Öncü çıkışı halklaştıralım!
Halklarımızın en acil ekonomik ve demokratik talepleri için sokakta böyle bir politik inisiyatif sergilemek, faşist şeflik rejimine karşı bütün bu mücadele potansiyelinin Millet İttifakı'nın nafile erken seçim çağrılarıyla felç edilmesine ve nihayetinde tekelci sermayenin diğer siyasi blokuna kenar süsü yapılmasına engel olmak uğruna, yani işçilerin ve ezilenlerin siyaseten iradeleşmelerini başarmak uğruna, emekçi sol hareketin burjuva muhalefetle siyasi hegemonya kapışmasında bugün en esaslı avantajı yaratıyor. İnsanca ve onurlu bir yaşam talepli öncü eylemlerde ısrar etmek ve süreklilik sağlamak kadar, bu eylemleri emekçi kitlelerin katılabilecekleri ve birikmiş tepkilerini dile getirebilecekleri biçimlerde geliştirip yaygınlaştırmak da kritik bir önem taşıyor.
Saray yardakçısı kalemşor "İkinci Gezi mi planlanıyor?" diye yazıyordu. Kasım ayının son haftasında yoksulluğa ve pahalılığa karşı birden bire yayılan sokak eylemleri, Abdülkadir Selvi'ye, Gezi-Haziran ayaklanmasını, bu saray yardakçısının deyişiyle "Türkiye'deki en yaygın ve en uzun süreli kalkışma girişimini" çağrıştırıyordu.
Faşist psikolojik savaşın bayağı enstrümanları olan A. Selvi ve mevkidaşları "dış mihrakların oyunu", "FETÖ'nün kışkırtması", "Türkiye'nin önünü kesme operasyonu" zırvalarını art arda sıralayıverdiler. Ne de olsa, tümünün kıblesi Erdoğan daha birkaç gün önce "ekonomik kurtuluş savaşı" sürdürdükleri palavrasını atmıştı. Şimdiyse onların payına, işçilerin, fakirlerin ve ezilenlerin pahalılığa karşı birazıyla sokağa yansıyan büyük tepkisini dipsiz yalan kuyusunda nefessiz kılmak düşüyordu. Fakat bu faşist ve şovenist yalanların bu kez hiçbir inandırıcılığı olmadı, zira hepsi de halk ayaklanmasıyla devrilme korkusunda rehin kalmış bir iktidar aklının arızalı ürünüydü.
Hakikaten korkuyorlar! "Ekonomik kurtuluş savaşı" palavrasının hızla yoksullaşan emekçi milyonları siyaseten ikna etmekten çok uzak olduğunu biliyorlar. "Biz gidersek bütün kazanımlarınız da gider" tehdidinin işsizlik ve pahalılık girdabına çekilen seçmen yığını üzerindeki siyasi etkisinin hayli zayıflamış olduğunun farkındalar. Ne ki, iş ve yaşam koşullarında dişe dokunur bir iyileştirme yapma yoluyla emekçilerin ve ezilenlerin patlama eşiğindeki öfkesini savuşturacak manevra imkanlarından da neredeyse yoksun durumdalar.
Hakikaten korkuyorlar! İşsizlik, yoksulluk ve pahalılık karşısında, demokratik hakların bir bir gasp edilmesi karşısında, emekçiler ve ezilenler için bıçağın kemikte olduğu gerçeğinden kaçamıyorlar. İnsanca ve onurlu bir yaşam isteğiyle bir gün içinde pek çok kente yayılan sokak eylemlerinde faşist politik İslamcı saray iktidarının yaklaşan sonunu görüyorlar. Ne ki, faşist psikolojik savaşı artık ters tepecek ölçüsüzlükte zorlamaktan, zaten fütursuzca uyguladıkları faşist devlet terörünü limitine vardırmaktan başka bir çare de bulamıyorlar.
Bu güncel sokak eylemleri dizisini, geçen haftaki başyazımızda, "saflar ayrışıp belirginleşiyor" başlığıyla ele almıştık. Orada tarif ettiğimiz gibi, "geçinemiyoruz" diyen, "işsizliğe ve pahalılığa artık dayanamıyoruz" diyen emekçi milyonların, genişleyen bir siyasal gövde olarak, faşist şeflik rejimine karşı saflaşmasının ve yerinden kıpırdamaya başlamasının ifadesi, muhtemel bir antifaşist isyan güzergahına yönelişinin uğultusu olduğu çabucak doğrulandı bu eylemlerin. Hareket, örgütlü kuvvetlerin eşzamanlı öncü çıkışları halinde başladı, evet ama kitlelerin insanca ve onurlu bir yaşam isteğine organik olarak bağlıydı ve onların yer yer fiziki katılımını da sağladı. Politik öncüler emekçi kitlelerin kabından taşmakta olan öfkesinden coşku ve cüret sağarken, emekçi kitlelerse gözlerini politik öncülerin açmaya giriştikleri pratik yola diktiler.
Bir kez daha vurgulayalım ki, sermaye-emek ve devlet-halk çelişkilerinin hemen her olayda gözlenebilecek şekilde günden güne ve artan ivmeyle keskinleşmesi sonucu, emekçi milyonlar birkaç kıvılcımla boydan boya alev almaya hazır bir bozkırı andırıyorlar. Bu keskinleşme, faşist şef Erdoğan'ın siyasi cehaletinden veya ekonomi bilmemesinden kaynaklanmıyor. Erdoğan, sermayeden yana çıkan ve sermayenin dolaysızca saray iktidarını destekleyen bölümünü önceleyen bir ekonomi politikasını pervasızca uyguluyor. Bu politikayla kim yoksullaşıyor ve kim zenginleşiyor sorusunun cevabı, Türkiye'de bir yılda milyonerlerin sayısının ve servetinin yarı yarıya artmasında, emekçilerin gelirininse daha beter erimesinde en berrak halde ortaya seriliyor. Dramatik tırmanıştaki pahalılık emekçinin sofrasından her gün yeni bir şey eksilttikçe, faşist şef Erdoğan'ın, faşist saray partisi AKP'nin ve faşist koalisyon partisi MHP'nin oy desteğindeki eksilme de tempo kazanıyor.
Şimdi, on milyonların insanca ve onurlu bir yaşam isteğine tercüman olan öncü eylemlerde ısrar zamanı!
Çünkü bu eylemler, içinden geçtiğimiz somut iktisadi ve siyasi koşullarda, bozkırı tutuşturacak kıvılcımı çakma denemelerine tekabül ediyor. Ve aynı zamanda, faşist şeflik rejimine karşı antifaşist direnişin en kararlı ve en militan öncü kuvvetlerinin siyaseten ve fiziken emekçi kitlelerle buluşup kaynaşmalarına muazzam güncel imkanlar sunuyor.
Dahası, halklarımızın en acil ekonomik ve demokratik talepleri için sokakta böyle bir politik inisiyatif sergilemek, faşist şeflik rejimine karşı bütün bu mücadele potansiyelinin Millet İttifakı'nın nafile erken seçim çağrılarıyla felç edilmesine ve nihayetinde tekelci sermayenin diğer siyasi blokuna kenar süsü yapılmasına engel olmak uğruna, yani işçilerin ve ezilenlerin siyaseten iradeleşmelerini başarmak uğruna, emekçi sol hareketin burjuva muhalefetle siyasi hegemonya kapışmasında bugün en esaslı avantajı yaratıyor. Pahalılığa, işsizliğe ve yoksulluğa karşı söz konusu eylemlere CHP'nin fiilen sırtını dönmesi ve İYİP'inse katılımı düpedüz yasaklaması, emekçi bilincinin özdeneyim okulunda bu düzen partileri konusunda aldığı önemli bir siyasi ders oluyor.
İnsanca ve onurlu bir yaşam talepli öncü eylemlerde ısrar etmek ve süreklilik sağlamak kadar, bu eylemleri emekçi kitlelerin katılabilecekleri ve birikmiş tepkilerini dile getirebilecekleri biçimlerde geliştirip yaygınlaştırmak da kritik bir önem taşıyor. Gündemde olan asgari ücret pazarlığına müdahale hedefiyle işçi havzalarında yürüyüşler, sendikaların enflasyonla eriyen ücretlere ek zam istemiyle harekete geçirilmesi, metal sektöründe devam eden toplu iş sözleşmesi sürecinde metal işçileriyle dayanışma gösterileri, işten atmalara karşı işyeri işgalleri, halihazırdaki işçi direnişlerini buluşturacak emek şölenleri, bölgesel ve sektörel iş yavaşlatma ve iş bırakma eylemleri yolundan işçi sınıfının ileri bölükleri yeni bir politik silkinişe yönelebilir. Emekçi mahallelerinde "insanca yaşam istiyoruz" nöbetleriyle, gündüzleri fatura yakma ve akşamları tencere-tava çalma eylemleriyle, pazar yerlerindeki halk kürsüleriyle hareketin kitleselleşmesine yeni kanallar açılabilir. Emekçi kadınların cinsel şiddetle birleşmiş yoksulluğa karşı tepkileri, liseli ve üniversiteli gençlerin yurtsuzluktan diplomalı işsizliğe değin başlıca sorunlarına karşı öfkeleri, mahallelerde ve okullarda, kadın buluşmalarında ve öğrenci kurultaylarında örgütlenebilir. Türkiye AB'nin Çin'i yapılıyorsa, Kuzey Kürdistan da Türkiye'nin Çin'i haline getiriliyor. Ulusal kuruluşla sınıfsal kurtuluşun hiç olmadığı kadar iç içe geçtiği bu koşullarda, Kürdistan'da da, pahalılığa, işsizliğe ve yoksulluğa karşı Kürt işçi ve yoksullarının özgün sesi yükseltilebilir.
Demokratik cepheleşmenin HDP ve HDK'den BMG ve BGM'ye değin mevcut biçimleri, elbette kendilerine özgü kulvarlardan, insanca ve onurlu bir yaşam için güncel mücadelelerin birleşik özneleridir. Onlarla beraber, zamlara karşı mahalle komitesi, pahalılığa karşı mücadele birliği, insanca yaşam için halk inisiyatifi, işçi sendikaları şubeler platformu, ilçe emekçi dayanışması gibi çok çeşitli eylem ve güç birliği biçimleri, şehirler, ilçeler ve mahalleler düzeyinde, emekçi sol hareketten parti ve örgütlerin, ilerici sendikal ve mesleki kuruluşların, demokratik kitle örgütlerinin hızla bir araya gelebilecekleri, eylem sürekliliği sağlayabilecekleri ve emekçilerin ileri kesimleriyle işbirliği içinde hareketi genişletebilecekleri araçlardır. Esnek yapılanan ve eyleme dönük işleyen bu türden ortak platformlar, aynı zamanda, dönemin temel bir politik görevinin, faşist şeflik rejimine karşı antifaşist cephenin genişletilmesi görevinin başarısına da güncel pratik bir katkı sunabilir.
"Zam ve vergi soygunu son bulsun", "Elektrik, su, doğalgaz, telefon ve internet kullanımı bedelsiz olsun", "Esnafın ve çiftçinin kredi ve vergi borçları sıfırlansın", "Herkese insanca yaşanabilir ücret sağlansın", "Herkese güvenceli çalışma hakkı tanınsın", "Eğitim ve sağlık tamamen parasız olsun", "Saraya, savaşa, SİHA'ya, TOMA'ya değil, işçiye, kadına, esnafa, öğrenciye bütçe ayrılsın" gibi somut talepler, kuşkusuz ki, pahalılık, işsizlik ve yoksulluğun derin acısını çeken emekçilerin ve ezilenlerin en acil güncel talepleri arasında. Örgütlü antifaşist, devrimci ve komünist kuvvetler, düzenleyecekleri eylemlerde bu türden somut talepleri yükseltmeye devam edecekler. Bununla beraber onlar, emekçilerin ve ezilenlerin bu en acil taleplerini gerçekleştirmenin ancak faşist şeflik rejiminin yıkılmasıyla ve halklarımızın devrimci-demokratik iktidarının kurulmasıyla mümkün olabileceğini göstermekle, kitlelerde bu nitelikte bir bilincin ve eylemin gelişmesini örgütlemekle yükümlüler.
Tam da burada, bir kez daha, geçen haftaki başyazımızda altını çizdiğimiz politik nitelik eşiği meselesine geliyoruz.
Şimdiye kadarki gösterilerde yankılanan "Hükümet istifa" sloganı, emekçilerde ve ezilenlerde faşist şef Erdoğan'dan bir an önce kurtulma arzusunun canlılığına işaret ediyor. Fakat bu slogan, saray iktidarının faşist başkanlık modelinde burjuva meclis tarafından belirlenen ve istifa istemine muhatap kabul edilen tipte bir hükümet bulunmadığı gerçeğine uzak düşüyor. Daha önemlisi, Erdoğan'ın genel seçimlerle dahi siyasi iktidar değişimine kapalı bir şeflik rejimi inşa ettiği yerde, bu kendiliğindenci slogan siyaseten protestoculuktan ileri gitmiyor ve nesnel olarak da burjuva muhalefetin ikide bir yinelediği erken seçim çağrılarıyla örtüşüyor. Bu durumda devrimci sorumluluk, "Hükümet istifa" sloganını, "Erdoğan, sarayını başına yıkarız", "Diktatör ve saray yanaşmaları, hepiniz defolun" gibi siyasi bilinç ve kararlılık aşılayıcı sloganlara dönüştürme, "Kahrolsun faşist şeflik rejimi" ve "Tek yol devrim" şiarlarında somutlaşan hedeflere sıçratma perspektifiyle hareket etmeyi gerektiriyor. Politik nitelik eşiğinden geçmenin kitle bilincindeki gelişim şartı böyle.
Söz konusu eşiğin kitle eylemindeki karşılığı ise genel grev genel direniş, başka bir biçimde söyleyecek olursak, ezilenlerin birleşik antifaşist direnişi. Bu, protesto gösterilerinden koparıp alma hamlelerine, yerel eylemler silsilesinden eşgüdümlü genel hareket düzeyine, politik muhtevada ve birleşik tarzda bir grevler ve direnişler zincirine geçiş, hasılı taktik planda aktif savunmadan saldırıya geçiş anlamına geliyor. Şalterleri indirilen fabrikalar, makinaları durdurulan atölyeler, çalışmayan ofisler, boşalan sınıflar, kepenk kapatan dükkanlar, kontak kapatan minibüsler, kuşatılan devlet daireleri, kesilen anayollar, zapt edilen meydanlar, kurulan barikatlar, yanan sokaklar anlamına geliyor. Dedik ya, emekçiler ve ezilenler boydan boya alev almaya hazır bir bozkırı andırıyorlar. Bozkırın alevlerle kaplanması bundan başka nasıl olacak ki? Faşist saray zevatının halen korkusundan sıyrılamamış olduğu Gezi-Haziran ayaklanmasının bütün başardıklarıyla ve başaramadıklarıyla ilk siyasi dersi bundan başka nedir ki? Faşist şeflik rejimine karşı mücadelenin harlanacak alevlerini ancak böyle bir perspektiften düşünenler, bunun gerektirdiği devrimci cüreti ve enerjiyi ortaya koymakta tereddütsüz davrananlar, evet ancak onlar, emekçilerin ve ezilenlerin pahalılığa, işsizliğe ve yoksulluğa karşı bendini zorlayan tepki ve öfkesinin faşist saray iktidarını kül etmeye varacak bir yangına dönüşmesine önderlik edebilirler.
Zaman ve mekan açısından çok yakın bir örneği aklımıza getirelim. Lübnan'da geçen hafta bir kez daha patlayan halk öfkesine bir göz atalım. Döviz kurunun astronomik artışı, hiper enflasyon, benzin ve elektrik darboğazı koşullarında Lübnanlı emekçilerin kurdukları barikatları, tutuşturdukları sokakları, girdikleri çatışmaları düşünelim. Tarihte, kitlesel öfke bardağının şiddetle taştığı, halkların gözaltı, işkence, hapishane, hatta ölüm korkusu duvarını yıkıp geçtikleri sayısız an vardır. İşte böyle bir politik anı hazırlamak için, pahalılığa, işsizliğe ve yoksulluğa, demokratik haklardan yoksunluğa karşı şimdiki öncü mücadeleyi halklaştırma adımlarımızı sıklaştıralım.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 03 Aralık tarihli 39. sayı başyazısı.