22 Kasım 2024 Cuma

Satranç

Marks'tan ve Lenin'den öğreniyoruz, pratik politika an ile ilişkilidir ancak yanı zamanda bir master plana sahip değilseniz o anların içinde boğulursunuz, birinden diğerine koşmaktan hiçbir şey biriktiremezsiniz ve her durumda kötünün iyisine mecbur kalırsınız. Örneği çoktur, sonuçları cesaret kırıcıdır ve yorgunluk ürettiği sabittir. Devrimci solun varlığını üretebilen az sayıdaki örneğinden olan devrimci sosyalistlerin kolaya yaslanıp kısa vadeli güç kazandırabilecek burjuva sola eklemlenme strateji ve dönem taktiğine karşı neden ısrarla eşitlik, adalet ve özgürlük arayışıyla içeriklenen bağımsız bir üçüncü cepheye vurgu yaptığını bir de buradan düşünmek iyi olmaz mı?

Hakkında Cemaat Şebekesi elemanı olduğu hükmü verilen bir eski generalin şebeke dayanışmasıyla beraat ettirildikten sonra iktidarın ani reaksiyonuyla tekrar tutuklanması ekseninde ilerleyen tartışma hayli ilginç. Bir tarafıyla da güç temrini yapan iktidar blokuna nanik yapmaktan farksız. Bahsedilen eski askerin kamuya yansıyan akrabalık ilişkilerini ve bağlantılarını atlamadan bir tarafa kaydetmeli. Bir ucundan Futbol Federasyonu Başkanı'na uzanan bu eski saadet zinciri, Türkiye sathındaki iktidar yapılanmasının ve egemen aile ilişkilerinin çoğunlukla evlilikler yoluyla nerelere nasıl yayıldığını ve istendiğinde bütün bu imkanların mesela Kürdistan bahsinde şovenizmin futbol sahalarında nasıl da kolay kışkırtılabildiğini de gösteren tipik örneklerden.

Bir başkası, geçen ay bir ölüm vesilesiyle ortaya saçılan kontrgerilla ilişki ağıydı ve oraya bakıldığında Hiram Abas ve Şengal Atasagun ailelerinin yine evlilikler ve şirket ortaklıkları yoluyla nasıl iç içe geçtiklerini, bu kadarla da kalmayıp ciddi bir sermaye oluşturdukları kolaylıkla görülebiliyordu. Günümüzde tekellere ve medyalara "hizmet üreten" güvenlik şirketleriyle askeri ve güvenlik danışmanlarının kimler olduğunun izi sürüldüğünde de kontrgerilla düzeninden nemalanan ve 90'ların özel savaş dönemlerinin gözde isimleri olan kişilere ulaşacağından kuşku yok. Düzen parsellenmiştir ve bu gibi işler sus payı olarak da dağıtılmaktadır.

Cumhuriyet'in başından bu yana yönetici elit şu veya bu biçimde bir tür getto oluşturdu. Bazı mesleklere baktığımızda bunların bir tür siyasal veraset yoluyla sonraki kuşaklara aktarıldığını görebiliriz. Pek çok tekelci sermaye grubunun iç ilişkisi, hatta evlilik işlemleri de farklı değil.

Bu davranış kodlarının cemaat şebekesi tarafından devralınıp üretildiği besbelli. Ancak konu, siyaset sahasında çok daha esaslı başka bir soruna işaret ediyor. İktidar gemisi su alıyor evet. Bu nevi olaylarsa iktidar bloku ile belli başlı destekçileri ve yancıları arasında ekranlarda dışa vuran gerilimleri besliyor. Düne kadar bu başlıklarda da açıkça "darbe hukuku"nu savunan ve buna "Kemalist devrim kadroları devlette tekrar egemen oluyor", diye alkış tutan Perinçek'in birdenbire eleştirel tutum alması bundan sonraki oyun planlarıyla ilgili.

Bir güvenlik devleti refleksiyle burjuva hukuk normlarına çoktan boş veren iktidar bloku hukuku en çok devrimciler aleyhinde hiçe saydı ki bütün taraftarları bunları alkışlayageldi. Şimdiyse başka bir durum var. Hukukun dışında bir araçla, açık biçimde, hukukun biçimlendirilmesi hamlesi, günün birinde yine bir hukuki daha doğrusu kanuni imkandan yararlanarak mevcut iktidar sahiplerinden kurtulma hesabı yapan eski düşman ve şimdiki dost müttefikleri kara kara düşündürüyor. Herhalde bir kendilerinin kurnaz olduğunu ve oynadıkları taht oyunlarının kurallarını belirleyebileceklerini sandıklarından, bu hamleyi beklemiyorlardı. Şimdi avaz avaz bağırıp hukuktan söz açanlar, ilkesel değil son derece dar çıkar hesabıyla davranıyorlar.

Musrileşme eğilimi ve buna hazırlık konusundan çeşitli defalarca bahsettik. Yeni dönemin bir kontrgerilla düzeneği biçiminde işlediğinden de. Şunu ekleyebiliriz, bu düzenek sadece ezilenlere dönük değil, belli bir anda kendi iç hesaplaşmalarında da acımasızca işletilecektir. Kriz olmadığını, sütliman bir rejim inşa edildiğini düşünen yanılır. Türkiye'de bu mümkün değildir. O kadar mümkün değildir ki, işçilerin ezilenlerin sokaklarda olmadığı zamanlarda dahi alttan alta o kaynama sürer.

Daha ne söylensin iktidar partisi liderine, onu destekler görünerek, bu "hukuka müdahale" hamlesinin, iktidar imkanı yarın başkasının eline geçerse kendisine karşı da kullanılacağı açıkça ifade edildi. Her dikkatli okuyucu, iktidar mahfillerindeki kaynamayı uzaktan da gözleyebiliyordu. Bir bariyerle yumuşatılacak mı, şimdiden net analizler yapılamaz belki ama oldukça sert bir rejim içi saflaşma döneminin içine girdik. Kimin ayakta kalacağı kestirilemez ancak işaretler iktidar partisinin aleyhinde.

Elbette yine bir üçüncü cephenin oluşturulmasına geleceğiz ki bu bizim siyasal mücadeledeki amentümüzdür. Ancak ondan önce bir detaya değinmeli. Dış politikadaki başarısızlık zincirine Libya da eklendi. Daha önemli bir şey oldu bu arada, badem bıyıklarının altından gülerek Libya'ya asker gönderdiklerini ima edenler, son Berlin toplantısında asker göndermediklerine neredeyse yemin billah edecekler. Şunu gördüler, savaşan taraflardan biri lehine denkleme girmek, o taraf yenildiğinde kendilerine de fatura çıkarılması demektir. Hiç yol alamadılar, silah satamadılar ve istedikleri mali imkanı bulamadılar. Bulsalardı da bir şey değişmezdi ancak bulamamanın ötesinde büyük ihtimalle bundan sonra da bulamayacakları söylenebilir. Siyasal İslamcı dayanışma bir yerde daha akamete uğramış görünüyor. Yine de bir detaya dikkat: AKP, CHP'nin gönlünü kazanamadı ancak Deniz Baykal hasta yatağından AKP'ye destek mesajı yolladı. Bu selamın "devlet adamlığı" vurgusuyla alınması hem AKP'nin şimdiki ittifaklar blokunun kapsamına işaret eder hem Baykal'ın, son otuz yıldaki bütün pratiklerini düşünelim, kişisel planda da "ulusalcı milliyetçi devlet refleksi" üreticisi olması rolünün nereye denk düştüğünü. O çok söz edilen galatı meşhur "derin devlet" tartışmasına veri olabilecek bu detay artık ceptedir ve bir gün başlı başına tartışılmayı beklemektedir.

Libya bahsinde toplumun konsolide edilemediğini ve mesela Kürdistan harekatlarındaki gibi bir reaksiyon yaratılamadığı kesindir. Dolayısıyla bir zafer psikolojisiyle iç politikaya dönülemiyor. Zira karanlığı koyulaşan ve uçurumu çoğalan bir siyasal atmosfer hakim.

Peki göreli yumuşama mı daha bir katılaşmak mı iktidarın işine gelecektir? Muhtemelen bu sorunun üreteceği bütün içerik eskidi. Giderek ne yaparsa yapsın, yasallık kazanmakla birlikte bu yeni düzeni yani faz değişimine uğramış yönetim biçimini meşrulaştırma imkanı kalmadı.

Oy oranlarının ötesinde bir duruma işaret ediyoruz. İktidar, geçiş döneminde bir esnemeyle yasallığı meşrulaştıran adımlar atabilirdi ama tam aksine yöneldi. Halihazırdaki siyasetin de sonuç vermediği görüldü. Kaldı ki buna ittifak ortakları da izin vermeyecektir. Yaptıklarını yapmaktan öte her yol AKP'yi iktidardan düşürür. Diğer yandan yaptıklarının kendisi de benzer sonuçlar verecektir ki ikisinin de aynı yere çıktığını bildiği için Mursileşme çeşitlemelerine hazırlanmaktadır.

Marks'tan ve Lenin'den öğreniyoruz, pratik politika an ile ilişkilidir ancak yanı zamanda bir master plana sahip değilseniz o anların içinde boğulursunuz, birinden diğerine koşmaktan hiçbir şey biriktiremezsiniz ve her durumda kötünün iyisine mecbur kalırsınız. Örneği çoktur, sonuçları cesaret kırıcıdır ve yorgunluk ürettiği sabittir.

Şayet hayata Ahmet Hamdi Tanpınar'ın başarısız satırlarına bakmıyorsak, an ile süreç ilişkisini gözden kaçırmamak bu nedenle daha bir anlam kazanıyor. Birkaç adım sonrası düşünülmeden, geleceğin oyunu kurulmadan vasatı aşan siyaset üretilemez. Marks'tan Lenin'e belli başlı bütün sosyalist-devrimci isimlerin aynı zamanda iyi birer satranç oyuncusu olmasını tesadüfle izah edemeyiz ki üst üste binen örnekleri açılarken bu yola başvurmanın sonuç vermeyeceği de tesadüf değil sadece henüz açıklayamadığımız beraberlikler bulunduğunu anlatan Engels'ten öğreniyoruz. Devrimci solun varlığını üretebilen az sayıdaki örneğinden olan devrimci sosyalistlerin kolaya yaslanıp kısa vadeli güç kazandırabilecek burjuva sola eklemlenme strateji ve dönem taktiğine karşı neden ısrarla eşitlik, adalet ve özgürlük arayışıyla içeriklenen bağımsız bir üçüncü cepheye vurgu yaptığını bir de buradan düşünmek iyi olmaz mı?