16 Eylül 2024 Pazartesi

Onur Yılmaz yazdı | Tarlalar dolu tabaklar boş

Kapitalist tarım politikalarıyla tekellerin ucuz emek gücü haline dönüştürülen, taşeronlaştırılan, doğayla uyumlu her türlü tarım tekniklerinin azami kar hırsıyla hız, plansız ve aşırı üretime kurban edildiği çiftçilerin kendiliğinden gelişen eylemlerinin önümüzdeki aylarda da süreceği görülüyor.

Memleketin dört bir yanında çiftçiler, ürünlerinin para etmemesi üzerine tarlalarını ürünü toplamadan sürüyor ya da ürünlerini toplama karşılığında bedava dağıtıyor. Sorunun bölgesel kuraklık, hava değişimi ya da belli ürünlerdeki düşük verim olmadığı yükselen sesin yaygınlığından anlaşılıyor. Bursa Karacabey'de domates üreticilerinin ardından Balıkesir, Bilecik, Maraş, Antep, İzmir, Uşak ve Aksaray'da da çiftçiler seslerini duyurmak için traktörleriyle yola düştüler. Rize, Konya, Eskişehir, Yozgat ve Burdur'da da çeşitli protestolar düzenlediler.

Ayçiçeği, buğday, arpa, mısır, pamuk gibi ürünlerde son birkaç yıldır tarladaki fiyatlar neredeyse aynı kalırken salçalık domates gibi ürünlerde ise aşırı üretim ve mevsim koşullarıyla geçen yıla göre fiyat düştü. Hızlıca tüketilmesi gereken mevsimin yaş sebze meyvesi de değil, hububat ve yer fıstığı gibi ürünlerde de katlanan mazot, gübre, ilaç, taşıma, yevmiye maliyetlerine karşılık devlet alım fiyatlarını düşük açıklıyor, çoğu durumda geç açıklıyor, pek çok üründe ise çiftçileri gıda tekellerinin, aracı ve komisyoncuların insafına bırakıyor. Örneğin 70'lerde kurulan ve 50 binin üzerinde üyeye sahip Tonya kooperatifinin üreticilerin itirazına rağmen kapanması süreci, artan maliyetler, düşen kalite, dış göç ve özel sektör baskısının tipik bir örneği oldu.

OECD'nin Şubat 2024 raporuna göre Türkiye yıllık yüzde 71,1 ile gıda enflasyonunda yüzde 7,5 oranındaki İzlanda'nın önünde ilk sırada yer aldı. TÜİK'e göre tarımsal girdi fiyatlarında enflasyon haziranda yıllık yüzde 47,56 idi. Türkiye hariç 38 üye ülkede de gıda enflasyonu düşme eğiliminde. OECD ülkelerinde oran ortalama yüzde 5,3, AB ülkelerinde ise yüzde 3,3 olarak kaydedildi. Kasım 2021'den bu yana ilk kez gıda enflasyonu temel enflasyondan düşük bir seviyedeydi. Bir diğer veri: Bağ-Kur'da sigortalı çiftçi sayısı 5 yıl içinde 683 binden 424 bine düşerken bu koşullarda tarımdaki genç çiftçi sayısı giderek azalıyor ve çiftçi yaş ortalaması 58'i buluyor. Edirne-Uzunköprü Ziraat Odası başkanı Özcan Kayalı, "Çiftçi ucuza satarken tüketici pahalıya tüketiyor. Yetkililerimiz dış ticaret tedbiri yerine üreticiye destek versin. Yeni hal yasası, ayçiçeği kuraklık desteği, çeltik prim desteği, yem hammaddesi temini, çiftçinin kullandığı mazota ve elektrikte indirim yapılması gibi önlemlerle üretimin sürdürülebilir kılınması gerekmektedir" diyor. Türkiye'nin gıda enflasyonunda dünyadan bu ayrışması ve bu tarım desteklerinin yeterli ve zamanında olmaması elbette faşist rejimin genel politik seyriyle ilgili.

Önceki dönemde seçim öncesinde tanzim satış noktaları kuran, TMO ürünleri satılan marketler açan, çeşitli fiyat kontrolleri uygulayan rejim, elde ettiği seçim sonucuyla ekonomideki zigzaglara son vermek için de bir fırsat yakalamış oldu, ki bu kendini dayatan artık ertelenemez bir hal almıştı. Şimşek'in tipik kemer sıkma politikaları enflasyonu düşürme sözde gerekçesiyle "talebi kısma" çözümünü ortaya atıp asgari ücrete ara zam yapmama, kamu harcamalarını kısma, vergi yükünü artırma adımlarını uyguladı. Geçen ayların ardından şirketlere vergi afları, doğanın azgınca talanı için yeni projeler, yüksek faiz getirisi gibi düşmeyen enflasyon da sermayeye servet transferinin bir biçimi olmayı sürdürdü. Tarla ve tabak arasındaki çelişki mali soygun programının doğrudan sonucudur.

Bunun devamı olarak şimdi de Tarım ve Orman Bakanlığı, 2 yıl ekilmeyen tarım arazilerine el konularak kiralanacağı bir düzenleme getirdi. Oysa geçtiğimiz günlerde Adana-Seyhan'da 102 köye sonbaharda ekim yapmaları durumunda su sağlanamayacağı bildirimini yapan ilgili kurumlar, çiftçilerin ekim koşullarının giderek ortadan kalktığını itiraf etmişlerdi. Bu ister iklim değişikliğinin yeni tarım deseni olsun ister devletin emperyalist politikaların dayatmaları olsun çiftçilerin mülksüzleştirilmesine yol açacak bir uygulama. 

Sorunun kaynağı çok açık: Kapitalist tarım ve gıda sisteminin insafına bırakılmış çiftçiler önlerini göremiyor. Plansız bir şekilde bir sene yokluk çekilen ürün ertesi sene aşırı üretimden para etmiyor, yılı kurtaran çiftçiler giderek tekellere bağımlı hale gelirken ekosistemler açısından daha sürdürülemez tarım uygulamalarına geçiş yapıyor, tarım arazilerini maden ve enerji şirketlerine bırakmaya ikna olarak bu sektörlerde işçileşmeye razı geliyorlar.

Çiftçilerin yükselen tepkilerine karşın ağırlıkla göçmen ve kadınlardan oluşan mevsimlik tarım işçileri son derece sağlıksız koşullarda güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılıyor. İSİG meclisinin açıkladığı aylık iş cinayetleri raporunda akıl almaz şekilde tarım en çok işçinin öldüğü sektörlerden olmayı sürdürüyor. Diğer yandan yine çiftçilerin tarladaki düşük fiyat tepkisiyle geniş halk yığınlarının yüksek gıda enflasyonuyla tabağını dolduramamasına tepkisi de karşılıklı birbirini büyütüyor.

Oysa Türkiye'de çiftçiler alabildiğine örgütsüz ve eylemler alabildiğine kendiliğinden ve kısa erimli öfke patlamaları şeklinde. Bu da onları uzlaşmaya meyilli ve süreğen eylem biçimlerinden uzak kılıyor. CHP'nin seçim sonrası geçim sıkıntısıyla büyüyen öfkeyi kendine yedeklemek ve toplumsal hareketler radikalleşmeden makul ara çözümler önerdiği fındık, buğday, fıstık gibi tematik bölgesel mitingler serisi çiftçilerin yakıcı sorunlarını en erken 2 yıl sonrası diye işaret edilen erken seçim dışında bir yere sevk etme derdinde değil. Tarım-Sen ve Çiftçi-Sen gibi bağımsız sendikaların örgütlülük düzeyi ise çiftçiler ve tarım işçileri arasında henüz düşük ve yaygınlıktan uzak. Yine, örneğin İzmir'deki domates üreticilerinin eyleminde "Ne ziraat odaları ne kooperatifler ne ilçe tarım müdürlükleri bizim yanımızda, çiftçinin değil bürokrasinin yanındalar" serzenişi, mevcut kurumların da bir tıkanma içinde olduklarını gösteriyor. Sonuçta bu eylemleri ortak talepler etrafında bir hareket olarak birleştirecek örgütlü bir gücün henüz mevcut olmadığını görüyoruz.

Merkez Bankası'nın geçtiğimiz günlerde yayımlanan "İklim Değişikliği ve Gıda Enflasyonu" analizi "(...) aşırı hava olaylarının daha sık ve yoğun seyretmesi, tarımsal üretim, tedarik zincirleri ve gıda fiyatları açısından önemli bir risk" olduğu bariz gerçeğini belirtirken "2035'e kadar her yıl küresel gıda maliyetlerini ortalama yüzde 1,5-1,8 arasında artıracağını" söylüyor. Rapor, malumun ilamını yaparak aslında topu yine sorumlusu belirsiz iklim değişikliğine atıyor: "Türkiye'nin önde gelen meyve ve sebze üreticisi 5 ilin (Mersin, Adana, Antalya, Hatay, Muğla) iklim özelliklerine baktığımızda, bu illerde yaşanan ciddi kuraklıkların sebze ve meyve üretimini olumsuz etkilediği görülmekte. Daha sıcak ve az yağışlı yaz ayları, sulama ihtiyacını ve dolayısıyla tarımsal faaliyette kullanılan elektrik miktarını artırıyor. Artan sıcaklık ve azalan yağışlarla birlikte düşen arz ve yükselen maliyetlerin ise taze meyve ve sebze fiyatlarına yansıdığı görülmekte." Değişen iklim koşullarına karşı devletin ve gıda tekellerinin cevabı "ucuz" gıda tedarikini sürdürmek için daha fazla endüstriyel uygulama ve daha ucuz emek gücüyle maliyetleri düşük tutmak oluyor. Tarım bir kez daha emperyalist işbölümünde uygun tarım koşullarına sahip ülkelerin "görevi" kılınıyor ve özellikle göçmen emeği bu emek yoğun sürece hasrediliyor.

Kapitalist tarım politikalarıyla tekellerin ucuz emek gücü haline dönüştürülen, taşeronlaştırılan, doğayla uyumlu her türlü tarım tekniklerinin azami kar hırsıyla hız, plansız ve aşırı üretime kurban edildiği çiftçilerin kendiliğinden gelişen eylemlerinin önümüzdeki aylarda da süreceği görülüyor. Her geçen yıl iklim değişikliğinin yıkıcı etkisiyle daha da büyüyecek sorunları karşısında çiftçiler de artık şu ya da bu burjuva siyasi partinin herhangi bir çözümü olmadığını görüyor, düzenin kendisinin sorun olduğunu daha fazla deneyimliyor. Çalışırken sağlığını kaybeden, sağlıklı beslenemeyen, tarım arazilerini inşaata, ormanları yeni tarım arazilerine kaybeden işçi, emekçi ve çiftçiler, tarlalar ve market rafları doluyken tabaklarının boş olmasının piyasa düzeninden kaynaklandığını görse de onu planlı bir ekonominin tarım ve gıda politikalarına ulaştıracak siyasal bir mücadeleyi nasıl örgütleyeceğini kestiremiyor. Birleşik demokratik cephe örgütlenmelerinin bir dönem politikası olarak kendiliğinden çiftçi eylemlerini bağımsız sendikalar öncülüğünde süren işçi direnişleri ve fiili meşru eylemlerle birleştirdiği, süreklileştirdiği bir süreç geniş kitlelere seçimi beklemek dışında bir alternatifin mümkün olduğunu, geçinmek için bu direnişlerin zorunlu olduğunu daha somut gösterecektir.