4 Ekim 2024 Cuma

Semih Livane yazdı | Kapitalizm, ilaç tekelleri ve aşıya erişim hakkı...

Küresel mücadele sağlanmadan, çok uluslu ilaç tekellerinin üreteceği aşılar ile ne koronavirüs salgını ile baş edebiliriz ne de gelecekte karşılaşacağımız olası salgınlarla.

İktidar ve sağlık bakanlığının başarısız pandemi mücadelesi aşı tartışmalarının gölgesinde bırakılarak, salgınların asıl nedeni olan ekolojik yıkımın ve sömürüye dayalı kapitalist üretim tarzının üstü örtülmeye çalışılıyor. Salgın kontrolü tamamen aşıya daraltılarak salgını büyüten faktörler göz ardı edilmeye çalışılıyor. Ancak biz biliyoruz ki aşılar pandeminin hızını kesebilecek geçici çözümler olsa da, doğanın talanı ve endüstriyel hayvan çiftliklerinin sayısı arttığı sürece önümüzdeki yıllarda zoonoz (hayvanlardan insanlara geçen enfeksiyonal hastalıklar) kaynaklı başka salgınlar ile karşı karşıya kalacağız.

Çok uluslu ilaç tekelleri 1997'de ortaya çıkan H5N1 salgınına kadar ilaçları, aşılardan daha kârlı bir yatırım olarak görüyorlardı. Çünkü salgınlar genellikle az gelişmiş ve sömürünün yoğunlaştığı ülkelerde meydana geliyor, etkilenenlerin büyük kısmı ise yoksulluk ve açlıkla boğuşan, alım gücü düşük kesimlerden oluşuyordu. Pek getirisi olmayan aşılar ilaç tekellerinin ilgisini çekmiyordu.

H5N1 salgınından sonra ulus devletler olası salgınlara karşı ilaç tekelleri ile aşı anlaşmaları yapmaya başladı. Kamu kaynaklarını ve garantisini alan çok uluslu ilaç tekelleri için aşı üretimi artık kârlı bir hale geldi.

Neoliberal dünyanın şekillendirdiği örgütlerden biri olan Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ile çok uluslu ilaç tekelleri farklı bir yerde de korunmaya devam ediyor. TRIPS (fikri mülkiyet hakkı) anlaşması ile patent hakkını ellerinde bulunduran tekeller, 20 yıl boyunca formülünü elinde bulundurduğu ilaç veya aşının eşdeğerinin başka ülkeler ve şirketler tarafından üretilmesine izin vermiyor. Bu sayede kamu kaynaklarını kullanarak, TRIPS anlaşmasının da desteğiyle, bir meta haline getirdiği ilaç ve aşıları istedikleri ülkelere istedikleri fiyattan satma olanaklarına sahip oldular. Neoliberal sağlık politikalarının yansıması olan kamu-özel ortaklığı ile kamu kaynakları çok uluslu şirketler tarafından kullanılarak milyarlarca dolar kâr etmeleri sağlanmıştır.

TRIPS anlaşması gereğince aşıların eşdeğerlerinin başka ülkeler ve şirketlerce üretilmesine izin verilmeyen pandemi sürecinde, merkez kapitalist ülkeler (AB, ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Hong Kong, İsviçre, İsrail) şimdiye kadar üretilen ve önümüzdeki yılda üretilecek olan aşıların yüzde 51'ini (2 milyar 728 bin doz) satın aldı. Kalan 2 milyar 575 bin doz aşıyı ise az gelişmiş ülkeler (Hindistan, Bangladeş, Brezilya, Endonezya, Meksika) alabildi. Yani dünya nüfusunun yüzde 13'ü aşıların yüzde 51'ine sahip oldu.

Kişi başına düşen aşı dozları arasındaki fark, eşitsizliği ve aşı ayrımcılığını gözler önüne seriyor. Kanada'da kişi başına 9 doz, ABD'de kişi başına 7 doz, Birleşik Krallık'ta kişi başına 6 doz, Avustralya'da kişi başına 5 doz aşı düşerken, Bangladeş'te ise 9 kişiye 1 doz aşı düşmektedir.

Aşı ayrımcılığı bunlar ile sınırlı kalmayacak gibi görünüyor. Aşılar ülkelere dağıtılıp uygulanmaya başlandığında mülteciler, evsizler, hapishanelerdeki tutsaklar, ötekileştirilenler, mevsimlik işçiler gibi göçebe hayat yaşayanlar arasında ciddi boyutlarda aşıya erişim sorunu olacağı açık. Hapishanelerde bulunan mahkumlar arasında ve sağlık emekçilerinin belirttiği gibi Kürdistan'da da aşıya erişimin sorunlu olacağı gün gibi ortada.

67 yıl önce çocuk felci aşısını bulan Dr. Jonas Salk, "Aşının patenti kimde?" sorusunu soran sunucuya, "Aşının patenti halktadır, güneşi patentleyebilir misiniz?" yanıtını vermişti. Günümüze dönecek olursak kamu desteği ile üretilen aşıların patent sahibi yine kamunun kendisi olmalıdır. O yüzden her ülkenin aşı üretebilmesi için Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPS) anlaşmasının askıya alınması, hatta tamamen yürürlükten kaldırılması gerekiyor. Aşıların ayrım yapmaksızın herkese, ücretsiz bir şekilde yapılmasının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

Ekosistemdeki tüm canlıları birer meta olarak gören kapitalist sistem, sınırsız yağmalama ve sömürü ile iklim krizini, ekolojik yıkımı hızlandırarak, tropikal hayvanları doğal ortamından koparıp pazarlarda ve endüstriyel çiftliklerde telef ederek salgın hastalıkların zeminini oluşturmaktadır.

Küresel mücadele sağlanmadan, çok uluslu ilaç tekellerinin üreteceği aşılar ile ne koronavirüs salgını ile baş edebiliriz ne de gelecekte karşılaşacağımız olası salgınlarla.