5 Kasım 2024 Salı

Sıradışı insanların sıradışı fotoğrafçısı: Diane Arbus

Demir Çeneli Melekler, sizleri dünyanın sokaklarını adımlayan kadınların yaşamlarını keşfe çıkarıyor! Tarihin sayfalarında gizlenen kadınların hayatları, umutları ve mücadeleleri Kibele'nin nefesiyle ulaşıyor. "Hayatın her alanında savaşmak istiyorum" diyerek tarihe iz bırakmış kadınların hikayeleri Mart ayı boyunca her gün ETHA'da.
Adı Diane Arbus. 20. yüzyılın en çok tartışılan kadın fotoğrafçısı. Toplum tarafından anormal olarak görülen marjinalleri fotoğrafladı. Objektifine yansıyan acı ve keder dolu yüzleri dünyayla buluşturdu. Eşcinseller, cüceler, devler, fahişeler onun çarpıcı yorumuyla yansıdı. Diane Arbus, toplumda marjinal veya ötekiler olarak algılanabilecek kişileri fotoğraflamasıyla ün kazanmış bir kadın.
 
95 yıl önce bugün, 14 Mart 1923'de ABD'de doğan Arbus, 20. yüzyılın en çok tartışılan kadın fotoğrafçısıdır. Asıl adı Diane Nemerov'dur. Zengin bir ailede dünyaya gelen Arbus, çocukluk ve gençlik dönemlerini ünlü olan şair ağabeyi Howard Nemerov'un gölgesi altında, bulanımlarla geçirir. Kişiliğinde derin etkiler bırakan dönemlerin ardından, 18 yaşında Allun Arbus'la evlenir ve fotoğrafçılığa da eşinin desteğiyle başlar.
 
İki kız çocuğuna sahip olan Diane, yıllar geçtikçe kendini bir fotoğrafçıdan çok, hayatını kocasına ve çocuklarına adamış bir kadın olarak görmeye başlar. Sanatsal içgüdülerini de bastırmaya çalışır. Diane ve Allen'in 1957 yılında çatırdamaya başlayan ilişkileri 1959'da boşanma ile son bulur ve bu ayrılık Diane'in kendi çizgisini oluşturma yolunda önemli adımlardan biri olur. Diane Arbus, fotoğrafçılıktaki başarısını özgür bir kadın olduktan sonra yakalar.
 
Değişik dergilerde fotoğrafçılık yaptıktan sonra başladığı portre tarzı, Arbus'u diğer fotoğrafçılardan ayırmaya başlar. Seçtiği kişiler, toplumdaki en ayrıksı ve marjinal kesimlerdir. Akıl hastalarından down sendromlu hastalara, cüceler ve devler, travestiler, fahişeler onun objektifinden dünyaya yansır.
 
Diane Arbus'un bu kesimlerle kurduğu ilişki çok içtendir. Şöyle der: "Onlara tapmaya başladım ve hala da tapıyorum. Onlar elbetteki en iyi arkadaşlarım değiller ancak bana farklı hissettiriyorlar. Hayatları bir efsane ve bu efsanede yoğun kalite var. Bir peri masalında sizi durdurup soru sorabilecek insanlar gibiler. Çoğu insan, onların hayatları boyunca pek çok travmayla başa çıkmak zorunda olduğunu düşünür, halbuki onlar travmalarıyla doğuyorlar. Onlar hayattaki sınavlarını çoktan vermişler. Onlar kesinlikle seçkin, aristokrat!"
 
Moda ve magazin dergilerinden yavaş yavaş uzaklaşan Arbus, 1960'ın başlarında fotomuhabir olarak çalışmaya başlar. Kullandığı fotoğraf makinasını yeni bir teknikle buluşturur ve fotoğrafçılıkta groteks tarzını başarıyla uygular. 1963'de Guggenheim ödülünü alır. Bu ödül ona, sanatına daha fazla yoğunlaşma imkanı sağlar. İkinci ödül ise 1966'da gelir. 1967'de dünyanın en önemli sanat müzesi olarak görülen New York'taki Modern Sanat Müzesi'nde çalışmaları sergilenir ve böylece Arbus çok geniş bir izleyici kitlesine ulaşarak "garip" fotoğrafçılığını bir anlamda kamuoyuna kabullendirmiş olur.
 
Gün ışığında dahi flaş kullanarak, 4x4 boyutlarında, siyah beyaz ağırlıklı ve çoğunlukla geniş açı lens kullanarak çektiği fotoğraflar insanın içini acıtan grotesk eserlerdir ve fotoğrafladığı yüzlerin çoğunda garip, hatta tedirgin edici ifadeler dikkat çeker.
 
Arbus, en üretken döneminde intihar ederek yaşamına son verdiğinde yıl 1971'di. Ölümü en az fotoğrafları kadar tartışıldı. Arbus'un intihar anlarını fotoğrafladığı iddia edilse de bir kanıt bulunamadı.
 
Arbus'un fotoğrafları ününü korumaya devam ediyor. Hayatı "Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus" adlı film ile beyaz perdeye taşınan Arbus'un "Tıpa tıp İkizler" adlı fotoğrafı 2004 yılında 478 bin dolara satılarak dünyanın en pahalı altıncı fotoğraf baskısı oldu.