4 Ekim 2024 Cuma

Mazlum Diyar Serhat yazdı | Şahlanayım derken...

Devrimci politika, dış siyasetin iç siyasetten ayrı düşünülemeyeceği gerçeğinden hareketle; burjuvazinin dış düşman üreterek iç kamuoyunu konsolide etme, iç krizlerini yönetilir seviyede tutma, çözümünü dayatan siyasi ve toplumsal sorunları öteleme ve bir bütün olarak düzeni sorgulama ve ayrışma eğilimine giren milyonları tekrar düzene bağlama işlevinden dolayı bu alanı göz ardı edemez.

Faşist şef Erdoğan, 23 Aralık günü sosyal medyada yaptığı paylaşımında, "Önümüzdeki dönem dış politikada, Türkiye'nin şahlanış dönemi olacak" dedi.

Sömürgeci rejimin dış politikasının 2016 yılında Cerablus ve El Bab'ın işgalleriyle başlayıp 2020'de ivme kazanan saldırganlık, yayılmacılık, savaş ve işgal doğrultusunda geliştiği biliniyor. Efrîn işgalinden Girê Spî ve Serê Kaniye işgallerine, Libya'da iç savaşa dahil olmaktan ülkenin bir bölümünü işgal etmeye, Rojava ve Başurê Kürdistan'a yönelik işgal saldırılarını sürdürmekten Kafkaslar'da savaş kışkırtıcılığına ve askeri üslenme arayışlarına, Doğu Akdeniz'de gerici hegemonya dalaşından bölge ülkelerine savaş tehditlerine kadar, onlarca ülkede askeri güç konumlandırmaya yönelen bu çizgi, faşist Türk devletinin dış siyasetini her ne pahasına olursa emperyalist yayılma çizgisi üzerinden ilerleteceğini gösteriyor.

Erdoğan'ın Meclis'te yaptığı konuşmasında dile getirdiği, "Yeni yılda ABD ve AB ile ilişkilerimizde yeni bir sayfa açmayı arzu ediyoruz" sözleri, "dış politikada şahlanma dönemi" ifadeleriyle paralellik içeriyor. Sömürgeci faşist rejim saldırgan/yayılmacı dış politikasında ilerleme sağlamayı, ABD ve AB ile restleşme ve rekabet yolundan değil, uzlaşma ve taviz yolundan elde edebileceğini düşünüyor. Zira restleşme yöntemi sınırlarına dayanmış durumda. Gerilim yaşadığı ülkelere en üst perdeden ses tonu ile elini öyle yükseltti ki, daha ilerisi yok. O yüzden artık bu çıkışlar bir etki yaratmıyor. ABD ve AB ise kendi çıkarları gereği göz yumdukları Türk faşist saldırganlık ve yayılmacılığına bir sınır çekme; kontrolden çıkma belirtileri gösteren Erdoğan'a sınırlarını hatırlatma gereği duymaya başlıyorlar.

Bunun çok da kolay olmayacağını, işbirlikçi temelde bağımlılık ilişkilerinin emperyalist küreselleşme dönemi ile birlikte biçim değiştirmeye başladığını görüyorlar. Türk devletinin artık eskisi gibi olmadığı; ama ABD'nin de eski ABD olmadığı, dolayısıyla güç ilişkilerinde değişkenliklerin gerçekleşmekte olduğu, emperyalist küresel rekabet ve hegemonya alanında aktörlerin çoğaldığı, uluslararası koşullarda "efendi-uşak" ilişkilerine bağlı emir komuta zincirinin kopmuş ya da kopmaya yüz tuttuğunu belirtmek gerek.

AB ve ABD'nin, AKP-MHP faşist koalisyonunun, özellikle Saray darbesi sonrası beş yıllık dönemde izlediği faşist terör siyasetini izlemeyi tercih ettiği gözler önündedir. Faşist koalisyonun her ne kadar millici-yerlici kesilmesi; milliyetçilik ve ırkçılığın politik İslam ile harmanlanmış en gerici biçimlerini bu kadar pervasızca uygulama imkanı bulması, emperyalist merkezlerden onay almadan şimdilik çok da mümkün değil.

Peki Erdoğan'ın tarif ettiği "dış politikada şahlanma dönemi"nin iç politika ile ilişkisi ne durumda? Politik İslamcı, ırkçı faşist AKP-MHP yönetiminden rahatsızlık duyan milyonların zayıf karnı "devletin bekası" meselesidir. Etrafı düşmanlarla çevrili ülke söylemleri, halklarımızı, işçi ve emekçileri, yoksulları, bu devlete bağlamada kullanılan en işlevli demagojiler arasında. Kanlı bıçaklı burjuva klikler devlet çıkarları söz konusu olunca en sıkı işbirliğine girmekte tereddüt etmezler. Savaşın kışkırtıldığı en yoğun günlerde açlık sınırındaki işçi ve emekçilerin, toprağı elden giden köylülerin, kanlarını emen burjuvalarla el sıkışması için "aynı gemideyiz" söylemlerine sarılıyorlar. Burjuva devlet, şovenizmle zehirlenmiş, örgütsüz Türk işçi ve emekçilerinin bu zaafını biliyor ve sınıf çıkarları için kullanıyor.

Dış politika, "devlet ve ulusal çıkarlar" ezberleri üzerinden kurgulandığı için alanı siyasetsizleştirir, toplumu homojenleştirir. Herhangi bir konu, bir kere ulusal çıkarlara bağlandı mı, farklı tartışmalara, seçeneklere, halklar arası dayanışma ve dostluk ilişkilerini esas alan devrimci dış politika müdahalelerine kapatılmış olur. Sömürgecilerle Kürt halkının çıkarları, burjuvazi ile işçi ve emekçilerin çıkarları ortakmış gibi, ezilenlerin bilinç ve iradesini dumura uğratacak bir tekleştirme ve homojenleştirme saldırısı devreye girer. Bunu değiştirmenin, dış politikayı siyasete açmanın yollarından biri, iç siyasetle ilişkisini açığa çıkarmak, dış politikayı devrimci siyasetin konusu ve alanı olarak mücadele cephesi haline getirmektir.

Libya, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz ve Suriye gibi dış politika başlıkları söz konusu olduğunda, CHP'nin cılız itirazları dışında her seferinde AKP-MHP faşizminin arkasında hizalandığı açık bir gerçek. Kürt halkımızın özgürlük sorunu, sömürgeci rejim cephesinden, "devletin bekası sorunu" olarak görülüyor. Ve CHP, derhal faşist ittifak ile benzer şoven cümleleri kullanıyor. Bu konular açlık ve yoksulluk düzenine muhalif, demokrat eğilimli fakat örgütsüz milyonların karşıdevrim güçlerinin etki alanından çıkamamasında da ağırlıklı etkendir.

İşbirlikçi burjuvazi, somut olarak AKP-MHP ittifakı, sömürgeci devletin dış politikasını tek başına bu esaslar üzerine kurmuyor elbette. İzlenmekte olan saldırgan-yayılmacı dış politika Türk burjuvazisinin sermaye birikim kanalı, klasik tipte hammadde ve enerji kaynaklarına ulaşma, pazar alanını genişletme yönelimini ifade ediyor. Bu emperyalist yönelimin "içeriye" kesilen faturası ekonomik daralma, demokratik hakların kısıtlanması, ekonomik ve siyasi kriz oluyor. Her durumda işçi ve emekçilere, ezilen milyonlara çıkartılıyor fatura. Demek oluyor ki, işbirlikçi burjuvazi, dış siyasetini iç siyasetin üzerinden yürütmek zorunda. Diğer ifadeyle dış siyaset üzerinden iç siyasetini dizayn ediyor. Yayılmacı-saldırgan savaş dili ile kurgulanan dış siyaset faalken, içeride demokratik özgürlükçü bir ortamın sürmesi eşyanın tabiatına aykırıdır.

Devrimci hareket, enternasyonalist karakteri gereği sömürgeci faşizmin ırkçı şoven saldırgan dış siyasetine karşı halklar arası dostluğun ve dayanışmanın tek tutarlı güvencesidir. Bu doğrultuda kendi egemenlerinin düşmanlık üzerine kurulu dış siyasetine karşı mücadeleyi kararlılıkla yürütmek zorundadır. Bu ilkesel tutumun yanı sıra ikinci olarak devrimci politika, dış siyasetin iç siyasetten ayrı düşünülemeyeceği gerçeğinden hareketle; burjuvazinin dış düşman üreterek iç kamuoyunu konsolide etme, iç krizlerini yönetilir seviyede tutma, çözümünü dayatan siyasi ve toplumsal sorunları öteleme ve bir bütün olarak düzeni sorgulama ve ayrışma eğilimine giren milyonları tekrar düzene bağlama işlevinden dolayı bu alanı göz ardı edemez. Ezilen milyonları ayartma, yoksulluk, işsizlik ve açlığın nedenlerini gözlerden kaçırma, baskıcı, otoriter, faşist sistemleri mazur gösterme, antidemokratik yasa ve yasakları, sıkıyönetim ve OHAL gibi dikta yönetim biçimlerine meşruluk kazandıran dış politika uygulamaları devrimci hareketin güncel politik mücadele alanıdır.

Dış politika alanı ile iç siyasetin birbiri ile kesişen yönlerini bulup birbirine bağlamak taktiğin konusudur. Ezilenlerin politik özgürlük mücadelesinin çok da dikkat merkezinde durmayan dış politika alanı, bu nedenle faşist şeflik rejimine nispeten daha rahat hareket etme imkanı sağlıyor.

Fütursuzluğunun hesap sorulmamasından beslendiği, sonucu ne olursa olsun milli çıkarlara bağlandığında, çatlak seslerin susacağına olan güven, burjuva siyaset esnafının sığınağıdır. Devrimci taktik içerideki faşist saldırganlıkla dışarıdaki işgal savaşlarının bağını kurmayı, işsizlik ve yoksulluğun sebeplerinden birisinin yayılmacı savaşlara aktarılan paralarla ilgili olduğunu ezilenlere göstermeyi, devletin bekası ile çıkarlarının bir olmadığına emekçi halklarımızı ikna etmeyi başarabilmelidir.

Hatırlanmalıdır ki, dünya devrimler tarihi egemen sınıfların dış politika başarısızlıkları, savaşlarda alacakları yenilgiler, saldırgan-yayılmacı siyasette kırılma anları ile devrimleri harekete geçirmede itilim yapan örneklerle doludur.

Erdoğan'ın dış politikada şahlanma hazırlığı, İdlib'ten çekilme, Efrîn'den kovulma, Girê Spî ve Serê Kaniye'den yüz geri edilme ile karşılanırsa, Libya'dan çekilmek zorunda bırakılırsa, Kürtler ulusal birliğini inşa eder ve Güney Kürdistan'da eli havada kalırsa bambaşka bir Türkiye ve Kuzey Kürdistan'dan söz etmeye başlarız. Devrimin yıkıcı sarsıntıları, faşist şeflik rejimine son reform paketlerini açmaya dahi fırsat vermez, şahlanayım derken çakılır.