'Sömüren sermayeye karşı işçiler ve ekolojistler birlikte mücadele etmeli'
15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 53. yılı ön günlerinde, sömüren sermaye sınıfına karşı mücadele alanları gelişiyor. Rant uğruna doğayı, suyu, hayvanları katleden şirketlere karşı direnen halkla açlık ve yoksulluğa mahkum edilen işçiler karşı karşıya getiriliyor. Akbelen direnişçilerinden Gümüşel, "Emek ve ekoloji mücadelesi arasındaki çelişki tamamen yapay, sermayenin göz boyaması, algı operasyonu. Biz kaynakları eşit, kamu yararına paylaştığımız sürece toprağımızı, ürünümüzü besleyecek kadar zengin, alternatif bir ekonomi kurabiliriz. Örneğin kooperatifler aracılığıyla yapabiliriz bunu" dedi.
AKP-MHP iktidarı sermaye odaklı rant politikaları ve neoliberal ekonomi politikalarıyla doğaya, işçi ve emekçilere dört bir yandan saldırıyor. Yaşam alanlarını yok edecek maden ocakları, termik santraller vb projeleri her geçen gün hayata geçirilirken; doğası, suyu, hayvanlar için direnen yerli halkın karşısına açlık ve yoksullukla yaşamaya, işsizliğe mahkum ettiği işçileri çıkarıyor.
Doğayı karı için gözden çıkaran patronların en bilindik yalanı ise yapılan ÇED toplantılarında, "şu kadar kişiyi tesiste çalıştıracağız, bölge halkına istihdam sağlayacağız" oluyor. İşte bu noktada yaşam alanları için direnen halk ve işçiler karşı karşıya geliyor.
Gözü dönen patronlar, iktidarın ve yargının da korumasıyla direnen halka her türlü saldırıyı beis görmezken, sarı sendikaları da maşa olarak kullanıyor. İşsiz kalacağı tehdidiyle işçileri direniş kırıcı olarak kullanmaya çalışıyor. Direnişe katılan yahut destek veren işçileri işten atarak diğer işçilere göz dağı veriyor.
EMEK VE EKOLOJİ BİRBİRİNDEN AYRILAMAZ
Oysa ki düşman tek sömüren sermaye sınıfı. İstihdam adı altında çalıştırılan işçiler yaşamını yitirmesine neden olacak zehirli maddelere doğrudan maruz kalıyor. Sırf bunun için dahi işçinin ekoloji mücadelesinde olması gerekiyor. Peki emek ve ekoloji mücadelesi nasıl yan yana gelecek, emeğin ekolojisi nasıl yürütülecek, açlık ve yoksulluğa mahkum edilen işçiyi ölümü pahasına savunduğu işinden vazgeçirip nasıl örgütlü mücadeleye dahil edeceğiz.
İşçi hareketinin en büyük direnişlerinden 15-16 Haziranın 53. yılının ön günlerinde Akbelen direnişçilerinden Deniz Gümüşel ile emeğin ekolojisini konuştuk.
'SÖMÜRÜ İLİŞKİSİNDE, SÖMÜRÜLEN TARAFLAR BİRBİRİYLE DAYANIŞMALI'
Gümüşel, "neden işçi sınıfı, ekoloji mücadelesinin bir parçası olsun" soruma şu yanıtı verdi: "Birkaç boyutu var meselenin. Birincisi çok net kapitalizm, sermayedarlar iki temel birlik üzerinden artı değere el koyuyor. Birincisi doğal varlıklarla sağlanan ham madde girdisi diğeri ise insan emeği. Bu çok temel gerçeklik kapitalist üretimin başlangıcından beri bu şekilde. Zamanla değişen bir şey değil bu ikisine muhakkak ihtiyaç duyuyor. Ve bunu sömürü düzeyinden kullanıyor. Hem doğayı sömürüyor kapitalist üretim süreçlerinde hem de insan emeğini. Sömürü ilişkisi içerisinde sömürülen tarafların birbiriyle dayanışması lazım. Sisteme karşı mücadelede bu iki ana girdinin kaynaklarının bizim elimizde olduğunu, bizim inisiyatifimizde olduğunu kavrarsak mümkün olacak. Dolayısıyla emek ve ekoloji mücadelesi birbirinden ayrılamaz."
'İNSAN BEDENİNİN SÖMÜRÜSÜ SİSTEMATİK VE YASALLAŞTIRILMIŞ SALDIRIDIR'
Termik santrallerde, maden ocaklarında vs işçiler doğrudan hayatını kaybetmesine, meslek hastalığına yakalanmasına neden olacak zehirli gazlara maruz kalıyor. Sömürü ilişkisini biraz daha açmasını istediğim Gümüşel, "Sermayedar sadece insan bedenini, emeği sömürmüyor ki. İnsanın sağlığını ve yaşam hakkını da sömürerek üretimi sürekli hale getirebiliyor. Yani aslında ekolojik yıkımın ilk etapta yaşandığı noktada işçi bedenini yıkıma uğratarak devamlılığını sağladığından bahsediyoruz. Örneğin termik santraller, içerisindeki hava kalitesi bizim dışarıda soluduğumuzdan havanın kalitesinden daha kötü. Kömür yaparken ürettiği hava kirliliğinden daha fazlasından çalışan emekçiler zarar görüyor. Şu ayrıntıyı da vereyim, bu tesadüfi bir sömürü ya da saldırı değil. İnsan bedenine yönelik sistematik hatta yasallaştırılmış bir saldırıdır" dedi.
'YÖNETMELİK, PATRONA İŞÇİ METALAŞTIRMASI İÇİN SINIRSIZ AYRICALIK VERİYOR'
Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliğine işaret eden Gümüşel, "Kirleticiler için hava kalitesini bozan belirli limitler koyuldu. Termik santrallerin bacasından çıkacak partikül madde miktarı bellidir. Yönetmelik şöyle diyor, 'bu üretimin yapıldığı işyeri kapsamındaki alanlarda bu yönetmeliğin sınır değerleri uygulanmaz.' İnsan sağlığına zararlı olduğu için kirleticilere sınır koymuştur. Ama birinci elden kirliliğe maruz kalan işçinin en az sekiz saat geçirdiği işyerini mevzuat es geçmiştir. Patrona diyor ki, 'sen kanser yapan partikül madde miktarını bu değerlere çekmek zorunda değilsin, termik santralde ya da fabrikada işçinin sağlığını dilediğini gibi kullanarak metalaştırabilirsin'" sözleriyle yasanın patronlara tanıdığı sınırsız ayrıcalığı aktardı.
'BAŞARILI OLAMAZSAK İLK ZARAR GÖRECEK İŞÇİ BEDENİ VE SAĞLIĞIDIR'
İşçinin ciğerlerini kurban etmeden üretim yapma imkanı olmadığını altını çizen Gümüşel, mevzuatın yasallaştırılmış bir sömürü olduğunu da ekledi. Bunun için ekoloji ve emek mücadelesinin birlikte yürütülmesi gerektiğini dile getiren Gümüşel, şöyle devam etti: "Hava kirliliğinin önlemeye yapacağımız her adım aynı zamanda kirliliğe birinci elden maruz kalan işçinin sağlığını ve yaşamını korumaya yönelik bir adım. Başarılı olamazsak, mücadele etmezsek ilk etapta bu yıkımdan zarar görecek işçinin bedeni ve sağlığıdır."
'SERMAYE, EKOLOJİ MÜCADELESİNİ ORTA SINIF BİR HOBİ GİBİ GÖSTERİYOR'
Burada araya giriyorum. İşçi aldığı asgari ücretle günü kurtarma, işini kaybetmeme savaşı verirken doğayı sömürürken hem bedenini hem de sağlığını sömüren patrona karşı işçiyi nasıl örgütleyeceğiz? Gümüşel, şu yanıtı veriyor: "Temel bir çelişki ve maalesef sermaye tarafından da ekoloji hareketini bastırmak için mücadeleyi kitleler karşısında, kamuoyu karşısında, emekçiler karşısında haksız, bir orta sınıf hobisiymiş gibi göstermek için akıllıca kullanılan bir temel çelişti.
"Sınıf mücadelesini genişletebilirsek, işçiye emeğini satarak geçinme durumunda olmadığını aslında belirleyici olan gücün emek gücü olduğunu anlatabilirsek orada ne kadar siyasallaştırabilirsek işçi sınıfını bu çelişkiyi yenebiliriz. Kolay olmadığını biliyorum ama daha gündelik mücadele alanlarında ne yapabiliriz. Karşı karşıya değil yan yana olduğumuzu net bir dille emekten yana olduğumuzu ifade etmeliyiz.
'SARI SENDİKA TOPRAĞI İÇİN DİRENEN KÖYLÜLERLE İŞÇİLERİ KARŞI KARŞIYA GETİRDİ'
Ekonomik anlamda da dayanışma mekanizmalarını örgütlemeliyiz. İkizköy'den örnek vermem gerekirse Türk-İş'e bağlı Maden-İş -biliyorsunuz sarı sendika-, işçileri sendikada örgütleyerek toprağı için direnen köylülerin karşısına getirmeye çalıştı. Eğer Akbelen direnişi devam eder ve maden sahası kapatılırsa 2 bin kişilik emekçi nüfusun işsiz kalacağı söylendi. İkizköy, Akbelen'de işçi olarak termik santrallerde ve madenlerde çalışan emekçiler o kadar toprakla iç içe ki tarım yaparak bile -neoliberal tarım politikalarının gölgesini bir kere bırakarak söylüyorum- hayatlarını geçindirebilecek zenginliğe, varlığa sahipler.
'ŞİRKETLERE VERİLEN TEŞVİK YEREL HALKA VERİLSİN'
Bölgenin zeytin ve zeytinyağı potansiyeline ilişkin yakın zamanda bir rapor yayımlandı. Termik santrale tek bir kalem teşvik 260 milyon Türk lirası. Bu para şirketlere değil yöredeki küçük çiftçiye, üreticiye verilirse zeytin ve zeytinyağı işletmeciliği üzerinden 70 tesis kurulabilir, bu tesisler 800 işçiye kadar istihdam sağlayabilir. Bu sadece bir yılda termik santrallere verilen tek bir kalem teşvikle yapılacak yatırım. Siz bölge insanının tarımsal üretim konusunda destekleyin katma değerli ürünler haline gelmesi için örneğin zeytinyağı, sabun, deterjan gibi... 800 insan çok daha sağlıklı koşullarda, insan onuruna yakışır koşullarda termik santralde ve madende karşılaştıkları sağlık risklerine maruz kalmadan; zeytin yapabileceği, hayatlarını geçindireceği, gelişeceği işlere, mesleklere sahip olabilirler.
'EMEK VE EKOLOJİ ÇELİŞKİSİ SERMAYENİN ALGI OPERASYONU'
Emek ve ekoloji mücadelesi arasındaki çelişki tamamen yapay, sermayenin göz boyaması, algı operasyonu. Biz kaynakları eşit, kamu yararına paylaştığımız sürece toprağımızı, ürünümüzü besleyecek kadar zengin, alternatif bir ekonomi kurabiliriz. Örneğin kooperatifler aracılığıyla yapabiliriz bunu. Büyük şirketleri tamamen denklemden çıkararak yöre insanını hayatta kalabileceği yerel ve güçlü ekonomiyi, kimseyi arkada güvencesiz bırakmadan emekli olma hayalinden vazgeçmek zorunda bırakmadan hayatta kalabilecekleri bir kamucu politika izlenebilir. Bu mücadeleyi kazanabiliriz."