DÜNYA
Krizin gölgesinde Meksika seçimleri
Geçmiş deneyimler, Latin Amerika'da sözde "ilerici" hükümetlerin seçim zaferlerinin ardından, bu hükümetlere alternatif bir referans noktası sol tarafından oluşturulmadığı takdirde solun politik intihara sürüklenmesinin örnekleriyle doludur.
Meksika Devrimci İşçi Partisi'nin (PRT) yayın organı Correspondencia de Prensa'da yayınlanan makale kısaltılarak çevrilmiştir.
1 Temmuz'daki Meksika seçimleri, tüm Meksika'da hissedilen gelişmekte olan krizin ortasında gerçekleşti. Ülkenin iki ana sermaye yanlısı partisi, PRI (Kurumsal Devrim Partisi) ve PAN'dan (Ulusal Eylem Partisi) derin bir kopuş yaşayan seçmenlerin olduğu bir ortamda ülkenin antikapitalist solunun ne yapması gerektiği kritik önemde. Ülke solu, merkez solda görünen MORENA'dan (Ulusal Yenilenme Hareketi) Andrés Manuel López Obrador'a (AMLO) oy vermeli miydi? Resmi sonuçlar ne olursa olsun, antikapitalist sol, seçimlerden sonra başlayacak dönemde ilerlemenin yollarını aramalı. Bunun bir yolu, AMLO'nun zaferinin sağlayacağı onun partisinin solunda bir birleşik işçi hareketi inşa etme fırsatını değerlendirme de olabilir örneğin.
Son seçim süreci bize, derin bir krizin içindeki Meksika siyasal rejiminin bir politik yeniden yapılanma ve yeni bir bileşimle yoluna devam etme arayışında olduğunu gösterdi. 2008 krizinin neden olduğu egemen sınıflar içindeki bölünmeler ve küresel ekonomide yaşanan değişimler sonunda oligarşi içinde kopuşların patlak vermesi sonucunu getirdi. Buna karşılık, neoliberal reformları geri püskürtmede başarısız olsa da süreğen eylemler, protestolar ve kitlesel direniş mevcut rejimi daha da gözden düşürdü. Bu konjonktür, 1988'deki Salinas de Gortari ve Fernández de Cevallos arasındaki örtük ittifakı ve PRI-PAN ortaklığı ile malul tarihsel dönüm noktasının ortaya çıkardığı politik rejimin krizini adım adım oluşturdu. (1988'de o zaman muhalefet partisi olan PAN'ın liderlerinden Cevallos, bariz seçim hilelerine rağmen Salinas'ın başkanlığını tanmıştı.) Egemen sınıfın diğer kesimlerini saf dışı bırakan ve PRI-PAN ittifakında temsilini bulan neoliberal oligarşinin tahakküm modeli çatırdıyor ve yeni bir yapılanma, reorganizasyona gidiliyor. Bu süreçte ise PRI-PAN yörüngesinde temsil edilen egemen blok, neoliberal reformların en kritik olanlarını, özellikle enerji sektöründeki yapısal reformları tamamlamayı başardı.
Şimdi, sürekli ve yaygın protestoların etkisiyle yaşanan meşruiyet krizi, Trump'ın göreve gelişiyle yaşanan kaymalar, geleceğe dair belirsizlik ve tüm devlet partilerinin güvenilirlik eksikliğiyle birlikte seçim sürecinde de belirginleşen burjuvazi içinde şiddetli bir bölünme baş gösterdi. Ancak, yaşanan bu politik yeniden yapılandırma, neoliberal ekonomik model karşısında bırakalım bir alternatifin geliştiğini, onun sorgulandığı anlamına bile gelmiyor. 30 yıldır uygulanan neoliberal politikaların kalıcı bir krizin içinde korkunç derecede eşitsiz ve şiddete boğulmuş bir ülke yaratmış olduğu gerçeğini hiçbir aday sorgulamadı. Ülkenin en önemli sorunları, ne adayların ne de partilerinin gündeminde bile değildi.
Ana meselelere dair bir sessizlik, kaçamak yanıtlar veya daha kötüsü, örneğin, on yıldan fazladır süren militarizasyonun yarattığı kurbanlarda ve yanlış yürütülen "uyuşturucuya karşı savaş"ta olduğu gibi, meselelerin oportünist tarzda ele alınışı hakim. Ülkedeki rezil çalışma koşulları, yoksulluk maaşları, temel işçi haklarının yokluğu, istihdamdaki istikrarsızlık ve esnek çalışma da seçim gündemlerinde kendine yer bulamadı.
Ne kadın hakları ve kadına yönelik şiddete yönelik ne de bu baskının en cani dışa vurulma biçimi, sayıları giderek artan binlerce örnekte olduğu gibi kadın cinayetlerine yönelik bir söylem olmadı. Kadınların gündemleri ve talepleri, özellikle de kendine ilerici diyen bazı partilerden gelen "talepleri oyunuzla gösterin" çağrılarıyla geçiştirildi. LGBT topluluğunun hakları da benzer şekilde göz ardı edildi veya sahte bir şekilde verdikleri tolerans ve kapsayıcılık görüntüsünü sürdürmeye çalışan tüm bu yelpaze içersindeki çeşitli seçim güçlerinin açıktan saldırısına uğradı. MORENA tarafından sorumsuz bir şekilde yasama gücü pozisyonuna taşınan yeni dindar aşırı sağcılar nedeniyle, bu meselelere karşı kavgaya daha fazla hazır bir Kongre'yle karşı karşıyayız.
Ülkenin mega projeler, açgözlü madencilik, pek çok bölgedeki su krizleri gibi bir dizi ciddi çevresel sorunla yaşadığı korkunç ekolojik yıkımın, adaylar tarafından sadece Mexico City'ye yapılan yeni havaalanı bağlamında sınırlanması da konunun önemli bir seçim gündemi olmasını engelledi. Tam aksine, tüm adaylar maden endüstrisine, doğal kaynakların talan edilmesine ve özellikle yerli halkların ve genel olarak halk kesimlerinin topraklarına ve arazilerine el koyulmasına bağımlı bu yıkıcı kalkınma modelini devam ettirmekte kararlılar.
Tüm bunlara rağmen, çalışan nüfus, öfkelerini ve mutsuzluklarını ifade edecek yolların arayışı içindeler. İşçi sınıfının içinden gelişen politik bir alternatifin olmadığı koşullarda, sayıları giderek artan milyonlarca yerli insan, tüm ülkede var olan baskı ve şiddete rağmen, PRI-PAN ittifakını kitlesel bir şekilde reddettiğini AMLO'ya oy vererek gösterdi. Günden güne dile getirdiği egemen sınıflara vereceği tavizlere ve zaferini sağlamlaştırmak için giderek sağa kaymasına rağmen AMLO, rejimin radikal bir değişiminin habercisi olduğu yönde kitleler nezdinde umutları yükselten bir rol oynadı. Bu kitlesel ilüzyon, paradoksal bir şekilde, sağın AMLO'ya karşı geliştirdiği kirli savaş ve şiddet politikalarıyla daha da beslendi. Yönetim organlarınının AMLO'ya kara çalması ve ona tepeden bakması, bu organların kendisini halkı aşağılayan kibirli bir oligarşi olarak resmetmesinden başka hiçbir işe yaramadı.
Antikapitalistler ve sosyalistler için seçim sonrası tartışma, AMLO'nun aldığı yüksek oyun değerlendirilmesine bağlı olarak, yeni bir alternatifin inşasındaki yolun nasıl döşeneceğine dair olacak. Seçim öncesinde, solun temsil edilmediği bir proje için "eleştirel destek" formülasyonlarının arayışında olunmadı. AMLO'nun seçildiği takdirde "krizi yönetmekten" ve ona oy verenleri hayal kırıklığına uğratmaktan öte yapacak bir şeyi olmadığı açıktı. Ama sekter ve kavgacı bir tutumla veya ahlaki ve entellektüel bir üstünlük taslayarak, umudunu 1 Temmuz'daki seçimlere bağlamış insanlara yaklaşmak da paralel bir hata olacaktı. Bu nedenle seçimlerle açılacak bu yeni dönemi, anikapitalist bir alternatifi örgütlemek için kullanmanın yolları arandı. Kısa vadeli basit çözümleri olmayan ve ciddi sorunlarla yüzleşecek bir antikapitalist mücadeleye yön verebilecek "Oy verin veya vermeyin, örgütlenin" sloganı etrafında seçim sonrası her türlü senaryoya hazırlıklı bir çalışma yürütüldü. Geçmiş deneyimler, Latin Amerika'da sözde "ilerici" hükümetlerin seçim zaferlerinin ardından, bu hükümetlere alternatif bir referans noktası sol tarafından oluşturulmadığı takdirde solun politik intihara sürüklenmesinin örnekleriyle doludur.
Bu topraklarda mevcut politik krize karşı antikapitalist bir seçeneğin inşası arayışında, Yerli Hükümeti Konseyi (Concejo Indígena de Gobierno) sözcüsü María de Jesús Patricio Martínez'in, bilinen şekliyle Marichuy'un seçimlere katılabilmesi için yürütülen kampanyayı desteklemek, kitlelerin genel mutsuzluğuna sol bir yanıt vermek ve bu seçeneği daha geniş çapta inşa etmek adına anlamlıydı. Kampanya bu arayışta ileriye atılmış bir adım oldu. Diğer adayların aksine Marichuy'un özellikle "bağımsızların" ahlaki otoritesine ve prestijine (çn. Zapatistlerin Marichuy'a olan desteğine referans veriliyor) ve kendisini destekleyen imzaların dürüst bir şekilde toplanması için çalışan militan aktivizmine sahip olmasına rağmen, yine de anti-demokratik sistemin bu yasal imza sayı engelini aşmayı başaramadı. Ancak, Marichuy'un kampanyası, seçim hilelerinin bağımsız adayların kayıt aşamasından itibaren uygulandığının kanıtlanmış olduğu mevcut seçim sisteminin yozlaşmış doğasını ifşa etti. Hilenin bir başka kanıtı, gereken imzaları hileli yollarla toplamasına rağmen, Margarita Zavala'nın adaylığının Ulusal Seçim Kurumu'nun (INE) tarafından onaylanmasıydı. INE'nin daha beter olan bir diğer kararı da yine El Bronco'nun aday olarak kaydedilmesiydi. Seçim Mahkemesi, sunduğu imzaların çoğunluğu sahte olmasına rağmen El Bronco'nun adaylığını geçerli saydı.
Siyasal güçlerin yeniden dizaynının en kanlı ifadesi olan politik şiddet de, seçim sürecinin en belirleyici özelliği oldu. Bu şiddet sadece sözel şiddet veya aşağılamalarla kalmadı, özellikle yerel düzeyde ve özellikle de kadınların hedef alındığı tüm partilerden 100'den fazla adayın ölümüyle sonuçlandı. Adayları yok etmek için kurgulanan şiddet yerel düzeyin ötesine de geçti, kurumsal araçlar aracılığıyla ulusal düzeyde de gerçekleşti. Senatörlerin seçiminde örneğin, madenci sendikası lideri Napoleón Gómez Urrutia'ya yönelik yasal hilelerle veya Nestora Salgado García'ya için onun çocuk kaçırdığına yönelik iftiralarla da adaylar gözden düşürülmeye çalışıldı. Kampanyalarda şiddetle açığa çıkan ulusal şiddet atmosferi, aslında faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların ve kadın cinayetlerinin ülke çapında yayıldığı bir insan hakları krizinin, derin toplumsal ve kurumsal çözülmenin ifadesidir.
Bu toplam senaryodan genel bir sonuç çıkarmak gerekirse AMLO hükümetinin yeni bir politik moment ortaya koyması, ancak antikapitalist solun taleplerini açık seçik ortaya koyma ve örgütlenme ihtiyacının karşılanmasıyla, yani ekolojik yıkıma, patriyarkaya ve cinsel şiddete karşı açıktan savaşım ve halkın özörgütlülüğünü geliştirmesiyle olacaktır. Her durumda, ülkenin derinlikli bir dönüşüm geçirmesini isteyenler için antikapitalist bir kutbun inşası acildir. AMLO'nun partisinin solunda çok çeşitli mozaiğin bir birlik inşası ve ortak zeminde bir tartışma yürüterek örgütlenmesi gerekmektedir. Umudumuz seçim sandıklarında değil, savaşan insanlarda, mücadele eden kadınlarda, direnen yerli halklarda ve savaşla yüzleşip yaşamı savunan her insandadır. Bu oyların ifade ettiğinden çok daha geniş ve somut bir buluşma noktasıdır.
*Ivana Benario, Meksika Devrimci İşçi Partisi'nin (PRT) yayın organı Correspondencia de Prensa'da yayınlanan makaleyi ETHA için kısaltarak çevirmiştir.