24 Kasım 2024 Pazar

Semiha Şahin yazdı: 'Normalleştirilen' siyonist yayılmacılık

Filistin davasının gerçek sahipleri Filistinlilerdir. Netanyahu ve ABD'nin anladığı 'barış' ile Filistinlilerin 'barış'ı aynı değil, aynı olamaz. Siyonizmin barışı, teslim alınmış bir Filistin'den ibarettir. Filistinlilerin barışı ise işgalden kurtulmuş bir Filistin'le mümkün. 

Siyonist İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında 13 Ağustos'ta 'anlaşma' sağlandığı açıklandı. "Normalleşme", "diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması", "barış" gibi kavramlarla tanıtılan anlaşmayı duyuran, ABD Başkanı Donald Trump oldu. İşgal devleti İsrail, BAE ile savaş halinde değildi. Filistin'i işgal eden siyonist devletle yapılan, olsa olsa işgali onaylama anlaşması olabilirdi.

Nitekim İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, yeni ilhak planlarını elinin altında hazır tutmayı sürdürüyor. İki ülke arasındaki resmi diyalog, Netanyahu ile BAE veliaht prensi Şeyh Muhammed bin Zayed arasında yapılan telefon görüşmesi ile gerçekleşti. Anlaşma aslen pek çok alanda gayri resmi sürdürülen ilişkilerin resmileştirilmesinden başka bir anlama gelmiyor.

ANLAŞMADA İLHAKA ONAY VAR
Trump'un "Devasa gelişme. Tarihi bir gün" sözleriyle övdüğü anlaşmaya göre; İsrail ve BAE delegeleri belirlenecek takvimle bir araya gelecek. Yatırım, turizm, ulaşım, güvenlik, teknoloji, enerji, telekomünikasyon, sağlık, kültür ve elçiliklerin açılması gibi konuları ele alınacak. Mescid-i Aksa ve Kudüs'teki diğer tüm ibadethanelerin tüm inançlardan kişilere açık olmasına ilişkin de bir anlaşma yapıldığı öne sürüldü.

Varılan anlaşma elbette önemsiz değil ama 'devasa bir gelişme de' değil. BAE, İsrail'le ilişkileri normalleştiren üçüncü Arap devleti oldu. 1979 yılında Mısır, 1994'te ise Ürdün, İsrail ile çeşitli düzeylerde ilişki sürdüren Arap devletleriydi.

BAE lideri Zayed anlaşmayı şu sözlerle duyurdu: "Başkan Trump ve Başbakan Netanyahu ile yaptığımız telefon görüşmesinde, İsrail'in Filistin topraklarını ilhak etmeyi durdurması konusunda bir anlaşmaya varıldı. BAE ve İsrail ayrıca, işbirliği yapma ve ikili ilişkilerin tesisine yönelik bir yol haritasının belirlenmesi konularında mutabakata vardı."

NETANYAHU'NUN BARIŞTAN ANLADIĞI SİYONİST YAYILMACILIK
"İsrail'in Filistin topraklarını ilhak etmeyi durdurması" ifadeleri ancak, tarih ve coğrafya bilgisine sahip olmayanları ikna edebilir. Telefonla konuşarak 'anlaşma' yaptığı Netanyahu, çok uzun bir süre geçmeden "ilhakı durdurmayacaklarını" tekrarladı. Zaten siyonist İsrail için ilhaktan vazgeçme diye bir şey hiçbir zaman olmadı. Çünkü siyonist devletin varoluşu, işgal ve ilhak üzerine kurulu.

Geçtiğimiz yıl ABD ile yapılan 'Yüzyıllık Anlaşma' da, Filistin'in tamamen yok edilmesi anlamına geliyordu. Netanyahu, bu anlaşmayı siyonist yayılmacılığın zemini olarak kullandı. Daha önce 1 Temmuz'da hayata geçireceklerini ilan ettikleri; Batı Şeria'nın bir bölümünü kapsayan işgal planı ve Ürdün Vadisi ilhakını durdurmadıklarını, sadece askıya aldıklarını açıklamıştı. İlhakın ertelenmesi, iyi niyetten değil, İsrail iç politikasında zar zor kurabilen koalisyon dengeleri nedeniyleydi. Ve asıl olarak ilhak edilmesi planlanan alanlarda siyonistler için henüz 'tam güvenlik garantisi' sağlanamaması olmuştu.
Netanyahu, BAE şeyhlerinin açıklamalarını da hızlıca yalanladı ve şunları söyledi: "Barışın topraklardan çekilmeyle tesis edilebileceği inancı artık yok, öldü. Bu güçten doğan barış inancıyla değiştirildi."

Bu sözleri, siyonizmin yol haritası olarak okumak mümkün. İsrail, yine hem yeni alanları ilhak edecek hem de daha önce ilhak ettikleri topraklardan çekilmeyecek. Bunu daha fazla savaşı göze alarak yapacak. Nitekim, Gazze'nin günlerdir bombalanması bu anlama geliyor. Belli ki, Gazze'ye yönelik saldırılar yapılan 'normalleşme anlaşmasının' bir parçası.

İSRAİL'LE ANLAŞMAK İÇİN SIRAYA DİZİLDİLER
Sürdürdükleri ikiyüzlü politika çoktan pazara çıkmış gerici bölge Arap devletleri, İsrail'i tecritten kurtarmak için sıraya dizildi bile. Umman ve Bahreyn, anlaşmanın hemen ardından destek açıklaması yaptı. İsrail basını, Suudi Arabistan, Katar ve Fas'ın da anlaşma yapmak için süreci takip ettiğini yazdı.

İki ülke arasında diplomatik ilişkilerin başlamasıyla birlikte ilk yüz yüze görüşme MOSSAD Başkanı Yossi Cohen'in ziyaretiyle gerçekleşti. Görüşmenin ardından Tel Aviv ve Abu Dabi arasında uçuşların başlayacağı duyuruldu. Uçakların Suudi Arabistan hava sahası üzerinden geçecek olması, Suudi Arabistan'ın tutumuna da işaret oldu. 

TEPKİ GÖSTERENLER...
Anlaşmaya tepki gösteren ülkelerin başında Türkiye ve İran geldi. Yapılan açıklamalar, klasik kınama mesajlarından öte bir anlam içermedi. Faşist şef Tayyip Erdoğan, "Filistin'e yönelik adım yenilir yutulur bir adım değil" derken, aslen Libya sahasında karşı karşıya olduğu BAE ile diplomatik ilişkileri askıya almak veya büyükelçinin geri çağrılması gibi adımları değerlendirdiklerini söyledi.

İran'ın tepkisinin de pek hükmü yok. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "BAE akıllı davransa iyi olur. Bu, haince bir hareket. Yanlış yoldan dönmelerini umuyoruz" dedi. Uygulanan ambargoyu aşmakta zorlanan İran'ın tepkisinin sözden öteye geçmeyeceği görülüyor.

Bu çıkışların bir karşılığının olmadığı biliniyor. Türkiye, anlaşma yaptığı için BAE'ne söz söyleyecek en son devletlerden biri. Filistin'i işgal edilerek 1948'de kuruluşu ilan edilen İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye. İsrail 28 Mart 1949'da tanınmış, 1950'de ilk resmi temsilciliğini açmıştı. O tarihten bu yana da gerilimli bir şekilde de olsa ilişkiler devam etti. 2010'daki Mavi Marmara saldırısı sonrasında gerilen ilişkiler propaganda yapılanın tam tersine 26 Haziran 2016'da ikili ilişkiler tekrar 'normale' döndürülmesi adına "Tazminata İlişkin Usul Anlaşması" imzalanmıştı. Yaşamını yitirenlerin ailelerine verilen bir miktar tazminat sonrasında Filistin davası, yeni bir siyasi ranta kadar rafa kaldırılmıştı. Diplomatik ilişkiler, Büyükelçiliklerdeki Geçici Maslahatgüzarlarıyla yürütülüyor.

Erdoğan'ın öne sürdüğü gibi "Filistin'i yedirtmeyen" Türkiye, söz konusu ticaret olunca İsrail'le ilişkilerini gayet iyi düzeyde tutuyor. Gazze'nin siyonist abluka altında tutulmasına karşı İsrail'e boykot uygulanması çağrısı ise Türk devleti tarafından hiçbir zaman karşılık bulmadı. TÜİK verilerine göre diplomatik ilişkilerin alt seviyeye çekildiği 2009'daki Davos krizinden 2019 yılına kadar İsrail'e ihracat 2 milyar 80 milyon dolardan 4 milyar 359 milyon dolara yükseldi. 2019 yılı itibariyle İsrail, Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı 9. ülke konumunda. 

FİLİSTİN DİRENİŞ GÜÇLERİ
Filistin direniş örgütlerinden yapılan tüm açıklamalar, BAE'nin ihanetine odaklandı.

Filistin Yönetimi, "BAE'nin İsrail ile anlaşması, Kudüs, Mescid-i Aksa ve Filistin davasına ihanettir. Bu adım, Arap Barış Girişimi, Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı toplantılarının ve uluslararası meşruiyetin kararlarını yerle bir etmektir. Ayrıca Filistin halkının haklarını, başta Mescid-i Aksa olmak üzere mukaddesatını görmezden gelmek ve 1967 sınırları üzerinde bağımsız bir Filistin devleti taleplerini görmezden gelmek demektir" açıklaması yaptı.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Hamas, El Fetih ve İslami Cihad anlaşmaya "Filistin halkının sırtına saplanmış bir hançer" sözleriyle tepki gösterdi. Herkes çok iyi biliyor ki o hançer, çok uzun yıllar önce bizzat Oslo'da saplanmıştı. Ki, Filistin direniş hareketi, Oslo'dan bu kimi önemli direnişler gösterse de zayıflamasını durduramadı.

Filistin davasının gerçek sahipleri Filistinlilerdir. Netanyahu ve ABD'nin anladığı 'barış' ile Filistinlilerin 'barış'ı aynı değil, aynı olamaz. Siyonizmin barışı, teslim alınmış bir Filistin'den ibarettir. Filistinlilerin barışı ise işgalden kurtulmuş bir Filistin'le mümkün. İsrail bunu ABD emperyalizminin gölgesinde ve halk hareketlerini gerçek tehdit olarak gören bölge gerici devletlerini yanına çekerek sağlayabiliyor ancak. Filistin halkı ise özgürlüğe olan tutkuları ve direnişleriyle hala umudunu koruyor. Ancak son gelişmeler, Filistin davasında yeni bir yol haritası ve daha güçlü bir mücadele biçimini zorunlu kılıyor.