Nehir Erdoğan yazdı | Faşizm ve politik tutsak kadınlar
Hani şair diyor ya "Ne ölümden korkmak ayıp ne düşünmek ölümü..." Tam da buradan hareketle niyetimiz, kadınlara "korkmayın" demek değil, olmamalı. Kadınları, gözaltı ve tutuklama saldırısını bir tehdit olarak kullanan faşizme karşı mücadeleye çağıracaksak; tutsak kadınları ve politik tutsakları, onların yaşadığı işkence, hak gasbı ve keyfi uygulamaları kadın özgürlük mücadelesinin güncel konuları olarak görmek ve gündemleştirmek zorundayız.
Bu coğrafyada kadınların, erkek şiddetinin her türüne maruz kaldığı bir gerçek. Cinsel, duygusal, ekonomik, fiziksel birçok şiddet biçimi yasalarca meşrulaştırılırken bir de istismar, manipülasyon, yok sayma ve değersizleştirme gibi "suç" olarak görülmeyen şiddet biçimlerine maruz kalıyoruz. Her gün karşılaştığımız erkek egemen davranışlar, erkek üstenciliği vb. ise çoğu zaman görünür bile olmuyor. Erkekler tarafından katledilen kadınlar ise yandaş medyada ancak 3. sayfa haberlerinde kendine yer bulabilirken on binlerce kadın "sıradaki ben mi olacağım" gerilimi ile yaşıyor. Kadın hareketinin çeyrek asırlık mücadelesi ile devletin erkek şiddetine yönelik cezasızlık politikası teşhir edilse de ya da kimi mahkemelerin kadınların gücü ile davayı sessizce sonuçlandırılması engellense de ve elbette kadınların özsavunma hakkını kullanarak hayatta kalma pratikleri giderek artsa da henüz yürümemiz gereken uzun bir yol var. Çünkü tüm bu kazanımlarımız faşizmin kadın düşmanı politikaları nedeniyle tehlike altında.
Bir de erkek-devletin her fırsatta politik kimlikleri nedeniyle saldırdığı örgütlü kadınlar var. Devrimci, sosyalist, yurtsever kadınlar; gözaltında taciz ve tecavüzden çıplak arama işkencesine, ikiyüzlü ahlak anlayışını kullanarak ajanlaştırma saldırısından duygusal yaşamının şantaj malzemesine dönüştürülmesine kadar bir dizi saldırının da hedefinde. Gözaltı, tutuklama, kadın örgütlerinin, derneklerin kapatılması, kadın siyasetçilerin tutsaklığı gibi birçok saldırı devletin genel kadın düşmanlığı politikalarının içinde görünmez oluyor çoğu zaman. Oysa faşist AKP-MHP ittifakı, örgütlü kadınların üzerinden bütün toplumsal mücadeleleri sindirmeye çalışıyor. Örneğin hapishanelerde yüzlerce kadın tutsak hak ihlaline, keyfi uygulamalara, görüşçü-mektup yasağına maruz kalıyor, infazları yakılıyor veya hapishane idaresinin keyfi kararları ve pişmanlık dayatmasını kabul etmedikleri gerekçesi ile tahliye edilmiyor.
Biz biliyoruz ki tek bir kadının yaşadığı erkek-devlet şiddeti münferit değildir. Asıl hedef bütün kadınlardır ve kadın düşmanlığının örgütlü politikasının sonucudur. İşte bu sebeple Elazığ'da çocuklarının görüşüne giderken trafik kazası geçiren ve hayatını kaybeden Kürt aileler ile Hakkari'de ifade verdikten sonra dönüş yolunda trafik kazası geçiren Barış Anneleri'nin katledilmesi münferit değildir. Devletin Kürt, sosyalist, yurtsever, devrimci kadınlara uyguladığı erkek-devlet şiddetinin bir parçasıdır. Bu tür saldırılar maalesef kadın hareketi tarafından yeterince sahiplenilmiyor. Erkek-devlet şiddeti veya devletin kadın düşmanlığı; erkek yargı, kadın cinayetleri, kazanılmış demokratik hakların gasp edilmesi gibi politikalara daraltılıyor. KHK'lar ile demokratik kadın derneklerinin kapatılması, kamuoyunda tanınmış kadın siyasetçilerden bazılarının tutuklanması gündem oluyor da hapishanelerde tecrit ve hak gasbı ile sindirilmeye çalışılan kadınlar veya infaz düzenlemesi adı altında keyfi olarak tahliyesi engellenen kadınlar gündem olmuyor. Özsavunma hakkını kullandığı için tutsak edilen Nevin Yıldırım'ın duruşmalarına katılım sağlanıyor ama yıllardır hapishanede olmasına rağmen bir mektup yazarak yanında olunmuyor. Bazen bir kart, küçük bir hediye göndermek, görüşçüsü olmak, okuduğumuz bir yazıyı onunla paylaşmak düşündüğümüzden daha büyük bir dayanışma ifade ediyor. Faşizme karşı demokratik siyaset yürüten kadınların uğradığı saldırılar görünüyor ama zor araçları ile mücadele eden kadın devrimcilerin, şehir ve kır gerilla kadınlarının yaşadığı devlet-polis-asker şiddeti görünmez oluyor.
Bu saldırının kadın düşmanı yanı genel kadın mücadelesinin içinde ancak birkaç cümle ile geçiştiriliyor, bir nevi savaşın doğal sonucuymuş gibi "normalleştiriliyor". Hukukun erkek yanı teşhir ve ajitasyonun konusu yapılıyor ama Kürt-devrimci-sosyalist düşmanı yani faşist yanı gündem olmuyor. Oysa hukukun ya da adaletin erkek yanı, gücünü tam da faşist karakterinden alıyor. Hapishaneleri, toplumsal mücadelenin tam göbeğinde gören devlete karşın kadın hareketinin hapishaneler ile ‘içerinin' sorunu olarak dışarıdan ilişkilenmesi hatta ilişkilenmemesi çok ironik. Bugün milyonlarca kadın emeği, bedeni üzerindeki baskılara ya da ulusal ve sınıfsal konumu nedeniyle uğradığı sömürüye karşı mücadele ederken ikilem yaşıyorsa bunun temel nedeni devletin hapishaneleri, gözaltı ve tutuklamaları bir tehdit olarak kullanmasıdır. "Bir şey söylemek istiyorum ama Silivri soğuk" esprisinin altında yatan koskoca bir toplumsal psikoloji gerçeğini görmek zorundayız. Hani şair diyor ya "Ne ölümden korkmak ayıp ne düşünmek ölümü..."
Tam da buradan hareketle niyetimiz, kadınlara "korkmayın" demek değil, olmamalı. Kadınları, gözaltı ve tutuklama saldırısını bir tehdit olarak kullanan faşizme karşı mücadeleye çağıracaksak; tutsak kadınları ve politik tutsakları, onların yaşadığı işkence, hak gasbı ve keyfi uygulamaları kadın özgürlük mücadelesinin güncel konuları olarak görmek ve gündemleştirmek zorundayız.
Bu konuda kazanılan her mevzinin faşizmin saldırılarına kocaman bir gedik açacağını ve bunun kadınların kazanımı olacağını görmeliyiz. Faşizmin kadın düşmanlığının hapishane ve toplumsal yaşam olarak ayrışmasının nedenlerini ve arasındaki ilişkiyi tali görme yanılgısına düşmeden, bir an önce hapishanelerdeki tecrit, politik tutsak kadınların özgürlüğü ve hukukun faşist karakteri ile kadın düşmanı karakterinin aynılığına karşı güncel ve tarihsel sorumluluğunun bilinciyle mücadele etmeliyiz.