Sivil faşist teröre karşı mücadele
Ankara’da gerçekleşen iki şiddet olayı, sivil faşist şiddet dinamiğinin olağan gündelik toplumsal hayatta boyutlanmasının çok özel bir fotoğrafını veriyor bize. Müzisyen Onur Şener’i “Ölürüm Türkiyem” marşını söylemediği için bedenini cam parçalarıyla keserek katleden, biri bürokrat üç devlet kadrosu da sivil faşist örgüt referansıyla bu konumlarına yerleşmişler. Üçünün de adli sicili çeşitli suçlar işlemeleri nedeniyle bozuk. Devlete kadro alımında normal bir yurttaşa uygulanan tüm prosedürler askıya alınarak devlet görevine alınmışlar. Çünkü, faşist devlet örgütlenmesi için makbul olan sivil faşist olmalarıdır.
Ankara’da müzisyen Onur Şener, devlet bürokratı ve teknokratlarından oluşan faşist lümpen bir grup tarafından vahşice katledildi. Aynı gün Adalet Bakanlığı Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı Daire Başkanı Serkan Tüzün evli olduğu kadını silahla öldürdü. Bir gün sonra Bursa’da emekli polis olan Gürkan Erol tartıştığı iki pazarcıyı beylik silahıyla ağır yaraladı. Tüm bu şiddet eylemlerinin gerçekleştiği zaman zarfında Savunma Bakanı Hulusi Akar, Isparta Ülkü Ocaklarını ziyaret ediyordu. Kurumsal faşizmin aile albümünden sayfalar biçiminde önümüze serilen görüntüler faşist terör rejiminin ne denli olağan, sıradan ve toplumsal hale getirildiğini tüm çarpıcılığıyla sergiliyor. Varlığını yakıcı tarzda duyuran ve sürekli artan bu sivil faşist terör pratikleri, faşist şeflik rejiminin üzerine yükseldiği siyasal ve toplumsal kaynakları da kör göze parmak misali herkese gösteriyor. Aynı zamanda politik islamcı faşist şeflik rejiminin güncel siyasal gerçekliğini yalın biçimde betimliyor.
Egemen sınıfların faşist terör rejimi iki katmanlı olarak ezilen ve sömürülen milyonlara tatbik edilir. Bilindiği gibi devlet terörü yasal ve yasadışı biçimleriyle sürekli devrededir. En kapsamlı sömürgeci savaştan polis terörünün her biçimine, yargı teröründen hapishanelere uzanan devlet şiddeti bir egemenlik aracı ve yönetme tarzı olarak kullanılır. Halihazırda politik islamcı faşist şeflik rejimi koşullarında devlet terörü en kapsamlı, sınırlandırılmamış ve keyfi biçimlerde uygulanıyor. Faşist rejimlerde devlet terörünü tamamlayan ikinci bir terör biçimi ise sivil faşist terördür. Egemen sınıfların devleti tarafından örgütlenen ve kullanılan sivil faşist terör, her ülkede farklı siyasal ve toplumsal örgütlenme formlarıyla ortaya çıkar.
Paramiliter faşist parti örgütlenmeleri, sendikalar, dernekler, spor kulüpleri vs. bu örgütlenmelerin başlıcalarıdır. Türkiye’nin yakın tarihindeki Milli Türk Talebe Birliği, Komünizmle Mücadele Dernekleriyle başlayıp Komando Kamplarıyla paramiliter parti MHP’ye sıçrayan sivil faşist terör şebekesi tüm 70’li yıllar boyunca bir kontrgerilla örgütü ve iç savaş aparatı olarak işlev gördü. Devrimci ve demokratik harekete karşı paramiliter vurucu güç olarak kullanıldı. MHP dünden bugüne faşist diktatörlüğün sivil faşist terör örgütlenmesi olageldi. Paramiliter parti olarak rolü her dönem faşist devletin ihtiyaçlarına göre biçimlendi. Politik islamcı faşist şeflik rejimiyle belirlenen günümüz koşullarında MHP hala en güçlü ve iktidar ortağı parti olarak sivil faşizmin en büyük odağı ve örgütlenmesi durumundadır. Ancak sivil faşist örgütlenme salt MHP’yle sınırlı değildir. BBP, Alperen Ocakları, yeni kurulan ırkçı Zafer Partisi gibi soy Türkçü geleneksel ve yeni faşist çeteler sivil faşist örgütlenmenin en önemli Türkçü bölüğünü oluşturuyor.
Sivil faşist hareketin ve örgütlenmenin diğer kanadı ise Türk-İslam sentezci ideolojik şemsiye altında toplanıyor. Politik islamcı örgütlenmeler, kimi tarikat ve cemaatler, Osmanlı Ocakları, SADAT’a bağlı kimi örgütler, islamcı vakıflar vs. bu yeni islamcı sivil faşist hareketi oluşturuyor. Kuşkusuz sivil faşist hareket ve güç devasa bir örgütler toplamına yaslanıyor. Sendika konfederasyonlarından sermaye örgütlerine değin geniş bir toplumsal alanı kapsıyor. Bu bağlamda sivil faşist örgütlenmeler faşist devletin toplumsal tabanını oluşturur.
Türkiye’de sivil faşist örgütlerle devletin ilişkisi simbiyotik olmuştur. Karşılıklı olarak birbirini besleyen bu ilişkide faşist devlet sürekli bir kitle desteği bulmuş, faşist rejimle yönetmeyi bu yolla da meşrulaştırmıştır. Özellikle Kürt ulusuna karşı yürütülen sömürgeci savaşta egemen Türk ulusunun kitlesel desteğini sağlamada faşist partiler temel rol oynamaktadır. Faşizmin toplumsallaşmasının doğrudan araçları olan sivil faşist örgütler aynı zamanda devletin ana kadro gücünü de temin ederler. Sivil faşist hareket ve örgütlenmeler devletin faşist temelde örgütlenmesinde her zaman öncelikli olmuşlardır. 15 Temmuz’dan sonra fiili varlığını ilan eden politik islamcı faşist şeflik rejimi koşullarında faşist devlet yeniden reorganize edildi. MHP ve AKP öncülüğünde devletin temel ve kritik tüm kurumları yeni kadro gücü ve bileşimiyle yeniden inşa edildi, biçimlendirildi. Ordu, polis, MİT, yargı başta gelmek üzere, faşist devlet aygıtı politik islamcı faşistler ve MHP’nin yer aldığı sivil faşist kuvvetlerle yeni baştan dizayn edildi. Geride kalan yıllarda tüm devlet kurumlarında yüzbinlerce kadro tasfiye edilerek yerine politik islamcı ve sivil faşist güçler ikame edildi. Bu süreç boyunca AKP ve MHP’nin merkez, il ve ilçe örgütlerinin kelimenin tam anlamıyla devlete kadro alma ve örgütleme büroları olarak çalıştıklarını biliyoruz. Faşist şeflik rejimi böyle yaratıldı. Yeni rejimin paydaşı olan faşist partiler, tarikat ve cemaatler, mafyalar devletin parsellenmiş kadro alanlarına gelip yerleşti. O kadar açıktan bir paylaşım gerçekleşti ki, hangi bakanlığın hangi tarikat kadrolarının denetiminde olduğu herkesçe biliniyor. Devlet düzenini ve dümenini elinde tutan yeni faşist devlet koalisyonu iktidar gücünün tüm nimetlerinden sonuna kadar faydalanıyor. Devletin faşist karakteriyle özdeşleştikçe toplumsal alanı faşistleştirme ve gücünü büyütme yolundan ilerliyorlar. Sivil faşist hareket olarak devlete yerleşen güçler, devlet imgesinde ve nazarında bir toplum inşa etmeye girişiyor. Tarihsel tecrübe ve güncel veriler ve gerçeklikler bu durumlarda sivil faşist güçlerin devlete yaslanarak sivil terörü geliştirdiklerini göstermektedir. Devlet terörünün yanında konumlanarak onu hem meşrulaştıran hem de sivil terör biçimleriyle tamamlayan sivil faşist hareket, esasen zora ve korkuya dayalı bir toplumsal hegemonya aracı rolü oynuyor ve egemenlerin yönetmesini kolaylaştırıyor.
Sivil faşist terör devrimci bir durum ve iç savaş koşullarında açık paramiliter örgütlenmeler biçimleriyle ortaya çıkar ve kıyıcı bir terör pratiğine başvurur. MHP’nin ‘70-‘80 arası pratiği esasen bu karakterdedir. Fakat bu koşulların olmadığı zamanlarda da sivil terör değişik şiddet ve baskı biçimleriyle devletin siyasal ve pratik hizmetinde çalışır. Örneğin kitle pasifikasyonu yaratmak için öteden beri üniversitelerde faşist saldırılar örgütlemek en sık başvurdukları şiddet biçimidir.
Ankara’da gerçekleşen iki şiddet olayı sivil faşist şiddet dinamiğinin olağan gündelik toplumsal hayatta boyutlanmasının çok özel bir fotoğrafını veriyor bize. Müzisyen Onur Şener’i “Ölürüm Türkiyem” marşını söylemediği için bedenini cam parçalarıyla keserek katleden, biri bürokrat üç devlet kadrosu da sivil faşist örgüt referansıyla bu konumlarına yerleşmişler. Üçünün de adli sicili çeşitli suçlar işlemeleri nedeniyle bozuk. Devlete kadro alımında normal bir yurttaşa uygulanan tüm prosedürler askıya alınarak devlet görevine alınmışlar. Çünkü, faşist devlet örgütlenmesi için makbul olan sivil faşist olmalarıdır. AKP veya MHP referansları yeterlidir. Devlet gücüne sırtını yaslayan bu faşistler, üniformasız polis rolü oynuyorlar. Toplumsal ilişkiler düzleminde herkese emretmeyi ve tahakküm etmeyi kendilerine hak görüyor, tüm topluma itaati dayatan politik islamcı şeflik rejimi gibi itaat bekliyorlar.
Alperen Ocaklarından yargı bürokrasisine transfer edilen diğer bir katil olan Serdar Tüzün’ün beklediği faşist prosedür de aynı biat ve itaattir. Faşist hegemonyanın bir yordamı olarak uygulanan biat ve itaat politikasını kabul etmeyenlere karşı devreye giren faşist sivil şiddet giderek boyutlanıyor. Kadınlara yönelik sivil faşist terör dosdoğru bu vasatta ürüyor ve politik islamcı faşist rejimden güç ve destek alıyor. Sivil terörün devletin örgütlü yapısı ve çevresinde artarak gelişmesinin çok temel nedeni faşist devletin kendilerini koruyup esirgeyeceği inancıdır. Devlet kadrolarının ve sivil faşistlerin açık suçlarının cezasızlık politikalarıyla ödüllendirilmesi bu inancı sürekli kılıyor. Alaattin Çakıcı gibi faşist mafya ve kadın katillerinin af düzenlemesiyle hapishaneden çıkarılması sivil faşist terörü meşrulaştırıyor. Çünkü devlet sivil faşist teröre kitle pasifikasyonu ve toplumsal hegemonya için ihtiyaç duyuyor. Ankara’da vuku bulan sivil faşist terör eylemleri emekçi sol hareketimiz için uyarıcı olmalıdır. Faşizme karşı mücadelenin özel bir teşhir ve mücadele konusu olarak ele alınmalıdır. KHK marifetiyle Barış Akademisyenlerini, binlerce KESK üyesini işten atan faşist şeflik rejiminin neyi hedeflediği en geniş kitlelere anlatılmalıdır. Sivil faşist teröre karşı teşhir, tecrit ve faşist odakları ve ablukaları dağıtma mücadelesi eylemli bir biçimde geliştirilmelidir. Faşist teröre karşı mücadele araç ve biçimlerini örgütleme yolundan yürünmelidir. Egemen sınıflar devlet terörü ve sivil faşist terörle emekçi halklarımıza saldırırken her türlü şiddete karşı olduğunu açıklayan emekçi sol özneler faşizme karşı bir direniş örgütleyemez. Zoru zor bozar. Tarihin tecrübesi ve öğüdü bize bunu söylemektedir. Günün yakıcı göreviyse emekçi semtler ve üniversiteler başta gelmek üzere antifaşist özsavunma örgütleri inşa etmek ve işlevlendirmek olarak önümüzde durmaktadır.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 07 Ekim tarihli 83. sayı başyazısı.