Mustafa Öner yazdı: Denizlerin yoldaşlığından öğrenmek*
‘68-’71 döneminin devrimci öncüleri, kadroları, militanları neye inandılarsa öyle yaşadılar. Nelere ihtiyaçları varsa tereddütsüz onları elde etmenin mücadelesini verdiler. İdeallerini gerçekleştirmek uğruna fedai ruh ve bilinçle öne atıldılar.
“Ben özgürlük savaşçısıyım. Devrim ateşi yakmak ve emperyalizmi kovmak için yollara düştüm” diyen Deniz Gezmiş, devrim yoluna çıkış amacını, devrimle ilişkilenişini bu sözlerle özetlemiştir. “Düşerse nöbeti devredeceği başkaları olmalıdır devrimcinin. Ardında duran eli bilmelidir, öyle gitmelidir” diyen Kutsiye Bozoklar da bu sözleriyle mücadeleyi sürdürenlere, devrimci kuşaklara bir kez daha görevlerini hatırlatmak istemiştir. Yoldaş(lar)ın senden önce düşerse toprağa, bilmelidir yarım kalan işlerinin omuzlanacağını. Devrimciler birbirlerine mücadele içerisinde sözleri ve eylemleriyle bu görevin devralınacağını gösterirler. Denizler öyle gitti. Ne gözleri arkada ne de uzattıkları elleri boş kaldı. Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un konuşmalarında bu güveni görürüz. Oldukça umutlular; kendilerinden sonraki kuşakların görevi omuzlayacağından, kaldıkları yerden devam edeceğinden. Öyle de oldu.
(…)
Denizler de ezilenlere zulüm eden, sömüren bu düzene karşı adalet ve özgürlüğün ateşini yaktılar. Bu bakımdan ezen burjuva sınıfların zulüm düzenini tanımamak, onu koruyan yasalara, kurallara, yasaklara uymamak ahlakidir ve ezilenlerin en meşru hakkıdır. Bu manada kapitalizme karşı düzen tanımazlık; kurtuluşa giden yolun ilk adımları olarak görülür/görülmesi gerekir. Denizler, işbirlikçi tekelci kapitalistlerin, büyük toprak sahiplerinin baskı ve adaletsizliğinin egemenlik aracı olan sömürgeci düzene son verip yerine eşitliği ve adaleti tesis eden, sömürü çarklarını ortadan kaldıran işçi sınıfının önderliğinde ezilenlerin devrimci-demokratik iktidarını kurma mücadelesinin ilk fitilini ateşlemişlerdi. Bu kıvılcım burjuva sömürü düzeninin devrimci zor yoluyla alaşağı edileceğinin yolunu açtı.
(…)
Denizler, dünyayı yorumlamakla yetinmeyenlerdendi. Onlar değiştirmeyi de kendilerine görev edinenlerden oldular. Değiştirme eylemi olmuş bitmiş bir şey olmadığı için süreklilik arz eder. Bu nedenledir ki Denizlerden de öğrenme kesintisiz olacaktır. Tam da bu nedenlerden dolayı günümüz koşullarında devrimimizin daha çok Mahirlere, Denizlere, İbolara ve Mazlumlara ihtiyacı var. İşte tam da bu ihtiyaçtan dolayı yeni genç Denizleri, yeni insanı çoğaltmak ve Deniz olmak zamanıdır.
(…) Kemalist-ulusalcı-faşist sosyal şoven çevrelerin Denizleri kendilerine yedeklemeye, kendi düşünceleriyle Denizlerin düşünceleri arasındaki niteliksel çizgiyi silikleştirerek onlardan nemalanmaya ne düşünceleri yeter ne de güçleri. Keza yasalcı, liberal sol parlamentarist, reformist çevrelerin de: “Deniz; yakışıklı, karizmatik, heyecanlı, macerayı seven masum bir gençti. Kimseyi öldürmedi” vb. söylemlerle onu ve yoldaşlarını düzeniçileştirme çabaları da beyhudedir. Onlar; kendilerine çizilmeye çalışılan sınırları, yakıştırmaları, düşünceleri, pratikleri ve duruşlarıyla bertaraf edip aşmışlardır. Düzen içi sınırlara Denizleri çekmeye, sığdırmaya bu çevrelerin gücü yetmez.
Denizlerin yaşamları, pratikleri değerlendirilirken söz konusu olan ölmek, öldürmek değildir. Devrimciliğin kriteri ölmek ya da öldürmekle ölçülemez. Devrimci olmanın, devrimci kalmanın ve son nefesine kadar devrimci yaşamanın ölçütü; program, strateji ve ilkeler çerçevesinde politika yapış tarzında, burjuva düzen karşısında alınacak pozisyonda saklıdır. Ölçüt; ideolojik, politik ve örgütsel düzlemde düzen sınırları dışına çıkarak devrimci zor yolunun kullanımında ve fiili meşru mücadele hattında ısrarlı olmaktır. Bir kişinin devrimci olup olmadığı ancak bu kıstaslar baz alınarak değerlendirilir, değerlendirilmelidir. Deniz ve yoldaşları da bu kıstaslara göre sıfatlanmalıdır. Onların devrimci özünün içini boşaltmak, çerçevesini darlaştırmak, çarpıtmak, düşüncelerini ölme öldürme derecesine sıkıştırmak doğru ve samimi bir davranış olmadığı gibi uğruna ölesiye mücadele ettikleri ideallerine de saygısızlık olur.
‘68-’71 döneminin devrimci öncüleri, kadroları, militanları neye inandılarsa öyle yaşadılar. Nelere ihtiyaçları varsa tereddütsüz onları elde etmenin mücadelesini verdiler. İdeallerini gerçekleştirmek uğruna fedai ruh ve bilinçle öne atıldılar. Mustafa Suphi ve yoldaşlarından sonra Şefik Hüsnü oportünistlerinden ve diğer versiyonlarından farklı olarak Denizler; bekleyelim, gelişmelere bakalım kendiliğindenciliğine ve iradesizliğine teslim olmadılar. Onlar; içinde eksiklikleri, yanlışları ve hataları da olan öncü devrimci bir çıkışı başararak Türkiye ve Bakur Kürdistan’da yeni bir çizgiyle çıkış başlattılar. Mustafa Suphilerden sonraki elli yıllık oportünist-uzlaşıcı yasalcı çizgiye, Kemalizm kuyrukçuluğuna, inkarcı, sosyal şoven ideolojiye, sosyalist cenahtaki bürokratizme ve “Barış içinde sosyalizme geçiş” biçiminde formüle edilmiş revizyonist tezleri bu öncü çıkışlarıyla esaslı bir şekilde aştılar. Denizler ikirciksiz düşüncelerinin, yaşama geçmesinin idealleri olan toplumun kurulmasının kavgasını yürüttüler. Devrimciliği, mücadeleyi bir defalık bir eylem olarak görmediler.
Onlar kavgalarını; “Hüner kavgaya girmekte değil, herkes yapar onu. Hüner sürekli kılabilmektir kavgayı”** perspektifiyle sürdürdüler. Onlar hiç ölmeyecekmişçesine geleceğe, bugün ölecekmiş gibi anın görevlerine hazırlamışlardı kendilerini. Öyle de yaptılar ve yaşadılar. Denizler de diğer devrimciler gibi devrimciliği bilerek ve isteyerek seçmişlerdi. Sınıf mücadelesinin seyri içinde kendilerini bekleyen olası risklerin ve karşılaşabilecekleri tehlikelerin bilincindeydiler. Düşünsel ve ideolojik olarak her şeye hazırlardı. Öyle olmasaydı, olası sonuçlarını görmeselerdi, Deniz, Yusuf, Hüseyin ve yoldaşları 12 Mart cuntacılarının, göstermelik mahkeme kürsülerini devrimin kürsülerine dönüştürmeleri nasıl izah edilebilirdi? Keza yaşamı, uğrunda ölümü göze alacak kadar sevme bilincini kuşanmamış olsalardı idam sehpalarına yürürken her birinin emperyalizme, kapitalizme, sömürü düzenine karşıdan cephe alan duruşları ve son sözleri nasıl izah edilecekti?
Onlar; teori ve eylemleri arasındaki bütünlüğü, uyumu sağlamada örnek bir pratik sergilediler. Yanlış yaptılarsa, hataları olduysa onları da kabullenmekten kaçınmadılar. Kendilerine ve eylemlerine eleştirel-sorgulayıcı bakma, özeleştirel davranma açısından yol gösterici, örnek bir tutarlılığa sahiptiler. Onlar birer devrimci, devrimci önder olduklarının bilinciyle hareket etmişlerdi. Dogmatik, statik düşünmeyen, olay ve olgulara, teorik tespitlere eleştirel bakan sorgulayan bir yönteme sahiptiler. Denizlerin kimi özeliklerine, düşüncelerine, yaşam tarzlarına ilişkin belirttiklerimiz onlara ve yoldaşlarına rağmen belirtilen düşünceler değildir. Bu sayılanların her biri hataları ve doğrularıyla onların yaşamlarından, pratiklerinden ve düşüncelerinden çıkarılmıştır. Denizlerin düşüncelerini, yaşamlarını, savunularını ve tartışmalarını objektif bir gözle yakından inceleyenlerin de benzer sonuçlar çıkarmaları hiç de zor olmayacaktır.
‘71 Devrimci Hareketinin hâlâ öğrenilmeye, içselleştirilmeye -azalsa da- muhtaç en gelişkin yanlarından biri; örgüt farkı gözetmeksizin dayanışma içinde hareket etmeleridir. Öyle ki biri diğerini kurtarabilmek için ölümüne eylem örgütlemekte, eylem yapmakta asla tereddüt etmemiştir. ‘68 gençlik hareketi içinde şekillenen devrimci önderler tarafından kuruluş sırasıyla; THKP/C, THKO, TKP/ML-TİKKO örgütlerinin birbirleri için gerçekleştirdikleri eylemlere bakılırsa grupçuluktan uzak, ortak iş yapma, dayanışma ve yoldaşlaşma kültürünün gelişkinliği rahatlıkla görülebilir. Denizlerin Mamak Askeri Hapishanesi’nden kaçırılabilmesi için THKO ve THKP/C’li devrimcilerin Maltepe Askeri Hapishanesi’nde ortak özgürlük eylemi gerçekleştirmeleri, buna verilebilecek ilk örneklerden biridir. Yine ortak eylemle Denizleri kurtarmak için Ünye Radar Üssü’nden üç İngiliz teknisyenin pazarlık amaçlı kaçırılması, Kızıldere Direnişi, Nurhak Dağları’nda THKO’lu Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’ın ölümsüzleşmesine neden olan İnekli Köyü muhtarı ihbarcının İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları tarafından cezalandırılması gibi dayanışma eylemlerinin gerçekleştirildiği sır değil.
Bunların yanı sıra Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamını protesto etmek için İbo’ların Dersim’de bir jandarma karakoluna askeri eylem düzenlemeleri de bu üç örgütün dayanışma, ortak iş yapma ve yoldaşlaşma kültürünün gelişkinliğine verilebilecek birkaç örnektir. ‘71 Devrimci Hareketinin ardılları ve sonradan yetişen devrimci kuşaklar ne yazık ki bu gelişkin kültürü büyüterek kalıcılaştırmada başarılı bir pratik sergileyememiştir. ‘74-‘76 yılları arasındaki dönem devrimci hareketin yeniden toparlanma ve ayrışmalarına tanıklık etti. İstisnasız tüm devrimci örgütlere musallat olan ve kök salan grupçuluk illeti; örgütler arası ilişkilere, devrimci mücadeleye, işçi sınıfı ve ezilenlere büyük zarar verdi. Bu süreçten günümüze kadar gelen dönemde aradan 40-50 yıl geçmesine, grupçuluk illeti gerilemesine rağmen hâlâ devrimciler arası ilişkilerde grupçuluk varlığını önemli ölçüde göstermektedir.
10 Eylül 1994’te Marksist Leninist komünistlerin gerçekleştirdiği ‘Birlik Kongresi’ grupçuluk hastalığına bir darbe vurmada ve birlik ruhunu yeniden yeşertmede önemli bir dönüm noktası olmuştur. Kürt özgürlük hareketi, Marksist Leninist komünistler ve devrimci demokratik kimi politik özneler grupçuluğa karşı başlattıkları mücadeleyi bir noktaya kadar getirmeyi başardılar. Bu mücadele, örgütsel alanda ortak örgütlenme biçimlerinin yaratılmasını da somutlaştırdı. 2012’de kurulan Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 2014’te kurulan Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve 12 Mart 2016’da on devrimci parti ve örgütün kuruluşunu ilan ettiği Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin (HBDH) doğuşu; dogmatizme, grupçuluğa, benmerkezciliğe, örgütünü/ partisini amaçlaştıran antimarksist düşüncelere ve yaklaşımlara karşı yürütülen mücadelenin sonuç alıcı başarıları arasında sayılabilir. Bu olumlu gelişmelere, verilen örneklere rağmen grupçuluktan arınma ısrarı hâlâ sürdürülmesi gereken bir mücadele olarak devrimci güçler arasındaki yerini korumaktadır. Bu yönüyle düşünüldüğünde, günümüz Türkiye’si ve Kürdistan’ında devrimci demokratik hareketin, Marksist Leninist komünistlerin, Denizlerin de öznesi olduğu ‘71 devrimci hareketinden hâlâ öğrenecekleri, alacakları dersler olduğunu belirtmemiz yanlış olmayacaktır.
‘71 Devrimci Hareketi ve Denizlerin örnek alınması gereken gelişkin yanlarından birisi de enternasyonal dayanışma ve kendilerine görev çıkartmadaki bilinç düzeyleridir. Bu gelişkin özellikleri; Denizlerin Filistin mücadelesine, siyonizme karşı savaşa katılmasında, Türkiye ve Kürdistan devrimcilerin İsrail siyonizminin zindanlarında tutsak kalmalarında, şehitler vermelerinde yaşam bulmuştur. Denizler; içinde bulundukları koşullarla, geleneksel sol sosyalist çizgiyle uzlaşmadılar. Eskinin mücadele araçlarına, biçimlerine, çizgisine takılıp kalmadılar. Bunlara düşünceleriyle, pratikleriyle eleştirel sorgulayıcı baktılar. Bu eleştirel tarz ve yöntem Denizleri var olandan kopuşa, eskiyi yıkıp yeniyi kurmaya yönlendirdi. Bu ileri, devrimci yönelim, atılım coğrafyamızın siyasal tarihine ‘68 öncesi ve sonrası diye bir ayrım yapmayı getirdi. Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin tarihinde yeni bir sayfa açtı.
* Bu yazı Ceylan Yayınları’nın okurla buluşturduğu Mustafa Öner’in “Deniz/Devrimcinin İşi Devrim Yapmaktır” kitabından kısaltılarak yayınlanmıştır. (Sayfa 21-29) Başlık ajansımıza aittir.
** Kutsiye Bozoklar, Sosyalizm İnsan Hayat, Bize Kalan yazısı, Ceylan Yayınları 2016, sf. 38