4 Ekim 2024 Cuma

Oza Nova yazdı | Faşizm, lezbiyenler, mezbiyenler

LGBTİ+'lar sadece kimlik ve yönelim mücadelesi vermiyor, bir bütün faşizme karşı saf tutarak direniyor. Nasıl ki faşizm; söz, basın, toplantı, örgütlenme, eylem ve ulusal kaderini tayin özgürlüğünün üzerindeki gerici diktatörlükse, LGBTİ+'ları ayrıştıran ve katlini vacip kılan heteroseksizm de faşizme içkindir. Dolayısıyla LGBTİ+'ların buradaki onurlu direnişi faşizme karşıdır. Bir tarafta lezbiyenler, mezbiyenler, kadınlar, direnen öğrencilerle beraber tüm ezilenler; diğer tarafta faşist şef ve etrafında kümelenen çeteler ve mafya bozuntuları. Direnenlerin safı da talepleri de net. Özgürlük! Söz, yetki, karar!

Politik İslamcı erkek egemen-heteronormatif faşizm hakkında bazı mülahazatı şamildir.

Boğaziçi Üniversitesi'ne faşist şef tarafından kayyum rektörün atanması ile beraber başta Boğaziçi öğrencileri ve akademisyenleri olmak üzere öğrenci gençliğin tamamı üzerindeki ölü toprağı atarak özerk-demokratik üniversite talebiyle direnişe geçti. Direniş başladıktan kısa bir süre içerisinde hızla alevlendi ve memleketin dört bir yanında nüvelerini irili ufaklı göstermeye başladı. Direnişin büyümesi ihtimaline karşın üniversitenin kapısına korkudan kelepçe takan faşizm, memleketin dört bir yanındaki eylemlere de saldırmaya ve öğrencileri hedef göstermeye, politik İslamcı faşist Saray rejimine karşı çıkan her sesi ilan ettiği gibi kayyum rektör istemeyen öğrencileri de terörist ilan etmeye başladı. Korkusundan biçare kalan faşist şef, ezilenler nezdinde karşılık bulan ve sokakları tutan hareketi yarmak için başka bir hedef daha seçti kendisine. Toplumsal hassasiyet adı altında kutsal aile demagojisi ile LGBTİ+ öğrencileri hedefleştirmeye çalıştı. Peki, LGBTİ+'lar erkek egemen heteronormatif faşizm için ne anlama geliyor?

Bu topraklarda devleti; burjuva, Türk, erkek, Sünni, heteronormatif vb. kavramlarla tarifleyebiliriz. Bu kavramların faşist devletin yapı taşlarını oluşturduğu aşikardır. Bu taşlardan herhangi birinin küçük bir sarsıntı yaşaması faşist Türk devletinin yıkılması demektir. Kürt özgürlük mücadelesi bunun en önemli örneklerinden biridir. Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı saldırgan tutumundan vazgeçmeyen faşist diktatörlük, politik özgürlükler sorunu çerçevesinde mücadele eden, örgütlenen birçok kesime de aynı biçimde tavır alıyor.

LGBTİ+'lar da heteronormatif faşist devletin hedef aldığı kesimler arasında oldukça üst sıralarda. Kadınlara ikincil cins olduğunu sıklıkla hatırlatmasına rağmen bir nebze de olsa kabul eden erkek egemen heteronormatif faşizm, LGBTİ+'ların varlığını dahi kabul etmiyor, doğrudan öldürülmesi gerekenler kategorisine koyuyor.

Toplumun birçok kesimini başka başka aygıtlarla kontrol altına almaya çalışan devlet, bunu ilk olarak ailede gerçekleştiriyor. Zira özel mülkiyetin tarih sahnesinde belirmesiyle beraber bozulan eşitlik düzlemi cinsiyet çelişkisinin derinleşme sürecini de beraberinde getirmiştir. Cinsel ve sınıfsal bölünmenin başladığı bu düzlemde yeni bir birlik biçimi olarak aile kurumu devreye girmiş ve şekil almaya başlamıştır. Yani, devletin en küçük birimi olarak tarifleyebileceğimiz aile, öğretildiği gibi duygusal bir birlik alanından ziyade, hem üretici hem de tüketici bir birim olarak tarihsel gelişimin zorunlu kıldığı bir örgütlenme biçimidir. Eşitliğin ve ortakça yaşamın yerini, aile örgenliği biçiminde parçalara bölünmüş üretim ve tüketim mekanizmalarının aldığı koşullarda, her türlü eşitlik bozguna uğramış ve bozulmuştur.

Aslında tüm bu erkek egemen faşist tahakkümün bir kaynağı özel mülkiyet ise diğer kaynağı sırtını özel mülkiyete dayayan ailedir. İşte tam da bu noktada faşist şefin 'kutsal aile' vurgusunun altını çizmek gerekir. Aile normlarının dışında kalan LGBTİ+'lar 'türün yeniden üretimini' de imkansız kıldığı için aile kurumunun çözülmesini de beraberinde getiriyor.

Meclis kürsülerinden, miting alanlarına LGBTİ+'ları yuhalatmak için koşturan faşist şef ve şürekasının korku çanları çalıyor. Cuma hutbelerinden, İstanbul Sözleşmesi'ne yapılan saldırıya, Lut kavmi safsatasından, trans kadınların sokakta devlet eliyle öldürülmesine, Boğaziçi'nde direnen LGBTİ+'ların lince açık bir biçimde hedef gösterilmesine kadar hepsinin altında tam olarak bunlar yatıyor.

Buraya tekrar geleceğiz, fakat önce Boğaziçi direnişi karşısında, faşist şeflik rejimi ve şürekasının nasıl tutum aldığına bir bakalım. 

Kürt halkının iradesine yıllardır kayyumlar atayan faşizm '80 darbesinden sonra kurduğu YÖK'ün ilk icraatı olan rektörlerin cumhurbaşkanı tarafından atanması maddesini 2016 yılı OHAL ilanından sonra tekrar resmileştirdi ve birçok üniversiteye kayyum rektörler atadı. Kayyum rektör atamaları öncesinde seçim yapılsa dahi faşist şefin elinden geçerek onaylanıp göreve başlayan her rektör aslında kayyumdur diyebiliriz.

Melih Bulu'nun atanması ile başlayan Boğaziçi direnişi her gün ivme katederek büyümeye devam ediyor. İlk etapta Boğaziçi öğrencileri ve akademisyenleri etrafında şekillenmiş olsa da direniş hızlıca başta gençliğin devrimci özneleri olmakla beraber toplumsal mücadelenin tüm özneleri tarafından sahiplenildi. Kürt halkı, LGBTİ+'lar, kadınlar, işçiler yani bir bütün ezilenler direnişte hızlıca saf aldı. Zira faşist şefin de sezdiği üzere mesele tek başına kayyum rektör değildi. Memleketin dört bir yanını kasıp kavuran politik özgürlükler sorunu bardağı doldurmuş ve kayyum rektör Melih Bulu bardağı daha düşmeden taşırmıştır.

Direniş karşısında hızla burjuva medya organlarını harekete geçiren kayyumcu faşist diktatörlük başta LGBTİ+'lar olmak üzere direnen tüm öğrencileri teker teker terörist ilan ederek hedef tahtasına oturttu. Direnişin ilk gecesinde can havliyle öğrencilerin evlerine operasyonlar düzenleyerek direnişi bastırmak istedi. Saldırı geri püskürtüldü, zira terörist kavramı artık faşist AKP-MHP ittifakının diline pelesenk olmuş, her önüne gelene söylenmiş ve toplumun en aşağısından gelen ses için dahi geçerliliğini yitirmiştir. Saldırıları boşa düşen faşist şeflik rejimi, direnişin boy verdiği Hisarüstü'nü karakola çevirerek Boğaziçi çevresini ablukaya aldı. Direnen öğrencilerin gençliğin devrimci özneleriyle buluşmasını böyle engelleyebileceğini sandı. Burada da gecikti, zira artık eylemler çoktan Hisarüstü'nden Kadıköy'e, İzmir'den Adana'ya, Hopa'dan faşizmin kalesi Ankara'ya sıçramıştı bile. Korktukları artık gerçek, çabaları nafileydi.

İktidara geldiğinden bu yana kendi politik İslamcı faşist neslini yaratma isteği ile yanıp tutuşan AKP ve hükümdarı, üniversiteleri polis-ÖGB ablukası altına almış, tüm öğrenci topluluk ve kulüplerini kapatmış, barış için imzacı olan hocaları görevden almış, üniversiteleri AKP teşkilatına çevirmek için kayyumlar atayarak zapturapt altına almak istemiş, başaramadığı yerde yeni bölümler açarak kendi militanlarını yerleştirmiş ve son hamle olarak kadın üniversitelerini resmileştirme çabası ile yaratmak istediği politik İslamcı faşist neslin inşa çalışmasını hızlandırmıştır. Melih Bulu da bunun bir parçasıdır.

Tüm bunların karşısında toplumsal mücadelenin dinamosu, motor gücü olan gençlik bir kez daha tarihsel rolünü oynamış ve buzu kırmak için güçlü darbeler vurmuştur. Direnişin önünü alamayan faşist şeflik ve şürekası baştan beri direnişin öznesi, örgütleyicisi ve önde yürümekten imtina etmeyen LGBTİ+'ları hedef almış toplumsal hassasiyetler kisvesi altında hedef gösterdiği 2 öğrenciyi tutuklamıştır. Bu hattan ilerlemek isteyen faşist diktatörlük direniş içindeki LGBTİ+'lara saldırmayı toplumsal mücadeleyi politik İslamcı temelde yarmanın fay hattı olarak görmektedir. Kendi faşist tabanını buradan harekete geçirmeyi başaran faşist Saray rejimi kürsüden kürsüye koşarak naralar atmaya başladı.

"LGBT…", "Yok öyle bir şey", "LGBT sapkınları", "Lezbiyenler mezbiyenler…" 

Geldiğimiz noktada bir amok koşucusuna dönen faşist Saray rejimi ve kıyısına yamanan çete liderleri, mafya bozuntuları ile beraber önüne çıkan herkese hunharca saldırıyor, 2911 sayılı kanuna muhalefetten, WhatsApp grubu kurmaktan direnenleri tutukluyor, yahut ev hapsi ile direnişten ayağını kesmeye çalışıyor. LGBTİ+'ları hedef göstererek direnişi sönümlendiremeyen devlet, kuklası kayyum aracılığı ile Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ kulübünü kapattırmış fakat istediğini elde edememiştir. Çünkü görünenin aksine LGBTİ+'lar sadece kimlik ve yönelim mücadelesi vermiyor bir bütün faşizme karşı saf tutarak direniyor. Nasıl ki faşizm; söz, basın, toplantı, örgütlenme, eylem ve ulusal kaderini tayin özgürlüğünün üzerindeki gerici diktatörlükse, LGBTİ+'ları ayrıştıran ve katlini vacip kılan heteroseksizm de faşizme içkindir. Dolayısıyla LGBTİ+'ların buradaki onurlu direnişi faşizme karşıdır.

Son olarak 600'ü aşkın gözaltısı, 26'ya yakın ev hapsi ve 10 tutsağı ile Boğaziçi direnişi hız kesmeden devam ediyor, amacına varmadan duracağa da benzemiyor. Saflar keskin ve net. Bir tarafta lezbiyenler, mezbiyenler, kadınlar, direnen öğrencilerle beraber tüm ezilenler; diğer tarafta faşist şef ve etrafında kümelenen çeteler ve mafya bozuntuları. Direnenlerin safı da talepleri de net. Özgürlük! Söz, yetki, karar!

Dolayısıyla direniş devam edecek ve faşizmin kuklası kayyum Melih Bulu bir mafya bozuntusunun dahi savunduğu sahte bir rektör olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak.

Korkular gerçek, faşizmin çabaları boşa, direniş muazzam. Bu saatten sonra karşısında duracak olanların yapacağı tek şey korkularını usul usul ağlayarak günlüklerine yazmak olacaktır. Kolay gelsin.