23 Kasım 2024 Cumartesi

Ozan Horoz yazdı | Sistem krizinin toplumsal dönüşüm potansiyelleri ve ücret temelli mücadele

Mevcut durumun sınıftan yana ve toplumsal bir devrim fikri etrafında örgütlenebilmesi, sistemin krizinin devrimci bir krize dönüştürülebilmesiyle mümkündür. Devrimci ve sosyalistlerin, sınıfın içerisinde ve sınıftan yana bir tavırla kendi sınırlarını zorlaması ve bulunduğu her alanı bu doğrultuda örgütlemesi kritik önemdedir.

Kapitalist iktisat teorisinin temel ölçütü ekonomik büyüme verileridir. Bir ülke ekonomisi belli oranın üzerinde ve sürekli artan şekilde büyüdüğünde, ekonomik gidişat genel olarak olumlu kabul edilir. Sosyalist iktisat teorisinin temel referans noktası büyüme rakamları değil, toplumsal kalkınma düzeyi yani ortak toplumsal zenginlikler ve üretilen artı değerin eşit bölüşümüdür. Dolayısıyla bir ülke ekonomisinin kapitalist kaidelere göre büyüyor olması, emekçi sınıfların mevcut pozisyonunda ve alım gücünde -tam da şu an yaşadığımız haliyle- pozitif bir katkı sağlamaz. Aksine, büyümeye bağlı üretimin artışı iş cinayetlerinin sayısını, çocuk işçiliğini, esnek ve sigortasız çalışmayı dayatır. Büyüme için gerekli olan imkanlar, tam da bu insanlık dışı koşulların varlığına bağlıdır. Sosyalizm koşullarında emeğin üretkenliği yoluyla sağlanan büyüme ve üretilen artı değer; toplumun genel kalkınma düzeyine katkı sağlamak için kullanılır. Karşısındaki sistem olan kapitalizmde ise büyüme ve buna bağlı artan karlılık, onun temsilcisi olan burjuvazi için olmazsa olmaz bir varlık nedenine dönüşür.

Son haftalarda Türkiye ekonomisinde stagflasyon endişeleri birçok ekonomistin gündemindedir. Stagflasyon terimi, ekonomik durgunluk (resesyon) ve enflasyonun aynı anda yaşanmasını ifade eder. Stagflasyon durumundan bahsedebilmemiz için 3 çeyrek dönemde büyüme rakamlarının negatif görünümde veya yüzde 1'in altında seyretmesi gereklidir. Eylül 2024 verileri henüz açıklanmadı fakat piyasaların beklentileri yüzde 0.8 civarında bir büyüme verisi geleceği yönündedir.

Kapitalist üretim şeklinin büyüme ve karlılık üzerine kurulu bir paradigması vardır. Karların düşmesi ve büyüme rakamlarının negatife dönmesi durumunda sistemin devamlılığı için her türlü yola başvurmaktan çekinmezler. Bu durum, yoğun ve kitlesel işten çıkarmaların ve sefalet zamlarının da yolunu açan bir sürecin taşlarını döşer. Çünkü karlar düşme eğilimi gösterdiğinde sermaye sınıfı için ilk başvurulacak yöntem işten çıkarmalardır.

Enflasyon, işçilerin maaşlarının gerçek değerini azaltır. Örneğin, bir işçi 2023 yılında 40 bin lira maaş alıyorsa, 2024'te enflasyon oranı eğer yüzde 10 ise, bu maaşın alım gücü yüzde 10 azalır. Aynı miktarda maaşla daha az şey alabilir ya da hiç alamaz duruma gelir. Bilindiği gibi geçtiğimiz temmuz ayında asgari ücrete, sefalet zammını bile uygun görmemişti hükümet. Bu durum, burjuvazi ve temsilcileri açısından bilinçli bir tercihti. Enflasyonla mücadele alanında talep yönlü enflasyonun da baskılanması gerekiyordu. Bu ne demek? Bir üreticinin ürettiği 10 adet ürünü 15 kişi satın almak isterse fiyatı 5 birim, 5 kişi satın almak isterse fiyatı 3 birim fiyata düşecektir. Bu da enflasyonun kademeli şekilde düşmesine yol açar diyorlar. Dolayısıyla işçi sınıfı ve ezilenlere buyurdukları şey; 1 kilo peynir alma, 250 gram al; yarım kilo et alma, 200 gram al demek oluyor. Başka bir anlatımla emekçi sınıflar için süregiden sefalet boyut atlıyor. Yoksulluk krizinin günden güne derinleştiği bir dönem yaşanıyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in enflasyonla mücadele programı, talep yönlü enflasyonu baskılamak üzerine kuruludur. Talep yönünün, yani satın alma gücünün enflasyon karşısında eritilmesi ve bu yolla tüketimin durdurulması üzerine kuruludur. Fakat bu yöntemin ve beraberinde uyguladığı sıkılaştırma politikalarının arz tarafında da sıkıntılar çıkardığı aşikardır. Arzın oluşabilmesinin en temel koşulu düşük işçi ücretleri ve bunun yanında hammaddeye ve finansmana ulaşma imkanlarına bağlıdır. Üretilen ürün ve hizmetlerin karlı şekilde satılabilmesi ise temel amacıdır. Enflasyonist piyasa koşullarının yarattığı etkiyle istediği düzeyde karlılık sağlayamayan firmalar ve sanayi kuruluşları, üretimi yavaşlatma ve ardından yoğun ve kitlesel şekilde işten çıkarmalar yapacaktır. Hükümetin patronlara kıyağı olan enflasyon rakamlarının çok altındaki maaş zamları ya da yapılmayan işçi zamları da sürecin onlar açısından sürdürülebilir olmasına yetmeyecek gibi görünüyor.

Yüksek enflasyon ve işsizlik, kapitalist sistemin işçi sınıfı ve ezilenler üzerindeki olumsuz etkilerini derinleştirmektedir. Türkiye'de mevcut kriz, işçi maaşlarının düşmesi, işsizlik oranlarının artması ve yaşam standartlarının azalması gibi sorunları beraberinde getirmiştir. Kapitalist üretim sisteminin ekonomik büyüme ve karlılık odaklı yaklaşımı, işçi sınıfının ve ezilenlerin yaşam koşullarını daha da zorlaştırmaktadır.

İşçi sınıfının düşük ücret ve işsizlik tehdidine karşı ayaklanması, sadece mevcut ekonomik adaletsizliklere karşı bir tepki değil, aynı zamanda toplumsal eşitlik ve adalet arayışının bir ifadesidir. İşçilerin ve ezilenlerin kurtuluşu, gerçekten devrimci ve sınıftan yana politikalar üreten yeni bir sendikal anlayış ve devrimci sosyalist hareketin merkezine birleşik mücadele hattını büyütebilmesiyle mümkündür. Enflasyon kıskacından kurtuluş ve işsizlik tehditlerine karşı ortak mücadele hattının örülmesi ve ücret mücadelesinin bu meselenin merkezi hattını oluşturması kritik önemdedir. Ücret mücadelesi devrimci sosyalist hareketin ana gündem maddesi olmalı ve bu doğrultuda politikalar üretilmelidir. Mevcut durumun sınıftan yana ve toplumsal bir devrim fikrinin etrafında örgütlenebilmesi, sistemin krizinin devrimci bir krize dönüştürülebilmesiyle mümkündür. Devrimci ve sosyalistlerin, sınıfın içerisinde ve sınıftan yana bir tavırla kendi sınırlarını zorlaması ve bulunduğu her alanı bu doğrultuda örgütlemesi kritik önemdedir.