22 Kasım 2024 Cuma

Muhalif burjuva iktisatçıları ekonomiyi kurtarabilir mi?

Yerli burjuvazi artık üretimi geliştiremiyorsa, bağımlılık ve borçtan başka bir şey üretemez hale gelmişse, iflas ve üretimi durdurma riski ile hepimizi işsiz ve aşsız bırakıyorsa ve buna karşı sunabildiği tek çözüm daha fazla borç, işsizlik ve yoksulluk ise kâr için üretim düzeni miadını çoktan doldurmuş demektir. Çözüm, toplum için üretimdedir, sosyalizmdedir.
Sosyal medyada ve TV'lerde boy gösteren "muhalif" burjuva iktisatçılarının ekonomik krize ve çözüm yollarına dair çizdiği resmi üç aşağı beş yukarı şöyle tarif edebiliriz: AKP sanayiye değil, inşaata; üretime değil, ranta dayalı bir büyümeyi seçti. Eğitime, bilime ve teknolojiye gerekli yatırımları yapmadı. Bu sebeple ekonomi dış finansmana ve ithalata, dolayısıyla kura gittikçe daha bağımlı geldi. Krizden çıkmak ve sağlıklı bir şekilde kalkınmak istiyorsak, robotlu üretimin konuşulduğu çağımızda nitelikli işgücü yaratabilmeli, Ar-Ge'ye önem vermeli, bilime ve teknolojiye dayanan üretken bir sanayi üretimi gerçekleştirmeli, dünya markaları çıkarabilmeliyiz. Bu da aklın, bilimin yolundan gitmekle, eğitimden adalete, vergiden anayasaya bir dizi yapısal reformları gerçekleştirmekle mümkündür.
 
İlk bakışta mantıklı gözüken ve sınıf bilinçsiz geniş kitlelerde yankı bulan bu tespitler ve öneriler, krizin sebebinin kapitalist üretim tarzının kendisi olduğunu gizleme çabası güden ve kitlelerin ilerici duygularından faydalanarak onlara yine mülksüzleşmeyi dayatma derdinde olan son derece ideolojik hamlelerdir.
 
Burjuva ideolojisi nasıl ki yeteri kadar etkin çalışan işçilerin bir gün patron olabileceğini söyleyerek toplumdaki aşılmaz sınıf farklılıklarını bulanıklaştırıyorsa, aynı şeyi kapitalist ülkeler arasındaki emperyalist işbölümünü ve kapitalistlerle devlet aygıtı arasındaki temsil ilişkisini örterek de yapar.
 
BİZİM MAĞDUR BURJUVAZİMİZ (!)
 
Öncelikle, kapitalist sınıfın üyeleri öyle tarihsiz-bağlantısız ve eşit koşullara sahip varlıklar değildirler. Aralarında tarihsel anlamda eşitsiz gelişimden doğan katı bir hiyerarşi vardır.
 
Uluslararası tekeller dediğimiz az sayıdaki büyük firma, yüksek alım gücü ve pazar hakimiyeti sebebiyle geride kalan tüm firmaların ne üreteceğini, nasıl üreteceğini de belirlemektedir. Yüksek birikim, yüksek teknoloji, pazar hakimiyeti ve finansman gücüne sahip olanlar bu tekellerken, mali-ekonomik sömürge haline getirilmiş ülkelerin işbirlikçi ve taşeron burjuvazisine düşen ise üretim sürecinin emek-yoğun kısımlarını üstlenmektir. Çünkü bu ülkelerde işgücü ucuzdur ve faşist yönetimlerce gitgide daha da ucuzlatılabilir. Böylece sömürge ülkelerde üretilen muazzam miktardaki artıdeğerin aslan payı düşük tedarik fiyatı ve faiz ödemesi yoluyla emperyalistlere aktarılmış olur.
 
Bu, yerli burjuvazi için kesinlikle bir "mağduriyet" değildir. Burjuva iktisatçıları sınıf aktörlerini görünmez kılıp suçu siyasi temsilcileri olan AKP'ye atsa da AKP tam da temsilcisi olduğu sınıfın ihtiyacı olan bir politika seçmiş, emperyalistlerin ve yerli burjuvazinin desteğini de bu sayede kazanabilmiştir.
 
Yani, iddia edilenin aksine, burjuvazinin çıkarı başından beri yüksek teknoloji üretimine değil, montaj sanayisine yönelmekte; nitelikli işgücünün değil, vasıfsız ve ara elemanın önemsenmesinde; bilimsel eğitimin değil, ucuz işgücüne rıza üretecek faşizmin ve gericiliğin kök salmasında olmuştur. AKP de, onun doğrudan ve dolaylı olarak temsilcileri olduğu burjuva blokları da emperyalist yağmanın işbirlikçileri ve faşist düzenin mimarlarıdırlar.
 
Ancak başlangıçta hem yüksek sermaye akımları sebebiyle ucuzlayan kur hem de teknoloji farkının yarattığı uçurum, yerli burjuvazi için üretim araçlarının ithalatını yerli üretimden çok daha “rasyonel” ve kârlı kılsa da zamanla bağımlılığı arttırmış, nihayetinde üretimdeki ithal girdi payı ortalama yüzde 70'lere, dış borç oranı yüzde 60'lara tırmanmıştır. Nihayetinde kur şoklarına açık hale getirilmiş olan ekonomi kapitalizmin küresel krizi sonucunda kısılan finansman muslukları sonucu krize girmiştir.
 
Yani sorun, burjuva iktisatçıların iddia ettiği gibi ekonomi politikalarının burjuvazi için yanlışlığında değil, bu politikaların barutunu tüketmiş olmasındadır. Sundukları çözüm de emperyalist tekellerin içinde bulunduğu krizi aşmak için beyhude şekilde geliştirmeye çalıştıkları robotlu üretim rejimine uygun taşeron rolün oynanması için gerekli dijital altyapı ve işgücü dönüşümünü sağlama çağrısından başka bir şey değildir. Yani amaç bağımlılığı azaltmak değil, sürdürmektir.
 
Peki, bu neden o kadar da kötü bir şey olsun ki? Sonuçta kapitalist üretim düzeni içerisinde kalsak da bu adımlar sınırlı da olsa refahımızı arttıracak adımlar değil midir? Hayır değildir.
 
Kapitalizm için robotlu üretimin amacı üretim hacmini arttırmak değil esas olarak emek "maliyetlerini" kısmaktır. Yani, getireceği tek şey işsizliktir, yoksulluktur. Bu, burjuva iktisatçıların "nitelikli işgücü" kavramı ile sakladıkları temel gerçektir. Bahse konu dijital dönüşüm işçi-emekçi kitleleri değil, emperyalistlerin alacaklarını, yerli sermayenin de kârlarını kurtarma planıdır.
 
İYİ DE, KİM ÖDEYECEK?
 
Bu iktisatçılarımızın "pek saklayamadıkları" diğer bir gerçek ise bu dönüşümün bedelinin bile işçi ve emekçilere ödettirileceğidir. Piyasayı üretimin düzenleneceği "tek" zemin, kârı da üretimin "tek" motivasyonu olarak gören burjuva iktisatçılarımız, bahse konu dönüşümün bedelini zaten kârları iyice düşen burjuvazinin ödemeyeceğini iyi bildiklerinden, çözüm önerilerinin ufku da teşvik, hibe, destek, IMF yardımı vb. yollarla sınırlıdır.
 
İşte bu nokta, sözde muhalif burjuva iktisatçıların çözümlerinin faşist iktidarın çözümleri ile buluştuğu noktadır. Zira saray, temsilcisi olduğu sınıfı kurtarmak adına borç yükünü işçi sınıfına daha fazla yüklemek için uzun bir süredir zaten kolları sıvamış vaziyettedir. Teşvikler, hibeler havada uçuşmakta, vergi borçları sıfırlanmaktadır. Şirketlerden KDV ve kurumlar vergisi tahsil edilmemektedir. Kapitalistlerin borçlarına kamunun kefil olması demek olan Kamu-Özel İşbirliği projelerine hız verilmekte, aynı işlevdeki Kredi Garanti Fonu'nun vadeleri uzatılmaktadır. Hatta düşük maliyetli finansman bulmak için İslami finans dolabı bile yeniden hortlatılmaya çalışılmaktadır.
 
Burjuva iktisatçıların "farkı" bu soygunun ortadan kaldırılmasını değil "daha planlı ve bilimsel" yapılmasını istemelerinde ve bunun için gerekli kitle desteğini de aydınlanma, çağdaşlık, bilim ve dünyaya entegre olma gibi kimi ilerici özlemlerden devşirmeye çalışmalarındadır.
 
TOPLUM İÇİN ÜRETİM
 
Yerli burjuvazi artık üretimi geliştiremiyorsa, bağımlılık ve borçtan başka bir şey üretemez hale gelmişse, iflas ve üretimi durdurma riski ile hepimizi işsiz ve aşsız bırakıyorsa ve buna karşı sunabildiği tek çözüm daha fazla borç, işsizlik ve yoksulluk ise kâr için üretim düzeni miadını çoktan doldurmuş demektir.  Çözüm, toplum için üretimdedir, sosyalizmdedir.
 
İşçi sınıfının iktidarı olan ve üretim araçlarının mülkiyetinin bir avuç asalağa değil, tüm topluma ait olduğu ve üretimin planlı bir şekilde toplum için yapıldığı sosyalizmde hem yaratılan değerden tüketime ayrılan pay çok daha fazladır hem de tüketim fazlası değer artık üretimi ilerletemeyen asalakların cebine değil, üretkenliği geliştirecek yatırımlara ayrılabilir. Böylece hem kapitalizmden çok daha yüksek büyüme oranları yakalanır, hem de bu artış kapitalizmde olduğu gibi kriz, işsizlik ve yoksulluk değil, yüzde 100 istihdam, boş zaman ve refah yaratır. Yani, burjuva iktisatçılarının hayalini kurduğu o robotlu üretim de sadece ve sadece sosyalizmde mümkün hale gelir.
 
Sosyalistler, işçiler arasında yürüttükleri çalışmalarda rejimin kapitalist niteliğinin tahlilinin yanında muhalif burjuvazinin "sınıfsız, sömürüsüz, kaynaşmış bir millet" masalıyla süslediği sözde çözümlerini de teşhir etmeli, sadece krizin faturasını ödememe düşüncesini değil, aynı zamanda toplum için üretim bilincini de işçilere aşılamaya çalışmalıdırlar.