MKP Temsilcisi Eylem Hasret: Birleşik devrim mücadelesi yaygınlaştırılmalı ve güçlendirilmeli
HBDH bileşenlerinden MKP temsilcisi Eylem Hasret, AKP-MHP faşist iktidarının kriz içinde olduğunu belirtti, iktidarın ömrünü uzatmak için kitlelerdeki öfkeyi bastırmaya çalıştığını söyledi. Hasret, HBDH'de somutlaşan birleşik mücadelenin önemine vurgu yaptı, yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi için ortak çalışmalara ağırlık verilmesi gerektiğini dile getirdi.
Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) bileşenlerinden Maoist Komünist Parti (MKP) temsilcisi Eylem Hasret, ETHA'nın sorularını yanıtladı.
Faşist AKP-MHP iktidarının yoğun bir ekonomik-siyasi kriz içinde olduğunu belirten Hasret, gelişen mücadeleler karşısında daha da pervasızlaştığını dile getirdi. Hasret, "Zaten başka bir seçenekleri de kalmamıştır. Kitlelerden gelen öfkeyi, isyanı nasıl dindirecek, baskıyı, işkenceyi, saldırganlığını ve işgal girişimlerini yoğunlaştıracak ve bu yolla ömrünü uzatmaya çalışacak" diye belirtti.
Faşizme karşı birleşik devrim hareketinin oynadığı rolün önemine dikkat çeken MKP temsilcisi Hasret, "İçinden geçilen süreç, HBDH'nin etkili roller oynayabileceği bir süreçtir. Birleşik mücadelenin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi için etkili somut adımlar atılabilmeli, ortak çalışmalara ağırlık verilmelidir" dedi. Hasret, partilerinin de sürece cevap olma doğrultusunda çalışmalar yürüttüğünü dile getirdi.
MKP temsilcisi Eylem Hasret'in sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:
'FAŞİST İKTİDAR HALK NEZDİNDE İNANDIRICILIĞINI YİTİRMİŞTİR'
Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi tarihi bir dönemden geçiyor. Politik islamcı faşist şeflik rejimi zayıfladıkça işgal ve saldırganlık siyasetini yoğunlaştırıyor. Faşist rejimin yönelimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz, önümüzdeki sürece dair öngörüleriniz nelerdir?
19 yıllık iktidar sürecinin son demlerini yaşayan faşist iktidar, gelmiş olduğumuz süreçte yoğun bir ekonomik-siyasi krizin içerisindedir. Bu kriz, kapitalist emperyalist sistemin dünya genelinde yaşadığı krizden bağımsız değildir. Koronavirüs pandemisi vesilesiyle ortaya çıkan büyük resimden hareketle, gelmiş olduğumuz süreç aynı zamanda neoliberalizmin çöküşüdür. Emperyalizme bağlı yarısömürge "TC" devletinin, ekonomik ve siyasi yaşamıyla, iktidarı ve muhalefetiyle emperyalist sistemin yaşadığı ekonomik-siyasi krizden doğrudan etkilenmesi kaçınılmazdı. Emperyalizme göbekten bağlılığın doğrudan etkileridir bunlar ve bundan kaçınamazlar.
Yaşadıkları ekonomik-siyasi krizin boyutunu yalnızca emperyalizme bağımlı olmakla açıklamak yeterli olmayacaktır. Emperyalizme bağımlılığın doğrudan sonuçlarının yanında, faşist iktidarın özgün niteliklerinin, politikalarının da yaşanan ekonomik-siyasi krizin boyutunda/derinliğinde etkisi vardır. Tek adam diktası/belirleyici rolü olsa da bu iktidarın ortaklarının ve içinde farklı güç odaklarının/kastların olmasının (ve bunların kendi aralarındaki rekabetinin), içte ve dışta izlediği fırsatçı politikaların, Kürt düşmanı özelliğinin, buna uygun konumlanmasının ve politikalarının, emperyalistler arası dengelerden faydalanma ve çelişkileri fırsata çevirme adına işgalci eğilim ve pratiklere girmeye cesaret etmesinin, bölgede savaş kışkırtıcısı, halkların düşmanı politikalar izlemesinin, şovenizmi diri tutma adına içte-dışta düşman tehdidini sürekli canlı tutmaya çalışmasının da yaşanan ekonomik-siyasi krizdeki payını görmek gerek. Yani hem emperyalist-kapitalist sistemin yapısal krizlerinin doğrudan sonuçlarının sarsıcı etkisi, hem de faşist devletin ve iktidarın özgünlükleri ve özgün ekonomik politikalarının sonuçları, faşist iktidarın içinde bulunduğu ekonomik siyasi krizin boyutunu ve derinliğini gösteriyor.
Kendinden önceki iktidarlar gibi halktan yana hiçbir olumlu yanı olmayan faşist iktidar, iktidarları boyunca çeşitli politikalar ve müdahalelerle çöküşünü geciktirmeyi, engellemeyi başarmış olsa da gelinen aşamada bu çöküşü engelleyecek ne ekonomik ne de siyasi güce sahiptir. Halk kitleleri nezdinde inandırıcılığını yitirmiş, teşhir olmuştur. Yakın zamanda bir yenisi ortaya çıkan devlet-siyaset-mafya ilişkileriyle -ki bu aynı zamanda devletin niteliğidir- faşist devlet ve iktidar tüm çürümüşlüğüyle ortada durmaktadır. Fakat bu hal, yalnız AKP-MHP iktidarına has bir durum da değildir. Halktan yana, halkın çıkarını esas almayan tüm iktidarların gerçekliği ve en son vardığı noktadır bu. AKP-MHP faşist iktidarının diğer iktidarlardan ayırıcı özelliği, 19 yıl iktidarda kalmış olmasıdır. Ki, bu 19 yılın özeti yapıldığında söyleyebiliriz ki, esas olarak toplumsal desteğini de yitirmiş olan AKP-MHP faşist iktidarı, başvurduğu açık faşizmle iktidarda kalmayı başarabilmiştir. Fakat bunun da sonuna geldiğini söyleyebiliriz.
'FAŞİST İKTİDAR KENDİ SONUNU GÖRÜYOR, PERVASIZLAŞIYOR'
Diğer yandan ise halk kitleleri açlığa, yoksulluğa, işsizliğe, "sadaka"ya mahkum edilmiş, en temel hakkı olan barınma, sağlık, eğitim, ulaşımdan mahrum bırakılmış, parası olanın faydalanabileceği alanlar olmuştur tüm bunlar. Bitmemiş yaşam hakkı elinden alınmış durumdadır, nefes alması dahi fazla görülmektedir. Adına "demokrasi" denilen bu düzende demokrasi ve adaletin zerresi kendisi için uygulanmamış, doğası, yaşam alanları elinden alınarak sermayenin hizmetine sunulmuş, tüm bunlara karşı en ufak bir hak arayışı ya hapishane, ya işkence ya da infazla sonuçlanmıştır. Kısacası bunlar ve daha fazlası kendisine reva görülen ezilen ve emekçi halklarımız bundan daha fazlası ne yaşayabilir ki? Ölüyor, öldürülüyor, işkence görüyor. Doğası-toprağı elinden alınıyor, yerinden-yurdundan kovuluyor, kentsel dönüşüm adına evi başına yıkılıyor. İtiliyor, kakılıyor, ötekileştiriliyor. Oy kullanıyor iradesi gasp ediliyor. Seçiyor, seçtiği tutuklanıyor. Hakkını arıyor dayak yiyor. Eleştiriyor "vatan haini" damgası yiyor vb. yani kaybedecek daha fazla bir şeyi kalmamıştır.
Bu nedenle yaşanan tüm saldırılara, hak gasplarına karşı biriken öfke ve tepkiyle bugün daha fazla ses yükselmekte, irili-ufaklı direnişler görülmekte, mücadele gelişmektedir. Faşist AKP-MHP iktidarı, bu mücadelelerde kendi sonunu görüyor olacak ki, daha da pervasızlaşıyor. Zaten başka bir seçenekleri de kalmamıştır. Kitlelerden gelen öfkeyi, isyanı nasıl dindirecek, baskıyı, işkenceyi, saldırganlığını ve işgal girişimlerini yoğunlaştıracak ve bu yolla ömrünü uzatmaya çalışacak. Bugün bir taraftan saldırganlığı bu denli artırırken, bir taraftan da adaletten, demokrasiden, reformdan ve insan haklarından bahsetmesinin boş safsatadan ibaret olduğu açıktır. Faşist iktidarın bu söylemlerinden bir şeyler çıkacağı beklentisine girmek doğru değildir.
'İKTİDARIN BASKI VE ŞİDDETİ ARTTIRACAĞI AÇIKTIR'
Süreç hem iktidarın zayıflığını ve yönetme yeteneğini yitirdiğine, ama baskı ve şiddeti arttırarak zayıflığını kapatmaya, yönetim erkini elinde tutmaya çalışacağına, hem de halk güçlerinin öfkesinin artarak sokaklara yansıyacağına, mücadelenin daha da gelişip yayılacağına işaret etmektedir. 2020 yılının 2021 yılına devrettiği ve 8 Mart'la, 12-16-21 Mart'la ve en son 1 Mayıs'la parça parça ivme kazanan mücadele ve direnişler bunun işaretleridir. İşçiler, köylüler, kadınlar ve LGBTİ'ler, gençler, Kürtler, doğasına-toprağına sahip çıkanlar, Aleviler ve diğer ezilen inançlar, ilerici-demokrat aydınlar ve akademisyenler vb. ezilen, sömürülen, horlanan, ötekileştirilen, yok sayılan tüm toplumsal kesimler, faşizme karşı mücadelenin dinamikleridir. Bu kesimler kendi dilleri, özgünlükleri, yetenekleri, birikimleri ve üsluplarıyla, faşizme karşı bir duruş sergiledikleri de gerçektir. Fakat, dağınık, kendiliğindenci ve lokal kalan bu dinamik duruşların faşizm karşısında tek başlarına uzun süre direnmeleri de olanaklı değildir. Devrimci sosyalist hareketin, bu dinamiklerle kuracağı ilişki, faşizme karşı mücadelenin kaderini belirleyecektir.
Faşizme, baskıya, sömürüye, talana, kadın katliamlarına, kayyumlara, işgal saldırılarına vb. karşı gelişen parçalı direnişlerin esas olarak topluma hakim olan hoşnutsuzlukları, tepkileri yansıttığını söyleyebiliriz. Bu durumun doğal olarak faşist iktidarın yaşadığı ekonomik-siyasi tıkanma ve çıkmazların faturasını kestiği geniş kitleleri sokaklara dökebilecek potansiyel-öncü rol barındırdığını belirtebiliriz.
Genel olarak kabul gören bu realitenin devrimci-sosyalist hareketlere bir dizi sorumluluk ve görev yüklediği anlaşılır olmalıdır. Partimiz Maoist Komünist Parti, yakın tarihimizin bir deneyimi olarak Gezi-Haziran başkaldırısından çıkarılacak derslerin bu sorumluluğa ve görevlere ilişkin güçlü perspektifler sunduğunu-sunacağını düşünmektedir.
Elbette, Gezi-Haziran başkaldırısından yalnızca devrimci-sosyalist hareket perspektif edinmedi, faşizm de kendince perspektifler edindi. Olası böylesi ayaklanmalara kendisini hazırladı. Ve önleyici tedbirler diyebileceğimiz bir dizi yasal düzenleme ve uygulamalarla devletin tüm kurumlarını, tüm resmi-gayri resmi savaş güçlerini, bu doğrultuda konumlandırmaya çalıştı.
Faşist iktidarın baskıcı politikalar uygulamadan, şiddete başvurmadan yönetme becerisi gösteremediği, gelişen mücadeleler karşısında da yönetme kabiliyetini elinde tutmak için bu baskı ve şiddeti arttıracağı açıktır. Bunu öngörerek hazırlık yapmak, kitleleri bu doğrultuda aydınlatmak ve örgütlü mücadeleye çekmek, belki de en önemlisi birleşik mücadeleyi silahlı-silahsız biçimleriyle Türkiye-Kuzey Kürdistan'ın her yanına yayarak yaygınlaştırmak, büyütmek ve geliştirmek devrimci-sosyalist hareketlerin ivedi görevidir. Halkların devrime ihtiyacı vardır, halkları devrim için örgütlemede sabırsız olmalıyız.
'MÜCADELE VE DİRENİŞLER YAYILMA EĞİLİMİYLE DEVAM ETMEKTEDİR'
Faşist saray rejimi ezilenlere sokakları yasakladı ama kararlı antifaşist güçler, BMG, işçiler, gençler, kadınlar yasakları tanımadı, açık fiili meşru mücadeleyle yasaklar geri püskürtüldü. Bu 1 Mayıs'ın kazanımları ve mesajı ne oldu?
Pandemi sürecini bahane ederek işçilere, emekçilere, kadınlara, gençlere meydanları yasaklayan faşist iktidara meydanlara çıkan, direnen emekçiler ve devrimciler iyi bir cevap verdi, geri adım atmadılar, çizilen sınırları tanımadılar. Kendi kongrelerini, mitinglerini ve etkinliklerini büyük kalabalıklarla yapan faşist iktidarın, sıra halklara geldiğinde keyfi bir şekilde yasaklamalara başvurması, iktidarın asıl niyetinin halkın sağlığı olmadığının, iktidarının çıkarı neyi gerektiriyorsa ona göre tutum ve kararlar aldığının bugün daha geniş kitlelerce dillendiriliyor olmasının doğrudan sonuçlarından biri olarak sokaklara çıkma cesaretinin, yasakları dinlememe yöneliminin artıyor olmasının bunda etkisi vardır. Bu önemli bir gelişmedir. Direniş odaklarının, kadın kurtuluş mücadelesinin, öğrenci protesto ve eylemlerinin, işçilerin, çevrecilerin baskı ve şiddete rağmen sokakları terk etmeyen kararlı duruşlarının burjuva yandaş medyanın yokmuş gibi davranmasına, "haber" olarak dahi yansıtmamasına rağmen geniş kitlelerce de görülüyor olmasının ve bu direnişte ısrarın motive edici, cesareti bulaştıran etkisini de hafifsememek gerekir. Elbette farklı biçimlerde oluşturulan birleşik mücadele araçlarının, kararlılıkla yürüttüğü kitle çalışmalarının payını da mutlaka eklemek gerekir. Tüm bunlar yan yana getirildiğinde 1 Mayıs'ın ve 1 Mayıs sonrasının yasak dinlemeyeceği öngörülebilir bir durumdu.
1 Mayıs öncesi birbirinden kopuk ama yaygın olan işçi grev ve direnişleri, aynı zamanda bu 1 Mayıs'ın anlamını daha da büyüten bir etkendi. 2021 1 Mayıs'ının anlamını büyüten bir diğer etmen ise devrimci-sosyalist halk güçlerinin bir süreden beri birleşik mücadelede ortaklaşmalarının sınanacağı bir pratik olmasıydı. 8 Mart, 12-16 Mart ve 2021 Newroz'u birleşik mücadele için bir ön hazırlık ve örgütlü-birleşik kitle çalışmasıydı denebilir. Bu çalışmaların birikimi, deneyimi ve tecrübesi üzerinden 1 Mayıs'a birleşik mücadele perspektifiyle hazırlık yapıldı ve sonuçları 1 Mayıs'ta görüldü. Bu önemliydi. Sürekli ileriye bakan, gelişen, kendini var olanla sınırlamayan ve rutinleştirmeyen, kazanmaya kilitlenen ve kazandıkça bir adım daha ileriyi hedefleyen birleşik örgütlü bir yönelimdi bu.
1 Mayıs'ın önemli kazanımlarından biri, birleşik mücadelenin gelişimini yansıtması olmuştur ki, bu da yine militan bir iradenin ortaya konulmasıyla birlikte anılmalıdır. Birleşik eylemin gücünü açığa çıkarmıştır. Bundan sonra ki süreçte, fiili meşru mücadele hattının nasıl ilerlemesi gerektiğini bu 1 Mayıs ilan etmiştir. 1 Mayıs sonrası gelişmelere bakıldığında bunu görebiliriz. Mücadele ve direnişler yenileriyle, özgünlükleriyle artarak ama yayılma eğilimiyle devam etmektedir. Birbirinden etkilenen, birbirini motive eden fakat aynı zamanda hareketi de militanlaştıran bir gelişme olduğu, mücadele ve direnişlere renk vermeye başladığını da söylemeliyiz.
1 Mayıs'ta yasakların tanınmamasında gösterilen cüretkar irade, faşizm karşısındaki duruşa iyi bir örnekti. O irade ve militan duruş selamlanmalıdır. Belki en özlü ifadeyle en büyük kazanımı da bu olmuştur 1 Mayıs'ın. Tabii ki devrimcilerin gerçek güçleri yalnız o gün o iradeyi gösterenler değildir, çok daha büyük güçlerle meydanların zorlanması, her bir alanın, sokağın 1 Mayıs alanına çevrilmesi daha büyük etkiler yaratabilirdi. Fakat, o günler hiç de uzak değildir.
'İŞGALE KARŞI OLMADAN DEMOKRASİ MÜCADELESİ VERİLEMEZ'
İktidar, iç politikada siyasi soykırım, dış politikada işgal ve saldırganlığa odaklanmış durumda. Yakın dönemde Medya Savunma Alanları'na yönelik yeni bir sınırötesi harekat başlatıldı. Bu durum emekçi sol güçlere ne tür görev ve sorumluluklar yüklüyor?
Şu net bir gerçektir; bu işgal saldırıları karşısında tutum almayan, tepki örgütlemeyen hiçbir güç kendisine "demokratım" diyemez. Bir ulusun katliamdan geçirilip yok edilmek istenmesine seyirci kalınarak gerçek ve samimi demokrat olunamaz. Demokrasi mücadelesi, işgale karşı olmadan gerçek anlamda verilemez. Faşizmin temel karakterlerinden birisidir savaş ve bundan beslenir aynı zamanda. Halklara, bir düşmanın olduğu ve ona karşı savaş verdiğini bu nedenle de ne yaparsa yapsın iktidarının desteklenmesi gerektiğinin propagandasını yapar. Savaşı sürekli gündemine alarak ırkçılık ve milliyetçiliği körüklemeye çalışır. Irkçılık, milliyetçilik ve tekçilik, "TC" nin kuruluş kodlarıdır zaten. Kuruluşu ve sonrasından günümüze farklı ulus ve azınlıkları soykırımdan, katliamdan, süngüden geçirerek, sürgüne göndererek varlığını korumuştur. Bugün de AKP-MHP iktidarı eliyle Kürt ulusu üzerinde uygulanıyor en kirli şekliyle. Her gün, medyada yürüttükleri kirli savaşın propagandasını yapıyorlar. Savaş ve kanla oy devşirmeye çabalıyorlar. Şimdi kendi sınırları yetmiyor, sınırlarının ötesine de göz dikmiş, Osmanlı hayalleri kuruyor, işgaller gerçekleştiriyorlar. Bir ulusun ve onun mücadele yürüten öncü güçlerini, siyasi temsilcilerini, kazanımlarını yok etmek istiyorlar. Bu duruma karşı olunmadan, "TC" hakim sınıfları ve onun temsilcisi AKP-MHP iktidarına karşı yürütülen diğer mücadelelerin de başarı kazanamayacağı, bir kazanımla sonuçlanamayacağı, kazanımla sonuçlansa da kusurlu olacağı görülmelidir.
İşgale ve bu işgale onay veren emperyalist ve yerel gerici güçlere karşı güçlü bir duruş ve mücadele örgütlenmelidir. Yürütülen savaş politikalarının nedenleri ve sonuçları, diğer mücadelelerle olan ilişkisi halk kitlelerine ısrarla anlatılmalıdır. Israrla diyoruz, çünkü faşist iktidar sürekli, sistematik olarak "beka sorunu", "terörizm" diyerek Kürt ulusunun tüm kazanımlarını gasp ederken, işgal saldırıları gerçekleştirirken toplumsal desteği arkasına almaya çabalamakta, şovenizmi şahlandırarak sorunun özünü karartmaya çalışmaktadır. Bunun karşısında devrimci-sosyalist güçler ısrarla doğruları, devletin ve iktidarın niteliğini, politikalarının içeriğini halk kitlelerine anlatırken, saldırıları ve işgali engelleyen, Kürt ulusunun demokratik-ilerici kazanımlarını sahiplenip savunan bir duruştan taviz vermemelidir.
'FARKLI ALANLARDAKİ MÜCADELELERİN ORTAKLAŞABİLME ZEMİNLERİ GÜÇLÜ'
Güney Kürdistan'a yönelik işgalci savaşın yanı sıra işsizlik, hayat pahalılığı, yoksulluk kol geziyor memlekette. Savaşa ve işgale karşı mücadele ile aşı mücadelesi, özgürlük mücadelesi arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? İşgale ve savaşa karşı mücadele gündeminizde nasıl bir yer tutuyor?
Savaşı, işgali, yoksulluğu, işsizliği, sağlık-sağlığa erişim hakkı vb. sorunları üreten ve aynı zamanda ürettiği bu gibi sorunlardan da beslenen sistemin, toplumsal yaşamı kabusa çevirmesi karşısında halkların sistem karşıtı mücadeleleri farklı biçimlerde ve boyutlarda sürüyor. Evet, işsizlik sürekli artıyor. Hayat pahalılığı, yoksulluk kol geziyor. Güney Kürdistan'a işgal saldırıları devam ediyor. Diğer yandan koronavirüs pandemisi nedeniyle kısıtlamalara maruz kalan orta ve küçük ölçekli işletmelerin, işsiz kalanların, işe gidemeyenlerin mağduriyetleri karşılanmazken, ardı sıra iflaslar yaşanıyorken, büyük sermayenin her ihtiyacı misliyle karşılanıyor, sağlığa erişimde de ölçüt yine para oluyor. Büyük sermaye sahipleri ve egemen sınıflar hem misliyle kazanıyor hem de sağlığa ve aşıya erişim hakkı öncelikli oluyor. Tüm bunlar sistemin çarkının nasıl döndüğünü tekrar tekrar gösteriyor aslında.
Devlet, iktidar, egemen sınıfların-sermayenin devleti olunca öncelikli olanlar, ayrıcalıklı olanlar egemen sınıflar olmaktadır ve devletin çarkı da, aklı da egemen sınıfların çıkarlarının hizmetinde olmaktadır. Kürt ulusunun inkarı demek, Kürt ulusunun ulusal haklarının inkarı demektir, kendi kaderini tayin hakkının inkarı demektir. Bu kimin işine gelir, devletin sahibi Türk egemen sınıflarının işine gelir. İşgal-ilhak kimin işine gelir, egemen olduğu toprakları genişletmek, yeni pazarlar elde etmek isteyen egemen sınıfların işine gelir. Eğer birde işgal edilen topraklar Kürt toprakları ise, egemen sınıflar açısından tartışma konusu bile olmaz. İşsizlik, yoksulluk, sağlığa erişim vs. hepsi egemen sınıfların hizmetinde olan devletin-iktidarın niteliğinden, sınıf karakterinden, ekonomi-politikalarından bağımsız değildir. Özcesi hepsi birbirine bağlı, birbirini besleyen egemen sınıf politikalarının sonucudur. Bundandır ki, her özgün sorunda sergilenen itirazın, protestonun, direnişin, eylemin karşısına egemen sınıfların/sermayenin koruyuculuğunu yapan polis, jandarma, devlet, iktidar çıkmaktadır. Bundandır ki, işgale karşı mücadele ile sağlığa erişim hakkı için mücadele, ulusal ve sınıfsal kurtuluş için yürütülen mücadele ile yaşanılabilir bir doğa-çevre için mücadele, kadına şiddete karşı mücadele vb. tüm ilerici, demokratik, devrimci mücadeleler birbirinden bağımsız olarak da gelişseler ortaklaşabilme zeminleri güçlüdür. Ortak bir noktada buluşabilmektedirler. Birbirine bağlı, birbirini besleyen ve güçlendiren mücadeleler olmaktadırlar.
Her sorun toplumsal yaşamda farklı farklı biçimlerde yaşanıyor ve mücadeleleri farklı biçimlerde gelişiyor olsa da, gerici hakim sınıflar ve onların temsilcisi iktidarlar bu mücadelelerin hedefi durumundadırlar. Veya tersinden ilerici, demokratik, devrimci mücadeleler, direnişler gerici hakim sınıfların ve onların faşist iktidarının hedefi durumundadırlar. Bu gerçeklik, ilerici-demokratik tüm mücadelelerin ortak noktalarda buluşabileceğini, güçlü ve sonuç alıcı mücadelelerin örülebileceğini, geniş-dar, legal-illegal, silahlı-silahsız birleşik mücadele örgütlerinin oluşturulabileceğini ve birlikte mücadele yürütülebileceğini de güçlü bir şekilde anlatmaktadır.
'5 YILLIK PRATİK ORTAK ÇALIŞMA KÜLTÜRÜNÜ GELİŞTİRDİ'
Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi için önemli adımlar atıldı. HBDH'nin devrimci seferberlik hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminde önemli bir adım olarak 5 yıl önce HBDH oluşturuldu. Geçmişin deneyim ve tecrübelerinden öğrenerek birleşik mücadele için önemli bir adım atıldı, deyim yerinde ise adı konulmamış devrimci bir hamle yaptı. 5 yıllık birleşik mücadele pratiğiyle yadsınamayacak deneyim-tecrübe edindi, ortak çalışma kültürünü geliştirdi, oluşturduğu birleşik mücadele örgütlerini sağlamlaştırma, geliştirme, yaygınlaştırmada önemli adımlar attı. Birleşik mücadelemizin oluşumunda, gelişiminde ortak kayıplarımız oldu. Öncü, önder kadro ve savaşçılarımızı birleşik mücadele siperlerinde yitirdik. Muhammetler, Ulaşlar, Delaller, Nubarlar, Alişerler, Baranlar, Şahinler, Mercanlar, Atakanlar, Yılmazlar, Aynurlar, Cerenler ve diğerleri birleşik mücadelemizin öncüleri, unutulmazları oldular. Ve Sinan Dersim yoldaş. HBDH Yürütme Komitesi üyemiz Sinan Dersim yoldaşı ve onun şahsında diğer yitirdiğimiz yoldaşlarımızı bir kez daha saygıyla anıyoruz. Birleşik mücadelemizin bu günlere gelmesinde yitirdiklerimizin emekleri büyüktür.
Bu 5 yıllık birleşik mücadele pratiğinin, elde edilen deneyim ve tecrübenin ileri taşınarak örgütlenmesi birleşik mücadelenin kendini tekrar etmemesi, kendisini daha ileriden yeniden üretmesi-örgütlemesi için önemliydi. Bu anlamda, elde edilen deneyim, tecrübe ve birikim üzerinden geniş kitleleri devrim mücadelesine seferber etmek, yoğunlaşan faşist baskı ve zulme karşı yeni yeni direniş mevzilerini oluşturmak, irili-ufaklı ve dağınık olan direnişleri ise buluşturmak-birleştirerek güçlendirmek vb. hedefiyle "Faşizmi yıkacağız, özgürlüğü kazanacağız" devrimci hamlesi ilanının hem anlamlı, hem de olumlu olduğunu, sürece denk gelen bir yönelim olduğunu belirtmek gerek. Hem kuruluşuyla yaptığı ilk hamlesinden bugüne kadar ki birikimlerini doğru değerlendirmiş ve ikinci hamlesini yapmıştır, hem de faşizme karşı biriken öfkeyle, kendiliğinden gelişen direniş ve mücadelelerle buluşmayı hedefleyen birleşik bir perspektifi güncelleyerek yeniden oluşturmuştur.
'FAŞİZME KARŞI MÜCADELE GENİŞ KİTLELERLE BULUŞMALI'
Devrimci seferberlik hamlesinin ilanından bugüne geçen zaman göstermiştir ki, hamle isabetlidir, yürüttüğü çalışmalar, yaptığı eylemsellikler olumlu bir seyir izlemiş, izlemektedir. Ve sürdürülmelidir. 1 Mayıs'a kadar ki birleşik pratik ve 1 Mayıs vesilesiyle elde edilen sonuçlar birleşik mücadelenin hem önemini hem de gelişmesi için güçlü bir zemine sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. İlan ettiğimiz hamlenin sonuçları, yarattığı sinerji, diğer mücadele dinamikleri üzerinde yarattığı olumlu etki, kitlelerde yarattığı ilgi ve en önemlisi de tek tek bileşen örgütlerimizin güçlerinin toparlanmasına sunduğu zemin nedeniyle, faşizme karşı mücadelenin geniş kitlelerle buluşması ve daha ileri taşınması hedefiyle devrimci seferberlik hamlesi, "İleri, daha ileri" şiarıyla yeni bir aşamaya taşınmıştır.
'BİRLEŞİK MÜCADELENİN YAYGINLAŞTIRILMASI VE GÜÇLENDİRİLMESİ GEREKLİ'
Partinizin önümüzdeki dönemde kendi çalışmalarına ve birleşik devrim hattına ilişkin öncelikleri ve hareket planı nedir?
Devrimden çıkarı olanların yürüttükleri devrim mücadelesinde ortaklaşması, ortak mücadele araçları geliştirmesi, somut bir talep-hedef etrafında veya devrim mücadelesini geliştirmek hedefiyle ortak yürümesi mantıklıdır. Bugüne kadar deneyimlenen tüm devrim mücadelelerinde farklı biçimlerde olsa da irili-ufaklı birleşik mücadele örgütlerine rastlarız. Devrimin mantığına uygun olduğu kadar, her gerçek devrimin ihtiyacı da olan birleşik mücadele, yalnızca devrimin tek tek yerel/lokal sorunlarına çözüm gücü oluşturmada değil, devrim mücadelesinin hazırlanmasında, güçlendirilmesinde, kazanılmasında, inşasında ve ileri taşınmasında da tartışmasız bir yeri vardır-olacaktır.
HBDH'de farklı siyasi/ideolojik kabulleri olan, devrim program ve stratejileriyle bağımsız siyasi kimliklerini koruyan silahlı devrimci-sosyalist hareketlerin faşizme karşı birleşik mücadele örgütü olarak devrim mücadelesinde önemli bir yeri vardır. Özellikle, devrimci sosyalist hareketlerin içinde bulunduğu örgütsel zayıflık, dağınıklık ve bölünmüşlüğün, devrim mücadelesini zayıflattığı-gerilettiği bir gerçeklikte bunun önemi daha da artmaktadır. Faşizmin/karşıdevrimin kendi hareket alanını sürekli genişletmesi, kazanılmış ilerici hakları gasp etmesi, saldırganlığını pervasızca sürdürmesi karşısında devrimci-sosyalist hareketlerin bu saldırılara tek başlarına karşı koyması, faşizmi geriletecek eylemler yapması, faşizme karşı geniş-kitlesel eylemsellikler örgütlemesi pek olanaklı değildir. Bu, birleşik mücadeleyle olanaklıdır. Faşizmin saldırılarına karşı, devrim cephesinden verilen birleşik bir cevaptır HBDH.
Fakat, faşizme karşı, devrimci mücadelenin gelişmesi-geliştirilmesi için yürütülen mücadelenin daha da geliştirilmesi gereklidir. Var olanla yetinemeyiz. Faşizme karşı mücadeleyi büyütmek, gösterilen çabayı büyütmeyi, harcanan enerjiyi arttırmayı, örgütlenmeyi geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı, yakalanan ortak çalışma ve ortak mücadele ruhunu, ittifak ruhunu ileriye taşımayı zorunlu kılmaktadır. Partimiz Maoist Komünist Parti bu sorumluluk ve bilinç temelinde hareket etmektedir, fakat devrim mücadelesinin geliştirilmesine dönük çabamızı yeterli gördüğümüzü söyleyemeyiz. Önümüzdeki sürecin siyasi-politik dalgalanmalara gebe olduğu açıktır ve bu süreci devrimci cepheden omuzlama ağır sorumluluğuyla karşı karşıyayız, ancak genel devrimci hareketin yaşadığı ve partimizin de muaf olmadığı bazı örgütsel yetersizlikler, yaşadığı kimi örgütsel sorunlar, dağınıklık, birleşik mücadelenin öneminin ve ittifak ruhunun yerellerde yeteri düzeyde işlenememesi-güncel kılınamaması gibi sürece cevap olma sorumluluğunu zayıflatan nedenlerinde ivedilikle aşılması gereken engeller olarak karşımızda durduğunu belirtmemiz gerekir.
Partimiz, sürece cevap olma doğrultusunda örgütsel yapı ve güçlerin yeniden dizayn edilmesi ve geliştirilmesine dönük çalışmaları öncelikli olarak ele almış, bu doğrultuda çalışmalar yürütmektedir, sınıf mücadelesinin görev ve sorumluluklarına uygun mücadele pratiklerinin geliştirilmesini de görev edinmiştir.
İçinden geçilen süreç, HBDH'nin etkili roller oynayabileceği bir süreçtir. Birleşik mücadelenin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi için etkili somut adımlar atılabilmeli, ortak çalışmalara ağırlık verilmelidir. Sürecin devrimci hareketler tarafından doğru okunması, kavranması devrimci hareketlerin gelişmesine de vesile olacağı açıktır. Mücadele dinamikleri militan zeminde gelişmektedir. Devrimci-sosyalist hareketlerin bu sürece uygun pozisyon alması, mücadeleyi geliştirme perspektifiyle somut kazanımlar hedeflemesi önemli olacaktır. Faşist iktidara karşı küçük-büyük demeden sağlanacak her başarının, somut kazanımın politik zemini güçlendireceği, mücadele dinamiklerini geliştirip büyüteceği ortadadır.