KADIN
Sınıf savaşımının kadın bölükleri ve 1 Mayıs - Doğa Asiman
Kadınlar, bu yüzyılı kadın rengine boyamak ve kadının sesini yaşamın her yanına yayma iradesini, örgütleme gücünü tarihinde yarattığı direnişlerle, işçi kadın önderleriyle ve bu mücadelede toprağa düşen filizleriyle yeşerterek ilerleyecektir. Ve 1 Mayıs alanları da baharın coşkusu ve gücüyle bu filizleri çiçeğe dönüştürecektir.
Dünyanın dört bir yanında, insanlığa karşı olan faşizmin, ırkçılığın, ulusal, cinsel, kimliksel her türlü baskının karşısında gelişen her mücadelede kadınlar yer almışlar ve direnişin ön mevzilerinde yer tutmuşlardır.
Özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla birlikte kadın toplumsal yaşamın dışına itilerek erkeğin mülkü haline getirilmiş ve yaşamı dört duvar arasına hapsedilmiştir. Kadın binyıllardır süregelen bu köleliğe karşı isyan çığlıklarını yükseltse dahi tarihin tozlu sayfaları kadını daima kurşun kalemle silik biçimde yazmış ve istediği zamanda bu tarihi bir çırpıda silivermiştir ya da değiştirmiştir.
EVİN ZİL SESİNDEN FABRİKA DÜDÜK SESİNE DOĞRU
19. yüzyıl, bir önceki yüzyıldan devralınan çelişkilerin derinleşerek sürdüğü, toplumsal değişimlerin ve devrimlerin başlangıcı da oldu. Sanayi Devrimi'yle birlikte büyük ölçekli üretime geçilerek, toplu ve hızlı üretim ağları kuruldu. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte kadınların, erkeklerle beraber iş gücünü satmak üzere evlerinden çıkıp fabrikalara doluştuğu, üretime geniş çapta dahil olduğu bir süreç başlar. Kapitalizm, bir yandan kadını ucuz iş gücü olarak üretime dahil ederken, yani üretimi toplumsal karakterine büründürürken bir yandan da mülkiyetin özel karakterini, bununla bağlantı olarak da kapitalizmin erkek egemen karakterini güçlendiren aile yapısının sürekliliğini sağlamak için çalışır.
Kapitalizm, kendi mezar kazıcısı olan proletaryayı da yarattı. İşçi kadın ise ezilmişliğini iki kat daha fazla yaşamaya başladı. Dünyası ev olan kadın kapitalizmin gelişmesiyle gittikçe toplumsallaşan üretimin her alanında ucuz iş gücü olarak yer bulabildi. Böylelikle kadınlar her yerdeydi. Fabrikalarda, atölyelerde, kantinlerde, hastanelerde, okullarda, kulüplerde, gazetelerin haber merkezlerinde, ilçe komitelerinde, sendikalarda yani kısacası yaşamın her alanında.
Kapitalizm, işçi sınıfının tüm haklarını gasp ederek büyüdükçe, kapitalizmin yarattığı çelişkiler örgütlülük bilincini yükseltmiş, politik ve sendikal faaliyetler arttırmıştı. İşçi sınıfının arasından yükselen isyan çığlıkları kadınların örgütlenmesinde, grev, boykot gibi birçok eylemselliğin içerisinde kadının kendini bulmasını sağlamıştır. Yaşamın yarısı olan kadınlar; yeryüzünün yapıcıları, üreticileri olarak çalışırken ezilen cins kimliğiyle hem işçi sınıfı mücadelesinde 8 saatlik iş günü için hem de eşit işe eşit ücret alamama, güvenliksiz çalışma koşulları, iş yerlerinde mobbing, taciz ve tecavüzün karşında mücadele yürüttü. Yükselen toplumsal mücadelelerde yapıcı rol oynadı.
Kadınlar iş, ekmek, özgürlük, işçi sağlığının korunması, annelik yardımı, kooperatif evleri ve yalnızca mülk sahibi kadınlar için değil bütün kadınlar için oy hakkı gibi talepler uğruna mücadele edip ve önemli haklar elde ettiler.
GERÇEKLEŞMİŞ OLANI AŞMAK İÇİN KENDİ TARİHİMİZDEN ÖĞRENMEYE
Şöyle bir geçmişe gittiğimizde, tarihsel deneyimlerden kimileri özel inceleme gerektirir. Bunlardan biri maden ocaklarında çalıştırılan kadınların deneyimidir. Kapitalizmin ilk dönemlerinde ucuz iş gücü sağlamak amacıyla çalıştırılan kadınların ilk durağı maden ocakları olmuştur. Yüzlerce metre aşağıda yarı çıplak halde çalıştırılan kadınlar, ağır yük küfeleri, kireç, kömür ya da benzeri maden tozlarına maruz kalmıştır. Bedenlerinde kalıcı hasarlarla birlikte her doğumda ya da regl dönemlerinde bu ağır çalışma koşullarının etkisini yaşamışlardır. Kadınların madenlerde çalıştırılmasına karşı verilen mücadeleler ancak 1842 yılında kazanımla sonuçlanmıştır. Bir diğer deneyim 1889'da Londra'da yaşanan Kibritçi Kızlar grevidir. Kibritçi kadınlar, East End'deki Bryant ve May fabrikalarında son derece düşük ücretlerle ama çok ağır koşullar altında günde 14 saat çalışıyorlardı. Yemeklerini dahi çalışırken yiyebiliyorlardı. En küçük hatalarında patronları tarafından verilen "ceza"lar ücretlerinden kesiliyordu. Çoğu kadın, kullanılan "beyaz fosfor" nedeniyle hastalanıyordu. Çene kemikleri çürüdüğü için yemek yiyemiyorlardı. 1888'de bir kadın işten atılınca, A. Besant adlı aktivist kadın yazar, kibrit fabrikasını konu alan "Londra'da Beyaz Kölelik" başlıklı bir yazı yayınladı. Yazının ardından fabrikada artan baskılar ve öncü işçilerin işten atılması üzerine işçi kadınlar greve başladılar. Binlerce kadın işçinin katıldığı grev büyük destek gördü. Grevin sonucunda işçilerin fosfor bulaşmamış bir salonda yemek yemeleri sağlandı, "ceza" kaldırıldı, ücretler yeniden düzenlendi ve kadın işçilerin kurduğu sendikalar tanındı. 1908'de ise "beyaz fosfor" maddesi mücadele sonucu yasaklandı.
Kendi tarihimizin önemli deneyimlerinden olan 1857'de New York'ta dokuma işçisi kadınların 8 Mart'ı yaratan grevi ve 1909'da Manhattan'da 20 bin gömlek işçisi kadının katıldığı grevler, kadın işçilerin kazanımlarıyla sonuçlanmış diğer kitlesel grevlerdendi.
Türkiye ve Kürdistan söz konusu olduğunda işçi sınıfının tarihi kapitalizmin bu topraklardaki gelişimiyle doğrudan bağlantılıdır. Sanayileşme ilk olarak, 16. ve 17. yüzyılda, Hristiyan ve Yahudi toplumu arasında, özellikle dokumacılığın çeşitli kollarında gerçekleşti. Batılı anlamdaki fabrikaya geçiş ve işçileşme süreci ise 19. yüzyıla rastlar. Müslüman kadınların fabrikalarda çalışmaya başlaması 1860'lardadır. Sonraki yıllarda işçi sınıfı mücadelesi Osmanlı sınırları içerisinde belirginleşmeye başlar. Ağır çalışma koşulları gündemdedir. 20. yüzyılın başlarında işçi grevleri yaygınlaşırken, 1910 ve 1912 arasında genellikle kadınların çalıştığı tütün ve dokuma işkolunda büyük grevler gerçekleşmiştir.
1960'lı yıllara kadar hem kurulmaya çalışılan kadın örgütlerinin programlarında hem de grev ve toplumsal mücadelede; eşit işe eşit ücret, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve kadın sağlığına ilişkin taleplerle birçok işyerinde mücadeleler yürütülmüştür.
Toplumun tüm kesimlerini hedef alan gözaltı, tutuklama ve ölüm saldırılarının sokaklarda hüküm sürdüğü 1970 ve 80'li yıllarda askeri faşist darbelerle işçi sınıfı hareketi üzerinde de yoğun bir baskı kuruldu, işçilerin ekonomik ve demokratik kazanımları gasp edildi, sendika ve kitle örgütlerinin kapısına mühürler vuruldu. 12 Eylül darbesinin erkek egemen yüzü, kadınlara yönelik saldırılarda kadın kitle örgütlerini kapatarak, siyasi partilerin kadın kollarını yasaklayarak, gözaltında cinsel taciz ve tecavüzü kadın bedenini aşağılamanın bir politikası olarak izleyerek kendini gösterdi.
1980'li yılların sonlarında gelişmeye başlayan ve '89 Bahar Eylemleriyle doruğa çıkan işçi hareketiyle birlikte, diğer demokratik talepli toplumsal hareketlerde de artış görüldü. Özellikle birçok fabrikada kadın işçilerin grevleri bu döneme damgasını vurdu. Ve geçmişten bugüne baktığımızda, işçi sınıfının kadın bölükleri Tedi, Avon ve Flormar örneklerinde olduğu gibi birçok fabrikada haklarının gasp edilmesi, iş saatlerinin düzenlenmesi, iş yerlerindeki cinsiyetçi uygulamalara karşı grev halaylarının başını çekiyorlardı.
BU MÜCADELEDE TOPRAĞA DÜŞEN FİLİZLERLE YEŞEREREK İLERLEYECEK
Sınıf mücadelesinin şanlı günüdür 1 Mayıs. Bu mücadelede pek çok işçi önderi yetişti ve devrimci pratikleriyle bizlere yol gösteriyor. İsimlerini bildiğimiz, duyduğumuz, andığımız yoldaşlarımızın dışında isimleri bilinmeyen, duyulmayan sayısız sıra neferi de kanını işçi sınıfının devrim mücadelesine akıtmaktan geri durmadı.
Fabrikanın düdüğüne karışan sloganların sesinden bugünün devrimci rüzgarına karışan 1 Mayıs coşkusu bir başka ezgiyi daha duymayı zorluyor. Bu ezgi bugüne kadar duyulmayanı duymanın, görülmeyeni görmenin çağrısını taşır. Ve bugün o rüzgâr, sınıf mücadelesi veren işçi kadınların sesini kulağımıza taşımaktadır.
Burjuvaziye karşı yürütülen mücadelenin bütününde olduğu gibi 1 Mayıs'ta da kadınların rolü yeteri kadar tartışılmaz. Bu zamana kadar verilen emekleri, ödenen bedeller görünmez. Oysaki devrimin temel gücü proletaryanın önderleri arasında emekleriyle, direngenlikleriyle, akıllarıyla var olan ve sosyalizm mücadelesinde önemli roller üstlenmiş kadın devrimciler vardır. Tıpkı o yaygın kullanılan afişte olduğu gibi, 1 Mayıs'ı sadece bir erkek işçinin kaslı kolları arasında tarifleyen 'öğretilen devrimcilik', kadının sınıf mücadelesindeki rolünü de görünmez, duyulmaz ve bilinmez kılar.
Dünden bugüne kadının tarihte tuttuğu yer ve bu mücadele içerisinde ulaşmış olduğu düzey bize 21. yüzyılın kendisini kadın devrimleri çağı olarak örgütleyeceğine işaret ediyor. Yüzyıllardır mücadele eden, ezilen, bugünkü haklarımızın dişiyle tırnağıyla yaratıcısı olan emekçi kadınlar, yürünecek yolu açarak gösterdiler.
Kadınlar, bu yüzyılı kadın rengine boyamak ve kadının sesini yaşamın her yanına yayma iradesini, örgütleme gücünü tarihinde yarattığı direnişlerle, işçi kadın önderleriyle ve bu mücadelede toprağa düşen filizleriyle yeşerterek ilerleyecektir. Ve 1 Mayıs alanları da baharın coşkusu ve gücüyle bu filizleri çiçeğe dönüştürecektir.