi ezmesi, diktatörlüğünü uzun yıllara yayacak güç toplaması demektir. Tersinden, direnişin zaferle sonuçlanması, sömürgeci faşist diktatörlüğün yıkımını hızlandıracak, onu kendi iç gerilim ve krizleri içinde boğacak yolu döşeyecektir. Daha yakın zamanda yaşanan Garê işgal saldırısı ve uğradığı hezimetin rejimi nasıl da iç krizlere sürüklediği, onda nasıl bir moral yıkım yarattığı hafızalarda tazedir. Emekçi sol güçler Kürdistan'ın işgali ve Kürt halkının direnişini düpedüz bu varoluşsal temelde görmeli, buna uygun konumlanmalıdır.
Faşist şeflik rejimi en çok da Kürt direnişi karşısında zayıf düşmüştür ve tersinden kendi iktidarının varlığını bu muharebedeki kesin başarısına bağlamıştır. Stratejisini gerilla güçlerinin tasfiyesi üzerine kuran rejim, bunun doğal sonucu olarak tahkimatı buraya yapmaktadır. Askeri yığınağını, silah teknolojisini, devlet bütçesinin önemli bir kısmını, kirli savaş ve kontrgerilla yöntemlerini kullanmasındaki pervasızlığını, yalana dayalı propagandayı aklın ve mantığın sınırlarını zorlayacak düzeyde kullanmasını, bu konuda tek bir itirazı dahi vatana ihanet saymasını, stratejisinin başarısı için emperyalistlerle her türlü kirli işbirliğini ve tavizi göze almasını ancak bu zayıflığa bağlayarak açıklamak mümkündür. Emekçi sol hareketin kavraması gereken halka tam olarak sömürgeciliğin bu zayıf yanıdır.
Kürdistan'daki sömürgeci işgal ve saldırılar kabul edilmelidir ki, mevcut koşullarda mücadelenin en zorlu, bedel ödemeyi gerektiren en sert gündemidir. Ancak bu tespitin doğru kavranması zorunludur. Sorunun ağırlığı sömürgeci devlet teröründen bakılarak analiz edildiğinde ulaşılacak sonuç en iyi halde sinik bir politik tutumdur. Oysa bu büyük saldırı dalgasına karşı feda ruhu yüksek direnişten bakmak, bu direnişin başarıya ulaştığı koşullarda Batı'daki devrimci demokratik mücadeleye etkisini öngörmek, faşist şeflik rejiminin zayıf yanını görmek kavranması gereken asıl meseledir. Emekçi sol hareket bakımından sorunun kör noktası burasıdır.
1 Eylül'ün öngünlerindeyiz. Bir kez daha emekçi sol hareketin öznelerinden, kimi emek ve demokrasi platformlarından "barış" söylemleri yükseltiliyor. Ancak gelinen aşamada Kürdistan'daki ulusal demokratik taleplere ve direnişe bağlanmayan, faşist şeflik rejiminin yıkılmasını politik hedef olarak koymayan "barış" söyleminin içeriksiz ve karşılıksız olduğu görülmelidir. Yükseltilmesi gereken şiar genel geçer bir barış talebi değildir. İlerici, devrimci güçler politik şiar ve eylemleriyle dolaysız bir biçimde sömürgeci faşist rejimi hedef almalıdır. Bugün için barış istemek, faşist şeflik rejimiyle savaşa tutuşmak demektir. "Sömürgeci işgal ve savaşa son verilsin", "Kürt halkının ulusal demokratik talepleri kabul edilsin", "Saraya savaş, halklara barış", "Rojava'ya ve Şengal'e saldırılar durdurulsun", "Askeri operasyonlara son", "Kirli savaşa değil, emekçiye bütçe", "Kahrolsun faşizm, yaşasın halkların birleşik mücadelesi", gibi şiarlar en basitten karmaşığa kadar ajitasyon-propaganda çalışmalarının konusu yapılmalı, 1 Eylül miting hazırlıkları ve anından günlük politik çalışmanın değişik türden biçimlerine varana değin işlenmelidir.
Bu sorun karşısında uzun bir dönemdir oluşan kireçlenme hali ancak şu ya da bu düzeyde harekete geçilerek aşılabilir. Devrimci sosyalistler ve Kürdistan'ın sosyalist yurtseverleri komünist öncünün ayırt edici tarihsel pratiğini ve öncü konumlanışını akıllarda tutmalı, kendi deneyimlerinden öğrenerek yol açmalıdır. Odaklanacağımız nokta sömürgeci faşist zulmün düzeyi değil, bu saldırganlık düzeyinin perdelediği zayıflıktır ve sergilenen direniştir. Ne pahasına olursa olsun Kürdistan'daki direniş halklarımızın birleşik mücadelesiyle birleştirilmelidir. Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) başta gelmek üzere antifaşist temelde konumlanmış tüm emekçi sol güçler, sorunu birleşik devrimimizin güncelliği bağlamında, devrim ve halk demokrasisinin gelişiminin kritik bir dönemi olarak ele almalıdır. Sömürgeciliğe atılacak bir taşın sarayın camdan kalelerini yıkacağı, çakılacak bir kıvılcımın bozkırı tutuşturacağı unutulmamalıdır.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 27 Ağustos tarihli 26. sayı başyazısı.