24 Kasım 2024 Pazar

Nazlı Top yazdı | Fransa'da devlet şiddetine karşı 'ateş ve öfke'

Fransa Meclisinde Nahel için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulması, Nahel'i öldüren polisi gözaltına alınmak zorunda kalınılması ve kasıtlı insan öldürmek suçunda yargılanacağının açıklanması, eylemlerin gücünü ve devletin tepesindeki gerilimi gösteriyor. Asıl mesele bundan sonraki süreçte eylemlerin somut talep ve kazanımlara nasıl dönüştürüleceği ya da hangi siyasi kanala akıp bir direniş cephesine dönüşebileceği.

Paris Nanterre'de 17 yaşındaki ortaokul öğrencisi Nahel, yol kenarında yapılan bir kontrol sırasında birkaç tanığın gözleri önünde yakın mesafeden polis tarafından vurularak öldürüldü. Bu, son yıllarda "itaat etmeyi reddetme" nedeniyle polisin işlediği ırkçı cinayetler dizisinden sadece bir tanesi. Ancak bu cinayetin, diğer cinayetler gibi üstü kapatılamadı. Çünkü filme alındı, polisin alışılagelmiş "nefsi müdafaa" savunusu maskesini düşürdü.

Polisin bu ırkçı saldırısı işçi sınıfı mahallelerinin genellikle genç, siyah ya da Arap sakinlerini sistematik olarak hedef alan yargısız infazlardan bir tanesidir. Tanık videosunda polisin Nahel'e ateş etmeden önce "kafana sıkarım" diye tehdit ettiği duyuluyor. Nahel'in bir polis tarafından bilinçli bir şekilde katledilmesi geniş çaplı tepkilere yol açtı. Adına "banliyö isyanları" denilen bu radikal eylemler rejimin işçi sınıfına karşı sertleşen tutumunun ve birbirini izleyen hükümetlerin güvenlik politikalarının sonuçlarına karşı bir isyan sembolü haline geldi aynı zamanda.

Fransa'da buna benzer polis şiddetine karşı sokakları tutuşturan banliyö isyanın ilki 2005 yılında yaşandı. 2005 yılında polis tarafından katledilen Zyed ve Bouna'nın ölümlerinin ardından banliyölerde sokaklardaki arabalar ateşe verildi ve her yıl dönümünde sembolik olarak bu eylemler devam etmekte. Yani ırkçılığa ve polis şiddetine karşı tarihi hafıza hep canlı tutulmakta. Fakat 2005 yılından bu yana elliden fazla şehir ve kasabada polis şiddetine karşı bu boyuttaki ayaklanmaya Fransa ilk kez tanık oluyor.

Peki banliyölerde yaşayan halkın öfkesi neden bu kadar siyasallaştı, güçlü, radikal oldu ve süreklileşti?

Fransa'da devletin polise özel yetkiler verdiği yasa ve insanlığa karşı suç işleyen devlet güvenlik görevlilerinin cezasız kalması son yıllarda polis şiddetini iyice artırdı. Geçen yıl trafikte dur ihtarına uymadığı için polisin açtığı ateş sonucu 13 kişi hayatını kaybetti. 2021'de üç, 2020'de ise iki kişi trafik çevirmesine uymayı reddettikleri gerekçesiyle polis tarafından vurularak öldürüldü. Polisin vurduğu insanların çoğu siyahi ya da Arap kökenli.

2017 yılında Hollande döneminde polisin ateşli silah kullanımına ilişkin çerçeve gevşetilmiş ve polis memurlarının "itaat etmeyi reddettiğini" gözlemledikleri anda ateş etme imkanı getirilmişti. Bu tarihten itibaren polis cinayetlerinin sayısı beş kat arttı. 2020'deki Küresel Güvenlik Yasasından 2022'deki LOPMI'ye kadar polisle ilgili birbirini izleyen yasalar, baskıcı kaynakları yalnızca artırdı. Dolayısıyla polisin işlediği bu cinayetler Darmanin, Macron ve onların ırkçı, baskıcı, ayrımcı politikalarının sonucu.

Ayrıca, hükümet halkın tepkisine karşın neoliberal politikalarını hayata geçirmede ısrarcı olduğu için bu tepki gösterenlere yönelik polislere sınırsız yetki veriyor. Devletin verdiği yetki ve güvenceye karşılık 2016'daki El Khomri yasasından emeklilik hareketlerine, 2018'deki Gilets Jaunes'e, liseli gençlik eylemlerinde polisin saldırısı sonucu birçok eylemci gözünü yani vücudun bütünlüğü kaybetti. Eylemlerde aşırı derecede polis şiddeti yaşandı. Son olarak da Soulèvements de la terre'in eyleminde polis saldırısı sonucu iki eylemci komaya girdi. Eylemcilere karşı polis yeni silahları kullanarak kitle üzerinde tatbikat yaptı. Bununla da yetinmedi, çevreci örgütü kapatarak yasakladı.

BANLİYÖ İSYANINI ÖREN MİHENG TAŞLARI VE İSYAN
2014'te Rémi Fraisse ve 2016'da Adama Traoré'nin ölümlerinden bu yana polis şiddeti konusunda artan bir siyasallaşma söz konusuydu. Haziran 2020'de Fransa'da on binlerce genç, devlet ırkçılığına karşı ve polis mağdurları için "adalet ve hakikat" talebiyle harekete geçti. Polis şiddetine karşı verilen mücadele deneyimlerine, artan ırkçılık, göçmen karşıtı yasalar, adaletin işlemeyişi, polis devletine evriliş, devlet otoritesindeki artış, artan yoksulluk, sosyal dışlanmışlık, kamu hizmetlerinin kötüleşmesi, işçi ve emekçi düşmanı neoliberal politikalar bu isyanın altını ören faktörlerin belli başlı aktörleri oldu.

Yılların biriktirdiği polis ve devlet şiddetine karşı biriken öfke Nahel'in öldürülmesi ile yeniden patladı. Eylemler yeni genç kuşağı politikleştiriyor. Zira polis şiddetine, ırkçılığa karşı akşamları harekete geçen eylemcilerin çoğunluğu genç kuşak oluşturuyor.

Banliyö isyanlarında devlet kurumlarını hedef alan eylemciler Sarı Yelekliler eylemini de aşan bir  radikalizm örneği gösteriyor. Polis karakolları, adliye binaları, özelleştirilmiş toplu taşıma araçları, büyük tekel işletmeleri, bankalar, Fresne hapishanesi, çalınan polis üniformaları, cumhuriyetin sembolleri kaldırma, iktidar mekanlarını hedef alan organize saldırılar olduğunu gösteriyor.

Franprix, Auchun, Darty, Lidl, Zara , Nike vb. mağazalarının soyulduğu münferit vakalar olsa da, bu eylemlerde yüksek enflasyondan, hayat pahalılığından fazlasıyla etkilenen halkın öfkesi ve buna etki eden sosyal faktörler olarak da değerlendirmek mümkün.

Örgütlü ve önderlikli bir isyan olarak değerlendirmemiş olsak da kendi içinde örgütlü kesimlerin, organizasyonları, grup ve kurumların olduğu göze çarpmakta. Özellikle antifaşist sloganlar eylemde öne çıkıyor. Eylemlerde "Nahel için adalet", "Adalet yoksa, barışta yok", "Polisin öldürdüğü bir yerde isyan haktır", "Darmanin istifa", "Adalet yoksa, kendimiz sağlarız" gibi politik slogan ve talepler isyanın politik muhtevasını oluşturuyor.

Banliyö isyanları 2005 yılında ve diğer kitle eylemlerinden ders çıkararak devlet şiddetine karşı eylemlerini üst boyuta sıçrattı. Hükümetin saldırı politikalarına karşı yapılan eylemler kitleler arasındaki dayanışma duygusu yarattı. Sosyal haklar ve çevre ile ilgili eylemler yeni gençlik kuşağını birbirine yaklaştırdı. İşçi sınıfı mücadelesi son yıllarda mahallelerindeki gençlerin yürüttüğü mücadele ile bağlantı kurdu. Devletin böl parçala yönet politikasını zarar verilen araba, işyeri üzerinde vandalizm üzerindeki propagandası taktiği artık eskisi gibi etkili olamıyor. Fransa devleti dipten gelen bu isyanı kontrol altına almak için OHAL ilan etti bazı bölge ve şehirlerde. Ama sokağa çıkma yasağını kitle deldi geçti eylemleriyle. Bazı vekiller burjuva basının baskıcı, ısrarcı tutumuna rağmen kitleye sükunet çağrısı yapmadı. Tam tersine geçmişte yaşanan örneklerden ders çıkararak adalet sağlanmadığı koşullarda kitlenin sokak eylemlerinin meşruluğunu dile getirdiler.

Burjuvazi cephesinde ise yeni saldırı furyası söz konusu. Polis ve devletin hedef alındığını belirten burjuva kalemşörler eylemlerin etkisini ve haklılığını kırmak için tüm ayrıcalıklı olanakları ile saldırıya geçti.

Macron "bir gencin ölümünün kabul edilemez bir şekilde istismar edilmesini" kınadı ve İçişleri Bakanlığı tarafından "ek kaynakların" görevlendirileceğini duyurdu. Macron, emniyet ve asayiş güçlerinin "hızlı ve yerinde" müdahalesini övdü. Sosyal medya üzerindeki paylaşımlara ayar çekeceğini söyledi. Başka önlemlerin yanı sıra askeri devreye sokmayı dillendirdi.

Faşist Éric Zemmour "şiddetli bir baskı" çağrısında bulundu ve olağanüstü hal kararnamesini savunarak Fransa'yı alevlendiren şiddet olaylarında bir "iç savaşın" başlangıcı olarak gördü. Öte yandan, Fransa Meclisinde Nahel için bir dakikalık saygı duruşunda bulunulması, Nahel'i öldüren polisi gözaltına alınmak zorunda kalınılması ve kasıtlı insan öldürmek suçunda yargılanacağının açıklanması, eylemlerin gücünü ve devletin tepesindeki gerilimi gösteriyor.

Asıl mesele bundan sonraki süreçte eylemlerin somut talep ve kazanımlara nasıl dönüştürüleceği ya da hangi siyasi kanala akıp bir direniş cephesine dönüşebileceği.

Mezarda emeklilik yasasına karşı aylardır seferber olan, gösteriler sırasında, grev noktalarında polis saldırılarına maruz kalan işçi hareketinin, mahallelerdeki gençleri yalnız bırakılmaması adımı isyanın somut kazanıma dönüştürülmesinde etkili rol oynayabilir.