4 Ekim 2024 Cuma

Marcel Cartier yazdı | Türkiye'nin işgalci tehlikelerine karşı Kürdistan ile dayanışmak

Kürdistan'ın savunulması ezilen bir ulusu sömürgeci bir devletin işgalci girişimlerine karşı savunma anlamına geldiğinden tüm solcular ve antiemperyalistler bakımından hayati önem taşıyor. Ulusal kurtuluş, özgürlük ve sosyalizm için canlarını vermeye hazır olan yoldaşlarla dayanışma eylemlerine katılmaya, çeşitli araç ve yollarla dayanışmayı yükseltmeye hazır olalım!

AKP-MHP iktidarı bu kez de 2018'de Efrîn ve 2019'da işgal ettiği Serêkaniyê ile Girê Spî'yi birbirine bağlamak amacıyla gözünü Kobanê kentine dikti ve buna bağlı olarak Kürdistan'a yönelik soykırımcı savaşında yeni bir cephe açma niyetini ilan etti.

Güney Kürdistan'da -kimyasal silahlar dahil bütün yöntemleri devreye sokmasına karşın- gerilla ve özgürlük güçlerini imha etme savaşını sürdüremez hale gelen Recep Tayyip Erdoğan'ın rejimi dikkatini yeniden Rojava'ya çevirdi.

Bu tarihsel momentte bütün komünist, sosyalist, demokratik ve antifaşist güçlerin Kürdistan'ı savunmaları bir zorunluluktur. YPG, YPJ ve enternasyonalist devrimciler sahada şüphe yok ki kahramanca bir savunmaya hazırlar.

Kuzey Suriye'de Kürtlerin kalbi olan Kobanê'nin hedef olarak seçilmesi, Erdoğan'ın İslam Devleti'nin (DAİŞ) yedi yıl önce başlattığı şeyi bitirme niyetiyle ilgili. Kobanê, dünyaya Stalingrad muharebesini hatırlatan devasa bir direniş ile şehri savunan YPG ve YPJ'nin yiğit savaşçılarıyla küresel dayanışma için bir manyetik potaya dönüştü. Nasıl ki Stalingrad Nazi işgalinin sonunun başlangıcı anlamına geldiyse Kobanê de DAİŞ'in yenilgisinin başlangıç momenti oldu.

Ancak DAİŞ'in başlıca destekçisi olan Erdoğan rejimi gerici politik islamcıları daha ılımlı bayraklar altında yeniden organize etti. Böylece Suriye muhalefetinin ve Türkiye'nin bayraklarının gölgesinde etnik temizliğe girişen Suriye Milli Ordusu (SMO/ÖSO) gibi güçler yaratıldı. Her zamanki gibi temel argümanları "PKK terörü"nün ortadan kaldırılmasıdır.

Gerçekte ise amaç, Suriye'deki Kürt topraklarını işgal etmek, yeraltı-yerüstü kaynaklarını yağmalamak, yerlileri zorla yerlerinden etmek ve yeni Osmanlıcı hayallerini gerçekleştirmektir.

Kürdistan'ın savunulması ezilen bir ulusu sömürgeci bir devletin işgalci girişimlerine karşı savunma anlamına geldiğinden tüm solcular ve antiemperyalistler bakımından hayati önem taşıyor. Maalesef bugüne kadar Kürt kurtuluş hareketiyle, örneğin Filistin hareketinde görülen aynı dayanışma düzeyine tanık olmadık. Filistin dayanışmamızı tabi ki de hak ediyor. Ancak Kürt ulusunun özgürlüğü olmadan Filistin de nihai olarak özgürlüğüne kavuşamaz ve bu tersi için de geçerlidir. Kürdistan ve Filistin, Ortadoğu'nun post-Osmanlı emperyalist bölünmesinin iki açık yarasını oluşturuyor. Bu nedenle bazı solcu güçlerin bir mücadeleyi diğerine göre önceliklendirmesi, dahası bir politik korkaklık ve oportünizm ile bunlardan birini tamamen görmezden gelmesi talihsiz bir durumdur.

Kürdistan'ı savunmak Ortadoğu'nun antişovenist geleceğini savunmaktır. Rojava'daki hareket öncelikle ulusal kurtuluşçu olsa da ufukta sosyalizm belirginleşmektedir. Sadece Kürtlerin değil, aynı zamanda Mezopotamya ve Batı Asya'nın zengin kültürel dokusuna katkıda bulunan Asuriler, Türkmenler, Çerkesler, Ermeniler ve sayısız diğerleri gibi bölgenin ezilen ulus ve milletlerinin özgür yurdu haline gelmesi onun halkçı ve demokratik niteliği ile ilgilidir.

Batı'da kimi antiemperyalist güçler, Kürdistan -özellikle de Rojava- ile dayanışmayı YPG-YPJ'nin ABD ile olan taktik askeri işbirliğini öne sürerek dayanışmıyorlar. Ancak ABD'nin sözde Kürt "ortaklarını" fiilen savunmak gibi bir niyetinin olmadığı Efrîn, Serêkaniyê ve Girê Spî işgallerinden açıkça anlaşılmaktadır.

Washington, Suriye'deki misyonunun "sınırlı" (yani İslam Devleti'ne odaklanmış) olduğunu zaten açıkça belirtti ve Türkiye'nin yeni bir işgali karşısında duyduğu hoşnutsuzluğu dile getirse de, bunu yapmalarını engellemeyecektir. Dahası ABD, Türkiye'ye Güney Kürdistan'da PKK ile savaşması için sadece yeşil ışık yakmakla kalmadı, istihbarat ve lojistik yollarla bu görevi aktif olarak destekliyor ve "terörist" olarak kabul ettiği PKK liderlerinin "baş"larına ödül koyuyor.

Türkiye'nin Kobanê'yi veya Rojava'nın herhangi bir yerini işgal etmesinin bir NATO işgali olacağını hatırlayalım. İdlib'de "taviz karşısında taviz" ile Rusya'nın desteğini alabileceğini düşünüyor. Bu bize açıkça gösteriyor ki, Suriye'deki tüm yabancı güçler, Suriye'de hala siyasi, ekonomik ve askeri çıkarları doğrultusunda üstünlük sağlamaya çalışıyorlar.

Buradan bakıldığında KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık'ın son dönemde Rojava ile Şam hükümetleri arasında uzlaşma ve müzakerenin sağlanması gerektiğine ilişkin açıklamaları mantıklı görünüyor. Beşar Esad hükümetinin Suriye devletinin şovenist yapısından ne kadar vazgeçmeye hazır olduğundan bağımsız olarak diplomatik arenada TC'nin işgal tehditlerine karşı gelmek için en iyi ihtimal gibi görünüyor.

Fakat devrimin bütün savunma süreci bize diplomasiden ziyade devrimci güçlerin ve halkların direnişinin belirleyiciliğini gösterdi.

Batı'daki bizler TC'nin ırkçı-soykırımcı saldırı tehditleri karşısında uyanık olmalıyız. Ulusal kurtuluş, özgürlük ve sosyalizm için canlarını vermeye hazır olan yoldaşlarla dayanışma eylemlerine katılmaya, çeşitli araç ve yollarla dayanışmayı yükseltmeye hazır olalım!

*Red Star Over Kurdistan blogunun editörü, gazeteci ve sanatçı.