23 Kasım 2024 Cumartesi

Seçimler umut verici bir başlangıç oldu

Lübnan Komünist Partisi MK üyesi Jana Nakhal, halklar arasında kışkırtılan ayrımları aşan sınıfsal bir birliği kurmaya çalıştıklarını belirtti.
Lübnan Komünist Partisi Merkez Komite üyesi Jana Nakhal, geçen ay yapılan Lübnan seçimleri ve Rojava devrimine dair Etkin Haber'in sorularını yanıtladı. 
 
2009'da 7 bin olan oylarını bu seçimlerde 35 bine çıkardıklarını belirten Nakhal, bunu başarılı ve umut verici bir başlangıç olarak değerlendirdi. Ancak Nakhal, asıl olarak mücadele ettikleri şeyi şöyle açıkladı: "Tamamıyla korku üzerine inşa edilen ve insanlara kendisinden olmayan bir 'öteki'nin varlığını dikte eden, böylelikle sürekli olarak Sünni, Şii, Hristiyan, Durzi gibi ayrımlar yaratan, bu algıyı besleyen ve yayan söylem bombardımanı oldu; yaratılan bu 'öteki'ler sizin varlığınızı hedef alacak veya en azından sosyal haklarınızı gasp edecek vs. gibi... Böylesi keskin bir atmosferde, bu söylemin dışında bir hat tutturan, halklar arasında kışkırtılan bu ayrımları aşan sınıfsal bir birliği savunan bizler açısından rekabet etmek elbette ki kolay olmuyor."
 
Lübnan Komünist Partisi Merkez Komite üyesi Jana Nakhal'ın ETHA'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
 
Geçen ay Lübnan'da 9 yıl aradan sonra genel seçimler yapıldı. Lübnan Komünist Partisi olarak siz de bazı bölgelerde hem kendi adaylarınızla hem de çeşitli sivil toplum örgütleriyle kurduğunuz ittifaklarla seçimlere katıldınız. Partiniz açısından seçim sürecini ve sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 
 
Bu seçimlerin bizim için ne anlam taşıdığını anlamak için öncelikle geçtiğimiz 10 yıldan bu yana Lübnan'da yükselen bir sistem karşıtı muhalefetin varlığından bahsetmek gerekiyor. Ülkede elbette 2011'e kadar çeşitli sistem karşıtı muhalif hareketler vardı ancak özellikle 2011 Arap isyanları süreciyle birlikte bu hareketler ve özelde de partimiz çok daha geniş bir taban kazandı diyebilirim. 2011 Arap isyanlarının Lübnan ayağı yaklaşık 6 ay kadar sürdü ve bu sürede 35 bine yakın insan sokaklara çıktı, ki bu Lübnan özelinde oldukça büyük bir rakama tekabül etmekte. Bizler de o tarihten bu yana, bu ayaklanma sürecinden çıkardığımız dersler ışığında sokağa yansımış olan bu hareketliliği örgütlemek, kendi söylemimizi halkın ihtiyaç ve taleplerine göre geliştirmek adına gece gündüz faaliyet yürütmekteydik. Bu anlamda biz 2018 seçimlerini, gelişen bu toplumsal muhalefetin oy zemininde kendisini göstermesi açısından bir başlangıç olarak değerlendiriyoruz. Partimiz de dahil olmak üzere, muhalefetin aldığı oyların toplamı, 1.5 milyon seçmen arasından 98 bin civarında oldu. Bu gerçekten de ciddi bir rakam zira Lübnan'da hükümet dışı güçler ilk defa bu kadar yüksek bir rakama ulaşmış bulundular. Diğer yandan bu seçim süreci sivil toplum örgütlerinin ve sistem karşıtı grupların çeşitliliğinin görünür olması açısından da bir ilk olma özelliği taşıdı.
 
Lübnan Komünist Partisi olarak seçimleri kazanma gibi bir iddia taşıdığımızı veya başarı çıtasının kazanılan sandalye ile ölçülür olduğunu söyleyemem, özellikle de mevcut seçim sistemini, bu sistemin sadece hükümet eden güçlerin yeniden seçilebilmesi için tasarlanmış yasalarını ve ayrıca seçimlere yatırılan paranın muazzam boyutunu hesaba katarsak. Ortada dönen paranın sadece resmi olarak yansıyan boyutu bile inanılmaz rakamlarken, gerçekte nasıl bir paranın seçimlere egemen olduğunu tahmin bile edemiyoruz. Bir çoğumuz oyların herhangi bir şekilde saklanmaya gerek duyulmadan, nasıl da açıktan pazara çıktığına, tek tek oyların bazı bölgelerde 4000 dolara varan rakamlarla satın alındığına şahit olduk. Lübnan'da korkunç bir gelir adaletsizliği var, işsizlik inanılmaz boyutlarda ve insanlar gerçekten de oldukça zor şartlarda geçimini sağlamaya çalışıyor. Bu koşullar altında, oylarını satmaya yanaşanları suçlamanın da maalesef pek bir karşılığı olmuyor. Dolayısıyla bizim açımızdan seçim süreci, tüm bu yozlaşmış yapıya karşı mücadele etme anlamını taşıyordu. Ancak asıl olarak mücadele ettiğimiz şey, tamamıyla korku üzerine inşa edilen ve insanlara kendisinden olmayan bir “öteki”nin varlığını dikte eden, böylelikle sürekli olarak Sünni, Şii, Hristiyan, Durzi gibi ayrımlar yaratan, bu algıyı besleyen ve yayan söylem bombardımanı oldu; yaratılan bu “öteki”ler sizin varlığınızı hedef alacak veya en azından sosyal haklarınızı gasp edecek vs. gibi... Böylesi keskin bir atmosferde, bu söylemin dışında bir hat tutturan, halklar arasında kışkırtılan bu ayrımları aşan sınıfsal bir birliği savunan bizler açısından rekabet etmek elbette ki kolay olmuyor. Seçimlerdeki öncelikli kıstasımız, hangi bölgede olursa olsun, hükümette yer alan hiçbir partiyle işbirliğine gitmemekti. Dolayısıyla sadece kendi söylemimizin haklılığından aldığımız güçle, başka hiçbir destek olmadan seçim çalışması yürütmüş olduk. Herhangi bir destek bir yana, seçime girmediğimiz bölgelerde dahi bu partilerin saldırılarına, karalamalarına maruz kaldık. İnsanlar bize oy vermesin diye hain ilan edildik. Veya Hizbullah mesela, halkın üzerindeki dinsel etkisini kullanarak bize verilecek oyların haram olduğunu bile söyledi. Sonuç olarak partimiz, tüm bu dezavantajlı koşullara karşı mücadele ederek 35 binin üzerinde oy aldı ki bu rakam toplam 15 bölge içinden seçime girdiğimiz yalnızca 5 bölge için yaklaşık yüzde 7 gibi bir orana denk düşüyor. Rakamların bir şey ifade etmesi açısından, 2009 seçimlerinde 7 bin oy aldığımızı hesaba kattığımızda biz bu sonucu oldukça başarılı ve umut verici bir başlangıç olarak değerlendiriyoruz. Ve bu, yalnızca bizim partimiz için değil, genel olarak sistem karşıtı muhalefet açısından da Lübnan'da artık somut anlamda bir alternatifin var olduğunu göstermek bakımından iyi bir başlangıç olma özelliği taşıyor. Şimdi, mesela 2009 seçimlerinde hiçbir şekilde kendilerini ait hissetmemelerine rağmen, sırf başka bir alternatif yok diye mevcut partilere oy verme yoluna giden kitlelere şunu daha güçlü bir biçimde söyleyebiliriz: sosyal, ekonomik ve politik haklarınızın gasp edilmesinden şikayet ediyorsanız, bunun karşısında var olan bir alternatifi görme ve geliştirme adına sorumluluk almak zorundasınız. 
 
Sistem partileri açısından baktığımızda Hizbullah’ın yükselişini ve Hariri’nin güç kaybettiğini görüyoruz. Hizbullah’ın hükümette güç kazanması Lübnan halkları ve bölge güç dengeleri açısından ne anlam ifade ediyor? 
 
Lübnan’ın ekonomik politik yapısı itibariyle Hariri’nin kaybeden, Hizbullah’ın da kazanan taraf olması açıkçası pek bir farklılık yaratmıyor. Zira her ikisi de mezhepçi, her ikisi de neoliberal kapitalist politikaları benimseyen burjuva güçler. Bu zamana kadar Lübnan’ı kapitalist yağmaya açan her türlü özelleştirme projelerine doğrudan destek veren bir siyasi güç olarak Hizbullah mevcut ekonomik politik sistemden oldukça memnun, şimdi kendisi bu pazardan daha fazla pay kapma peşine düşecek. Bir örnek vermek gerekirse, mesela seçimlerin hemen ardından Hizbullah, 60’lı ve 70’li yıllarda kısmen de olsa toplumsal kalkınmada olumlu rol oynayan ancak sonrasında kapatılan şehir planlaması bakanlığının yeniden kurulması yönünde bir adım attı. Ancak Hizbullah bu bakanlığı elbette ki toplumsal gelişme adına değil, kendi kapitalist çıkarları için istiyor. Diğer bir ifadeyle sermaye paylaşımında yaşanacak olan bu değişimde pastanın “gelişim veya kalkınma” etiketli diliminden şimdi Hariri yerine Hizbullah daha büyük pay almış olacak. Bu durumun özellikle kırsal bölgelerde oldukça kötü sonuçlara yol açacağını söyleyebiliriz. Zira Lübnan’ın en büyük 2 kırsal bölgesi, Bekaa ve Güney Lübnan, Hizbullah kontrolünde ve neoliberal ‘kalkınma’ anlayışıyla Hizbullah bu bölgelerde şehirleşme, altyapı ve tarımsal üretim gibi başlıklarda çevre ve halklar açısından büyük yıkımlara yol açmış olacak. Evet, seçimlerin gösterdiği üzere şimdi çok daha güçlenmiş durumdalar ve yeni hükümette daha kuvvetli bir biçimde yer alacak olması hem yasalar üzerinde hem de sosyal ekonomik politika ve projelerde daha fazla etkin olacağı anlamına geliyor. Bu anlamda Hizbullah’a dair bizim kaygılarımız daha çok toplumsal hayatta meydana gelecek gerici değişimler üzerine, mesela kadın ve LGBTQ bireylerin haklarına karşı atacağı adımlara yönelik. Örneğin şimdiden evlenme yaşı alt sınırında, evlilik içi şiddet ve tecavüz kapsamındaki yasalarda değişiklikler yapmaya hazırlandıklarını belirttiler. 
 
Dış ilişkiler bağlamında ise Hizbullah’ın devlet aygıtı içindeki yükselişi elbette ki yeni bir duruma işaret ediyor. Seçimlerin hemen ertesi günü, İsrail dışişleri bakanının “İsrail için Lübnan hükümeti artık Hizbullah'tır” şeklindeki açıklaması buna bir örnektir. İsrail bu tavrını kısa vadede doğrudan bir saldırı derecesine vardırır mı, pek sanmıyorum. Zira güç dengeleri eskisi gibi değil. Hizbullah artık İran’a bağlı küçük bir parti olmaktan öte, özellikle 2006 itibariyle silahlı bir güç olarak kendisini giderek geliştiren ve Suriye savaş sürecinde oynadığı rolle birlikte bölge genelindeki dinamikler içerisinde oldukça güçlü bir konuma gelen bir aktör. Ancak bu elbette ki bir yere kadar geçerli. ABD ve İsrail’in başını çektiği emperyalist ve siyonist hegemonyanın esas meselesi bölgede kontrol yitirmeme üzerine kurulu. Görünen tablo, bu hegemonya mücadelesinin Suriye sathındaki ayağında kaybeden taraf oldukları yönünde. Nisan ayında Suriye’nin bombalanması, ABD ve İsrail’in Kudüs hamlesi ve İran üzerinden temellenen tehditler bu kaybı telafi etme adına daha cüretkar hamlelerin habercisi olma özelliği taşıyor. Dolayısıyla bundan sonrasında Lübnan’ın da bir hedef haline gelmesi ihtimaller dışında değildir. 
 
Türkiye devletinin Afrin işgali sırasında siz de Rojava’daydınız ve direniş sürerken Afrin bölgesine geçtiniz. Bölgenin devrimci bir öznesi olarak Rojava devrimiyle nasıl ilişkileniyorsunuz? 
 
Kürtler yıllar boyunca farklı rejimler tarafından sistematik olarak ırkçılığa ve her türden baskıya maruz kalmış bir halk. Bu durum ne yazık ki Kürtler ve özellikle de Arap halkları, onları temsil eden siyasi partiler arasında tarihsel bir uzaklığın oluşmasına yol açmış durumda. Bu anlamda ben bir Arap olarak, Kürtlerin bölgenin asli bir parçası olduğu gerçeğinden yola çıkarak Arap solunun Kürt halkına doğru bir adım atması gerektiğini savunuyorum. Mesela ben Afrin’deyken bir çok kişinin bana “gerçekten de Lübnan’da bizi destekleyenler var mı?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Tarihsel olarak ezen ulusu temsil eden birlerinin Kürt coğrafyasında onların yanında yer alması Kürt halkı için hala şaşkınlıkla karşılanan bir şey. İşte bizim öncelikle bu tür temasların kurulmasına ihtiyacımızın olduğunu düşünüyorum. Ne yazık ki, PKK ve Kürtlerin Rojava’da ABD ile işbirliğinde olması bizim açımızdan büyük bir sorun teşkil ediyor. Ancak başta söylediğime geri dönecek olursam, eğer bizler, Arap ve bölgenin diğer halkları olarak, Kürtleri yeniden bölgenin bir parçası olmaya doğru çekmeye yönelik adımlar atmayıp sadece onlara ABD ile beraber hareket etmemelerini salık verirsek, bunun kendi başına herhangi bir karşılığı olmayacaktır. Çünkü benim kişisel olarak da gidip deneyimlediğim üzere bu mesele onlar açısından hayatta kalma meselesi olma anlamını taşıyor. Dolayısıyla bizler tarafından yapılması gereken, öncelikle onların Rojava’yla birlikte gerçekleştirdikleri devrimci atılıma destek olduğumuzu göstermek ve böylesi bir yerden ABD ile ilişkilerini kesmeleri yönünde etkide bulunmaktır. Diğer bir ifadeyle, öncelikli olan bu tarihsel ayrışmanın karşısına halklar arasında toplumsal ve siyasal anlamda bir bağın kurulmasını sağlamaktır. Ve bunu gerçekleştirmedeki en büyük rol, Suriye’de, Lübnan’da veya tüm bölgedeki devrimci parti ve yapılara düşmektedir. Bu anlamda bizim Lübnan Komünist Partisi olarak Rojava’ya gidip onlara destek ve dayanışmamızı sunmamızın veya kendi yayınlarımızda Rojava’ya, Kürtlerin tarihsel mücadelelerine dair yazılara yer verip dolaşıma sokmamızın bölgenin geleceği adına önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunun hem Kürtlere dayanışmamızı somut olarak hissettirmek hem de Arap dünyasına parti olarak kendi pozisyonumuzu, yapılması gerekeni göstermek gibi iki yönlü bir anlamı var. Lübnan Komünist Partisi gibi özellikle bölge üzerinde siyasal etkisi olan partilerin böylesi adımları atmaya dair sorumluluk taşıdığını, bölgenin antiemperyalist devrimci kurtuluşunun ancak bu sorumluluğun yerine getirilmesiyle sağlanacağını düşünüyoruz.