24 Kasım 2024 Pazar

Sıklaşan Safların Ortaklığı: Ürdün Ayaklanması

Nihayetinde sokakları terk etmeyen halkın direniş kararlılığı karşısında burjuvazi daha fazla dayanamadı ve eylemlerin 9. gününde yasa tasarısı geri çekildi. Böylece hükümeti düşürmenin ve burjvaziye geri adım attırmanın yanı sıra hanesine ayaklanma bilinci ve tecrübesini yazdıran Ürdün halkı yeni hükümete ?gözümüz üzerinde? diyip eylemlerine şimdilik son vermiş oldu.
Geçtiğimiz Mayıs ayını Haziran'a bağlayan günlerde, tam da bizler “karanlık gider bir Gezi kalır” dediğimiz sıralarda, sesimizin yankısı on binler olup Ürdün'de yankılanıverdi. Hükümetin parlementoya sunduğu yeni vergi tasarısına karşı grev çağrısıyla başlayan protestolar kısa sürede ülke geneline yayılan kitlesel bir halk isyanına dönüştü. 9 gün boyunca meydanları ve sokakları terk etmeyen Ürdünlüler, önce hükümeti sonrasında da karşı çıktıları vergi yasasını düşürdü; varoluşsal krizde debelenen kapitalizmin köhnemiş maskesinin altındaki devrimci gerçekliğe ışık tuttu. 
 
Ayaklanmanın fitilini ateşleyen vergi yasa tasarısı, 2016 yılında IMF'den 3 yıllığına alınan 723 milyon dolarlık kredinin karşılığı olan “ekonomik reform programı”nın, hali hazırda iyice sıkılı olan kemerlerde bir deliği daha açması anlamını taşıyordu. Program dahilinde son iki yıl içerisinde ekmeğe ve akaryakıta verilen sübvansiyonlar kesilmiş, birçok ürüne ek vergi getirilmiş ve beraberinde özellikle elektrik, ulaşım ve sigara gibi kalemlere yapılan zamlar iyice tırmanmıştı. Ancak tüm bunlar, işsizlik oranının yüzde 18'i aştığı, maaşlı çalışanların yüzde 70'inin 600 dolardan az kazandığı ve ortalama aile açlık sınırının 500 dolar civarında olduğu Ürdün gibi mali ekonomik sömürge ülkesinde tek başına yeterli bir 'kaynak' olmaktan çoktan çıkmıştı. Bu nedenle devlet, göbekten bağlı olduğu küresel sermayenin genel eğiliminin yereldeki icra gücü olarak soygun portföyünü genişletmeye yöneldi. 21 Mayıs'ta meclise sunulan yeni yasa tasarısı, bireysel gelir vergisi seviyesinin aylık 1500 dolardan 1000 dolara indirilmesini, gelir beyannamesi için 18 yaş sınırının konulmasını, kurumlar vergisinin yüzde 35'den yüzde 40'a çıkarılmasını, vergisini ödemeyenlerin de hapisle cezalandırılmasını kapsıyordu. 
 
Ne var ki orta sınıfın cebine uzanan bu el, Ürdün halkının direnişine çarptı. 33 sendika ve meslek odasının ortak çağrısıyla binlerce doktor, banka çalışanı, avukat, gazeteci, mühendis, eczacı, öğretmen ve kamu emekçisi, yasa tasarısının geri çekilmesi talebiyle 30 Mayıs'ta greve çıktılar. Başkent Amman'ın en büyük iki hastanesinde acil servis dışındaki hizmetler tamamıyla durdu, mağazaların ezici çoğunluğu kepenk kapattı, küçük ve orta ölçekli bir çok işletme çalışanlarına izin vererek greve dahil oldu. Bir günlük grev başarıyla örgütlenmiş ve hükümete güçlü bir uyarı mesajı verilmişti. 
 
Ancak Mülki hükümeti grev restine restle karşılık verdi ve ertesi gün akaryakıt ve elektriğe yeni zamların yapıldığını duyurunca dananın kuyruğu kopmuş oldu. Bir gün önceki grevle sesini yükselten meslek sahibi orta sınıf ve küçük burjuva ücretli çalışanlara, halihazırda zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar, Ürdün işçi sınıfı ve işsiz, emekçi yoksullar dahil oldu. İşsizliğin, yoksulluğun, mülksüzleştirme saldırılarının altında ezilenlerin, geleceksizleştirilenlerin öfkesi kendiliğinden bir biçimde sokaklara, meydanlara akmaya başladı. İkinci günle birlikte her akşam iftar sonrası sokaklara çıkan kitle “Ürdün halkı diz çökmeyecek” sloganı altında gün geçtikçe daha fazla çoğaldı. 
 
Ağırlığını apolitik genellemesine takılan gençliğin oluşturduğu eylemlerde, kadınların ve bu zamana kadar Ürdün yönetimine karşı ses çıkarmaya yönelmeyen Ürdün vatandaşı Filistinlilerin katılımı dikkat çekiyordu. Başlarda vergi yasası ve zamlar üzerinden hükümetin ekonomi politikasını hedef alan protestolara demokratik talepler eklendi; emek-sermaye, devlet-halk çelişkisinde safları sıklaştıran Ürdün halkı, dümeni ülkenin yönetimine doğru kırmaya başladı. Amman, Salt, Tafila, Ma'an, Zarqa gibi kentlerde toplanan kitleler, gelir adaletsizliğinin, yolsuzluğun ve çürümüşlüğün muhatabı olarak hükümeti istifaya çağırırken, tarihsel olarak Krallık rejimine baston görevi gören küçük kırsal merkezlerde bu kez Kralın aleyhine sloganlar dahi yükselmiş oldu. Eylemlerin geneline barışçıl protesto biçimleri hakim olmasına rağmen, bazı küçük kentlerde eylemciler lastik yakarak yol kapattı. Amman'daki başbakanlık ofisine doğru yürüyüşe geçme denemelerinde polis biber gazı ile müdahale etti, kısa süreli çatışmalar yaşandı. 
 
Ayaklanmanın başından itibaren topu hükümete atan Kral Abdullah, 2011 Arap isyanın nispeten teğet geçtiği ülkesinde 7 yıl sonra bir kazaya uğramamak için adım adım hamlelere girişti. Önce son zamları iptal ettirdi, ardından hükümete tasarıyı yeniden gözden geçirmelerine ve kolluk kuvvetlerine de şiddet kullanmamalarına yönelik telkinlerde bulundu. Ancak bu, her geçen gün büyüyen ayaklanmaya daha fazla güven kazandırmaktan başka bir işe yaramadı. Başta Amman olmak üzere eylemlere katılımın pazar günü zirve yapmasından bir gün sonra Kral, Mülki hükümetini istifa ettirdi ve yerine kabinenin eğitim bakanını, Dünya Bankası kariyerli Ömer el Razzaz'ı getirdi. 
 
Ayaklanmanın temel sloganlarından biri sokakta kazanılmış, hükümet düşmüştü. Yeni başbakan göreve gelir gelmez yasa tasarısını talepler lehinde revize edileceğini açıklayınca, bu zamana kadar kendiliğinden izleyen seyre az çok yön veren sendika ve meslek odaları konseyi, üyelerine yeni hükümete bir şans verilmesi yönünde çağrı yaptı ve iki gün sonraya yapmış olduğu grev çağrısını iptal ettiğini duyurdu. Ancak “İsimlerin değil politikaların değişmesini istiyoruz” şiarının baskın çıktığı taban, bu karara yuhalayarak tepki gösterdi; yeniden toplanmasını sağladığı konseyden greve ve akşam eylemlerine devam kararı çıkardı. Nihayetinde sokakları terk etmeyen halkın direniş kararlılığı karşısında burjuvazi daha fazla dayanamadı ve eylemlerin 9. gününde yasa tasarısı geri çekildi. Böylece hükümeti düşürmenin ve burjvaziye geri adım attırmanın yanı sıra hanesine ayaklanma bilinci ve tecrübesini yazdıran Ürdün halkı yeni hükümete “gözümüz üzerinde” diyip eylemlerine şimdilik son vermiş oldu. 
 
Krallık rejimi, iktidarını koruma adına attığı bu geri adımın mali faturasını, son iki yıldır musluğu keserek kendisini terbiye etmeye çalışan Körfez zenginlerinden kopardığı harçlıkla şimdilik telafi etmiş görünüyor. Ancak bu, 30 yılı aşkın bir süredir kendisini tekrar eden bir döngünün ifadesi olması hasebiyle, isyanın maddi zeminini kuvvetlendiren bir erteleme hamlesi olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Bu anlamda siyasal faturanın henüz tam anlamıyla kesilmemiş olduğunu, bir sonraki hesaplaşmanın çok da uzak olmadığını söyleyebiliriz. 2018 ayaklanmasıyla birçok bakımdan benzer özellikler taşıyan '89 Nisan ayaklanması sonrasındaki süreci bugünün gerçekliğinde değerlendirmek, bu bakımdan bizlere ipucu sunabilir.    
 
'89 Nisan ayaklanmasıyla yalnız IMF reçetesini değil, aynı zamanda başbakanı ve 30 yıllık sıkıyönetimi de deviren Ürdün halkı, demokratik haklar bağlamında önemli bir zafer kazanmıştı. Ancak sıkı Krallık rejiminin esnemesi, diğer yandan Ürdün gibi jeopolitik önemi kilit bir ülkenin mali ekonomik sömürge boyunduruğu altına alınması açısından da önemli bir yerde duruyordu. Bu anlamda, ekonomisini ve beraberinde siyasal inisiyatifini bölgesel ve küresel sermaye güçlerinin hizmetine sınırsızca açan Ürdün krallığı ve yönetici elit kesimi, süreç içerisinde içte ve dışta değişen dengelere göre tıkanan asalak ekonomik yapısını çevirmek için petrol zengini komşularıyla küresel sermaye kuruluşları arasında mekik dokudu. Şimdiki isyanı tetikleyen IMF programına da, özellikle Suriye savaşı ve Filistin meselesinde somutlaşan ‘itilaftan’ dolayı çekilen Körfez yardım ve yatırımlarını ikame etmek için başvurmuştu. 
 
Krallık, 94’te İsrail devletini tanımasından itibaren bölgede ABD-İsrail-Suudi ekseninin yörüngesinde sadık kalsa da, içerde sayıları bir milyona yaklaşan Suriyeli mültecilerin ekonomik yükü ve nüfusun yüzde 70’ini oluşturan Filistinli gerçeği ile patronlarının bölgeyi cehenneme çeviren politikalarından oldukça rahatsız. Ve şimdi, böylesi bir dengeyi tutturma adına yıllardır sırtına yüklendiği Ürdün halkı, bu zamana kadar kör topal işleyen çürümüş döngüyü kıracak bir özne olma adına büyük bir adım atmış bulunuyor. Zira hem Krallık hem de mevcut emperyalist kapitalist sistem, 89 isyanında elde ettiği demokratik kazanımlarla yetinen Ürdün halkını ekonomik, politik ve ideolojik olarak saflarında tutma kapasitesinin maddi zeminini yitirmiş durumda.  
 
Ürdün halkının böylesi bir siyasal özneye dönüşebilme ihtimali, ayaklanma sürecinde ve sonrasında kendisini gösteren ve tüm bölge halkları açısından yakıcı bir gerçekliğe tekabül eden devrimci örgütlülük, devrimci önderlik sorununda somutlaşıyor. Evet, 2011 Arap isyanlarıyla başlayan ve bu sene Tunus, İran, Irak, Kürdistan ve son olarak Ürdün halklarının öfkesinde ortaya çıkan tablo, varoluşsal krizini daha fazla sömürü, soygun, yozlaşma, emperyalist savaş ve yıkımla aşmaya çalışan çürümüş kapitalist sistemi yıkacak safların giderek daha fazla çoğaldığıdır. Bu niceliğin örgütlenmesi, öfkenin yıkıcı gücünün devrime, devrimin de kurucu yegane siyasal alternatife, sosyalizme dönüşmesi için bölgenin devrimci sosyalist parti ve örgülere büyük görev düşüyor.