24 Kasım 2024 Pazar

Shoja Hashemi yazdı | İran'da kız öğrencilere kimyasal saldırıların arka planı

Okullara yönelik zehirli saldırılar terör eylemleri serisine kolayca dahil edilebilir. Arkasındaki motivasyon çok açık: Saldırılar jin, jiyan, azadî hareketinin önemli ölçüde dayandığı genç kadınlara yönelik. Saldırıya uğrayan okulların çoğu daha önce haftalarca süren kitlesel siyasi protestolara sahne olmuştu. Bu korkak pusularla rejim, kendisine korkusuzca meydan okuyan öğrencileri, olaydan sonra sorumluluğu üstlenmek zorunda kalmadan toplu halde cezalandırabilir. Dahası saldırılar, jin, jiyan, azadî protestoları sırasında birçok hakkı fiilen geri alan devrimci kadın hareketinin yükselen gücüne karşı azami sindirme yoluyla baskı oluşturma amacına hizmet ediyor.

Aylardır İran'daki okullarda ve diğer eğitim kurumlarında meydana gelen toplu zehirlenmelerle ilgili endişe verici haberler gelmeye devam ediyor. Maruz kalanlar çoğunlukla kız çocukları ve genç kadınlar. Bazıları hastaneye kaldırılmak zorunda kalındı. Sivil hakları ve insan haklarını hiçe sayarak akla gelebilecek her türlü kitlesel gözetleme ve suç soruşturma yöntemine başvuran devlet ve "güvenlik" aygıtı, süregelen bu şiddet eylemlerini aydınlatmayı henüz başarabilmiş değil. Hiç kimse şok edici zehirli saldırı dalgasını durdurabilecek gibi görünmüyor ve durum kontrolden çıkma tehlikesi taşıyor. Rejim uzun zamandır konunun güvenlikle ilgili olduğunu söylüyor ve her zamanki gibi bağımsız profesyonel haberciliği engelliyor. Bunun sonucunda ortaya çıkan güvenilir ve sağlam bilgi eksikliği, sağlıklı analizleri zorlaştırmakta ve söylenti ve spekülasyonlara kapı aralamaktadır. Mevcut kafa karıştırıcı durumda, çeşitli kaynaklar tarafından teyit edilen gerçeklere odaklanmak ve bunları siyasi ve sosyal olarak sınıflandırmak önemlidir.

NELER YAŞANDI?
Bu serideki ilk olay 30 Kasım 2022 tarihinde "Şiilerin Vatikan"ı olarak kabul edilen Kum kentindeki bir kız okulunda meydana geldi. Olaydan etkilenen 18 kız öğrenci mide bulantısı, nefes alma güçlüğü ve duyusal-bağırsak bozukluğundan şikayetçi oldu. Bu olaydan önce birkaç üniversite kantininde bir dizi gıda zehirlenmesi yaşandığı için kamuoyu zaten duyarlıydı. Ancak o dönemde hiç kimse bunun İslam Cumhuriyeti tarihindeki en büyük saldırı serisinin başlangıcı olacağını tahmin bile edemezdi. Olay 13 gün sonra aynı okulda tekrarlandığında ve çok daha şiddetli bir şekilde 50'den fazla öğrenci ve öğretmen hastanede tedavi altına alındığında, medyanın dikkatini çekti, sorumlu yerel yetkililer hızlı bir açıklama yapma sözü vermek zorunda kaldı.

Ancak tam tersi gerçekleşti, yani haber karartma ve örtbas etmeler. Kamuoyu ancak haftalar sonra sadece Kum şehrinde bu tür olayların sayısının 8'e yükseldiğini öğrendi ve bu nedenle yetkililer tüm vilayette okulların iki gün süreyle tatil edilmesini emretti. Ancak, sözde son hızla çalışan soruşturma kurumları kayda değer bir başarı elde edemedi. Yetkililer tarafından iki tez öne sürüldü. Birincisi, hayal gücünden ve asılsız bir kitlesel histeriden söz ediliyordu. İkincisi ise, soğuk mevsimin başında devreye sokulan arızalı ısıtma sistemlerinin bir sonucu olarak karbonmonoksit zehirlenmesinden bahsediyordu. İlerleyen dönemde bu teorilerin hiçbiri kanıtlanamadı, ancak hiçbir zaman da reddedilmedi.

23 Ocak'ın ortalarından itibaren neredeyse her gün gelen kitlesel zehirlenme haberleri tüm medyayı kasıp kavurdu. Olaylar o kadar çok ve yaygındı ki, rejimin bunları halının altına süpürme, konuşarak geçiştirme ya da haber yapılmasını engelleme yönündeki umutsuz çabaları başarısızlığa mahkumdu. İran'ın ünlü gazetesi Etemad'ın internet sitesinde kısa bir süre önce yayınlanan bir araştırmaya göre, 1 Mart itibariyle ülke genelinde en az 57 okul farklı yoğunluklarda toplu zehirlenmelerden etkilendi; bunlardan 30'u sadece Kum kentindeki kız öğrencilerin gittiği okullardı, yaklaşık 10'u Tahran bölgesindeydi ve diğer vakalar 8 eyalette yaşanmıştı. O tarihten bu yana, neredeyse tüm illeri kapsayan ve resmi olarak teyit edilmiş en az 28 vaka daha eklenmiştir. Güpegündüz, milyonlarca insanın yaşadığı bir metropolde ya da en ücra köyde meydana gelen bu vakaların varlığından kamuoyu ancak rapor edilen olay sayesinde haberdar olmaktadır. Zehirlenme belirtilerinin başlamasından kısa bir süre önce açık pencerelerden okul binalarına ya da duvarın üzerinden okul bahçesine nesnelerin atıldığına dair (doğrulanmamış) görgü tanığı raporları var. Ancak genellikle zehirlenme aniden, toplu halde ve öncesinde herhangi bir olay olmadan başlıyor. İlgili platformlarda, sayısız video olay yerindeki endişe verici olayları belgeliyor, zehirlenme belirtileri ortaya çıktıkça panikleyen kız öğrenciler, etkilenen arkadaşlarının yardımına koşanlar, dehşete kapılıp kaçmaya çalışanlar vs. Ancak İran'da okullar hapishane gibi hava geçirmez bir şekilde kapatıldığı için yardıma gelenler başarısız kalıyor. Endişeli ebeveynler okula koşuyor ama güvenlik güçleri tarafından çocuklarına ulaşmaları engelleniyor. Ambulansların sinir bozucu sirenleri eşliğinde bir okul cehennemi görüyorlar.

Kurbanların sayısı konusunda ise -beklendiği üzere- hükümetten herhangi bir bilgi gelmedi. BBC Farsi tarafından 28 Şubat'ta yayınlanan bir çalışmada, iddia edilen zehirli saldırıların tedavi gerektiren kurbanların sayısının en az 800 olduğu tahmin ediliyor. Daha önce de belirtildiği gibi, şimdiye kadar bu sayıya muhtemelen yüzlerce kişi eklenmiştir. Bu alt sınır, Mart ayı başına kadar ülke çapında yaklaşık bin vaka olduğunu varsayan devlet haber ajansı IRNA'nın tahminleriyle kabaca örtüşüyor. Çoğunluğu yurtdışında bulunan diğer muhalif medya ise birkaç bin vaka olduğunu varsayıyor. Objektif bir değerlendirme yapmak, özellikle de birçok mağdur ve yakınına şiddet tehdidi altında hikayelerini kamuoyuna açıklamamaları talimatı verilmiş olması nedeniyle zorlaşmaktadır. Dolayısıyla gerçek mağdur sayısı muhtemelen binden çok daha fazladır. Dahası, zehirli saldırılarda can kaybı olup olmadığı da belirsizliğini koruyor. Azerbaycan haber ajansı Axar, İran'ın Doğu Azerbaycan eyaletindeki Marand kasabasından iki genç kadının 28 Şubat'ta zehirli saldırılar sonucu iç organlarının zarar görmesi nedeniyle hayatını kaybettiğini belirtti ancak bu bilgi İran tarafından henüz doğrulanmadı. Kız öğrencilerin zehirlenme sonucu ölmüş olabileceğinden şüphelenilen iki vaka daha var. Ancak bu bilgiler şu ana kadar doğrulanamamıştır.

SALDIRILARIN ARKASINDA KİMLER OLABİLİR?
"Hayal gücüne dayalı kitlesel histeri" teorisi başlangıçta rejim tarafından yayıldı ve Batı medyasında bunu kategorik olarak dışlamak istemeyen birkaç "uzman" da vardı. Ancak şu an, bunların bir ya da daha fazla madde ile hedefli saldırılar olduğu konusunda yaygın bir mutabakat var. Bu aynı zamanda hükümet tarafındaki resmi soruşturma durumudur.

Hangi maddenin kullanıldığı ve nasıl uygulanıldığı gizemi hala sürüyor. Nasıl oluyor da üç aydan fazla bir sürede düzinelerce saldırı ve yüzlerce kurbanın ardından İranlı bilim insanları hala hangi maddenin, hatta hangi madde sınıfının kullanıldığı konusunda tamamen bilgisiz olabiliyor? Kesin olan şu ki, toksikolojik testlerin sonuçlarının kurbanlardan saklanması yönünde bir talimat var. Ancak yüzlerce doktorun bu haince oyuna uyduğunu ve çenelerini kapalı tuttuğunu düşünmek zor değil. Öte yandan, Alman toksikolog Ralf Trapp'ın kısa süre önce Taz gazetesine yaptığı açıklamada da belirttiği gibi, uzmanların ortak görüşüne göre, spesifik semptomların olmaması uzaktan teşhisi zorlaştırıyor, hatta imkansız hale getiriyor. Şu ana kadar resmi makamlardan çok az şey sızdı. İran Sağlık Bakanı Bahram Eynollahi, parlamento üyeleriyle yaptığı halka açık bir toplantıda düşük dozda zehirli gazdan söz etti. Milletvekili Ali Reza Monadi, toksikolojik araştırma komisyonundan gelen bir mektuba atıfta bulunarak olası bir madde olarak nitrojenden bahsetti, ancak bu kısa bir süre sonra İçişleri Bakanı tarafından yalanlandı.

Her ne kadar kullanılan madde ve uygulama yöntemi bilinilmiyor olsa da, bunun iyi planlanmış bir eylem olduğu ve bu ölçekte uygulanabilmesi için ülke çapında faaliyet gösteren geniş çaplı bir ağa ihtiyaç duyulduğu artık şüphe götürmez bir gerçektir. Eşgüdümlü eylemlerin siyasi amaçlı olduğu ve sıradan adli bir suç olamadığı da açıktır. Bu durum, bu korkunç saldırı dizisi için düşünülebilecek çok fazla şüpheli bırakmamaktadır.

Uzun bir inkar aşamasından sonra kitlesel histeri hipotezinin sarsılmasıyla rejim giderek saldırılardan muhalefeti sorumlu tutmaya başladı. 6 Mart'ta "devrim" lideri aylardır süren sessizliğini bozdu ve eylemleri en ağır cezayı gerektiren büyük bir suç olarak nitelendirdi. Kısa bir süre sonra rejim 100'den fazla şüphelinin tutuklandığını duyurdu. Elde edilen istihbaratın, "iç güvenliği bozmak, ülkeyi bir kez daha kaosa sürüklemek ve sisteme karşı nefret uyandırmak" amacıyla İslam Cumhuriyetini bir vahşetle suçlamak amacıyla yurtdışından faaliyet gösteren Batılı istihbarat örgütlerinin ve muhalif grupların dahline işaret ettiği açıklandı. Rejimin şu anki tutumunun absürtlüğü öngörülebilirdi. İran muhalefetinde bazı tuhaf güçler var ama ülke çapında binlerce İranlı kız öğrenciyi zehirlemeye istekli ve bunu yapabilecek herhangi bir motivasyona sahip bir örgüt ya da grup kesinlikle yok.

Çoğu gözlemci rejimin saldırılara bir şekilde dahil olduğunu varsayıyor. Buna kimse şaşırmamalı çünkü çıplak terör İslam Cumhuriyeti'nin devlet aklının bir parçasıdır. Son yıllarda birçok İranlı muhalif dünyanın dört bir yanında terör saldırılarına kurban gitti. Hatta birkaç vakada suçlar aydınlatılmış ve İran devletinin dahli mahkemeler tarafından teyit edilmiştir. Buna ek olarak, İran'da muhaliflere ve diğer istenmeyen kişilere yönelik birkaç terör saldırısı dalgası olmuştur. Örneğin 1998 yılında İran gizli servisinin bir bölümü birkaç yazarın ve bir çift siyasi aktivistin öldürülmesini planlamış ve bunu büyük bir vahşetle gerçekleştirmiştir veya otobüs saldırısı süsü verilerek 60'tan fazla yazara suikast düzenlenmesi de planlanmıştı.

Okullara yönelik zehirli saldırılar terör eylemleri serisine kolayca dahil edilebilir. Arkasındaki motivasyon çok açık: Saldırılar jin, jiyan, azadî hareketinin önemli ölçüde dayandığı genç kadınlara yönelik. Saldırıya uğrayan okulların çoğu daha önce haftalarca süren kitlesel siyasi protestolara sahne olmuştu. Bu korkak pusularla rejim, kendisine korkusuzca meydan okuyan öğrencileri, olaydan sonra sorumluluğu üstlenmek zorunda kalmadan toplu halde cezalandırabilir. Dahası saldırılar, jin, jiyan, azadî protestoları sırasında birçok hakkı fiilen geri alan devrimci kadın hareketinin yükselen gücüne karşı azami sindirme yoluyla baskı oluşturma amacına hizmet ediyor. Ve son olarak, saldırılar, güvenliğin garantörü olarak "devlet baba" çağrısının daha da yükselmesi için (makineli tüfek salvoları ve yüzlerce kurban olmadan) bir korku ve güvensizlik atmosferi yarattığı ölçüde iktidardakilerin işine yarıyor.

Şu ana kadar bilinen gerçeklerin çoğu, rejimin bazı bölümlerinin doğrudan müdahil olduğu tezini desteklemektedir. Ölümcül olmamakla birlikte düzenli olarak ciddi semptomlara neden olan bir maddenin kullanımı, bilimsel uzmanlık ve muazzam deneyim gerektirir ve devletler için bireylerden çok daha kolaydır. Ancak bir de birçok yerde aynı anda gerçekleşen koordineli saldırılar vardır ki bu da devasa bir personel ve lojistik ağı gerektirir. Burada da saldırıyı düzenleyen devlet açık bir avantaja sahiptir. Ancak rejimin dahlinin en büyüt kanıtı ise, eylemlerin aylardır sadece yarım ağızla kovuşturulması ve potansiyel hedeflerin genel olarak bilinmesine rağmen gelecekteki saldırıların önlenmemesidir.

Sıkça tartışılan bir diğer açıklama da, kadınların eğitim kurumlarını hedef alan saldırılarla gönüllerindeki İran toplumunu Talibanlaştırma projesini ilerletmeye çalışan iyi organize olmuş militan dini bağnazlardan gelmesidir. Bunun geçmişte de örnekleri vardır. Birkaç yıl önce İslami kıyafet kurallarını hafife alan kadınlara yönelik bir asit saldırısı dalgası dehşete neden olmuştu. İsfahan'da gerçekleştirilen saldırılar hiçbir zaman tam olarak soruşturulmamış, yetkililer radikal Şiilerin İslam'ı savunmak için sorumluluk üstlendiklerini söyledi. Benzer bir akımın bu kez "ilahi bir görev üstlenmesi", rejimin desteği olmadan bu tür faillerin yakalanmadan aylarca tüm ülkeyi terörize etmesinin mümkün olmadığı söylenebilir. Dini bağnazlar bir anomali değil, 40 yılı aşkın bir süredir devam eden ortaçağ diktatörlüğünün ürünüdür. İslam Cumhuriyeti, İslam'ın siyasi olmayan hiçbir yorumuna müsamaha göstermemektedir. Bu nedenle dini ve siyasi liderler arasında sınırlar yoktur. Bu vahşeti planlayan, hazırlayan ve gerçekleştiren her kimse, rejimin en azından belirli kesimlerinin bilgisi olmadan hareket edemez ve bu devasa boyuttaki olayda, faillerin ilişkileri en yüksek güç merkezlerine kadar ulaşıyor olmalıdır.

SONUÇ
Kimyasal saldırı krizi İslam Cumhuriyetinin bitmek bilmeyen sosyal ve siyasi krizler listesindeki bir başka krizdir. Zehirli saldırıların kime ait olduğu konusundaki gizem, diğer tüm siyasi meseleleri gölgede bırakmamalıdır. İlerici güçler için bu failin kim olduğu nihayetinde ikincil öneme sahip olmalıdır. Zira rejim her halükarda tam sorumluluk taşımaktadır. Tüm belirtilere rağmen, devlet organlarının doğrudan bir dahli yoksa bile, devlet yine de baş suçludur. Çünkü kadın düşmanlığının üreme zeminini hazırlamaktadır. Gerçekte sadece baskıya hizmet eden büyük bir sözde güvenlik aygıtına rağmen, halkı günlük zehir saldırılarından koruyamamaktadır ve açıklığa kavuşturmak yerine yalanla örtbas etmekte ve korkutmaktadır.

Jin, jiyan, azadî hareketi, zehir saldırılarının aydınlatılması ve kurbanlar için adalet talebini üstlenmeli, aynı zamanda maruz kalanların protestolarını rejime karşı süren kadınlar, öğrenciler ve işçilerin protestolarıyla ilişkilendirmelidir. Zehirli saldırılar tek başına bir sorun değildir ve tek başına bir çözüm bulmayacaktır. Bu korkunç saldırılar, kadınlara yönelik sistematik baskının bir başka eylemidir. İranlı kadınlar işaretleri doğru okudu ve bu tür sorunları her gün üreten sistemi dağıtmaya hazırlanıyor. Ve kendilerini tamamen özgürleştirene kadar da durmayacaklar.